Rusya Ukrayna bağlamında dünyayı sarsan gelişmeler!
Kuzey Kore çok kötü görünmüyor. Son teslim tarihinin şafağında, Kuzey Kore'nin de Doğu Denizi'ne iki balistik füze fırlattığı bildirildi. 'Son Dakika Haber’ini gördüğümde, ilk başta bir an bunun yanlış bir haber olup olmadığı konusunda yanıldım. Japonya'da orta menzilli bir balistik füze fırlatmaları daha dündü ve başka bir balistik füze ateşlediklerine inanmak zordu. Kuzey Kore sadece son 12 günde altı füze ateşledi. Aslında, iki günde bir füze ateşler hale geldi. Toplamda sadece bu yıl 24 kez füze ateşledi. Yun Seok-yeol hükümetinin göreve başlamasından bu yana 10 kez bu tespit edildi. Sorun gelecekte gibi görünüyor. Son testin sonunda yedinci nükleer teste yol açacağı beklentisi güçleniyor. Başkanlık ofisi ayrıca, yedinci nükleer test olasılığını artırmak için adım adım bir senaryoyu takip edip etmeyeceğimizi değerlendiriyoruz" dedi. Özellikle, “son koşullar göz önüne alındığında, Kuzey Kore füzelerinin menzili artmaya devam ediyor ve füzeyle ilgili platformlar değişiyor” endişesi dile getirildi. Dolayısıyla eğer Kuzey Kore'nin başta ABD ve Güney Kore’ye yönelik olan nükleer tehdidi, nükleer ve füze yeteneklerini eşzamanlı olarak geliştirirse, kaçınılmaz olarak daha da güçlenecektir.
'Nükleer Silahlar Teorisi konusuyla içerikli yazdığım önceki makalelerim yayınladığında çok fazla yorum geldi. Görüşler, ABD'ye kendisini nükleer silahlarla silahlandırması için baskı uygulamanın 'gerçek bir faydası olmayan pervasız bir önlem' olduğu ve ‘Nükleer silahlanmayı ciddi olarak düşünmenin zamanıdır' bağlamında özeten iki ayrı fikir tartışması olarak değerlendirilebilir. Bu yazının yayımlandığı sıralarda, istemeden de olsa batı ve Asya toplumunun bazı temsilcileri nükleer silahlanmadan bahsetmeye başladılar. Halbuki Nükleer Savaş İmkânsız Bir Senaryo ‘dur. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırma tehdidi, Kuzey Kore'nin Güney Kore'ye saldırma tehdidiyle doğrudan bağlantılıdır görüşünde olanlar, Çin ‘in önümüzdeki yirmi yıl boyunca küresel etkisini güçlendirmeye devam edeceği görüşündeler. Kuzey Kore'ye karşı nükleer stratejisini batının tamamen gözden geçirmesinin zamanı geldi düşüncesindeyim. Gerçekten ‘de nükleer silahlara Güney Kore’nin sahip olup olmayacağına bakılmaksızın, güvenlikleriyle ilgili en önemli tartışmanın açılmasının memnuniyetle karşılanacağını düşünüyorum. Zira Kuzey Kore’yi batının nükleer güç olarak tanıması bölgede tansiyonu düşürür.
Nükleerin ancak nükleer silahlarla ele alınabileceği gerçeği ders kitaplarında bir standart gibidir. Kuzey Kore'nin 2017'deki altıncı nükleer denemesinden sonra ABD'li uluslararası siyaset bilimci Hans Morgentau, "Güney Kore'nin iki seçeneği var dedi: Güney Kore nükleer silahlı Kuzey Kore'nin taleplerine uyacak mı yoksa nükleer bir saldırıdan kaynaklanan yıkım tehdidini reddedecek mi? Kendinizi, birini seçmeniz gereken korkunç bir durumda bulacaksınız.” Kim Il-sung hayattayken, Kim Jong-il‘in “Liderliği zamanında ülkeyi birleştirmek istiyorsak, Amerika anakarasını vurma yeteneğine sahip olmalıyız. Ancak o zaman, ulusal yeniden birleşme için büyük oluşu gönül rahatlığıyla karşılama inisiyatifini alabiliriz” dedi. Aslında, Kuzey Kore, Amerika Birleşik Devletleri'ne yönelik bir nükleer silah sistemini tamamladığı anda, Amerika Birleşik Devletleri Güney Kore'yi kurtarmak için Nükleer yapılanmasından vazgeçmeye karar vermedikçe, ’genişletilmiş caydırıcılık’’ fikrinin pratikte uygulanması yüzde yüz kolay değil.
Kendini savunma nükleer silahlanma teorisi için güçlü bir temel oluşturan bu argüman, 'nükleer stratejiyle ilgili ders kitaplarında da vurgulanmaktadır. Kuzey Kore bölgede kendi güvenliğini garanti edebilmek için Kore Yarımadası'nı tehlikeli bir senaryoya sürüklüyor gibi görünüyor. Ama asil amacı nükleer bir güç olarak dünyaca tanınmasıdır. Kuzey Kore'nin nükleer silah geliştirebilecek bir ülkeye dönüşmesini ise bugünkü Kuzey Kore liderinin büyükbabası Kim İl Sun yaptı. 1900'lerin başından itibaren imparatorluk Japonya’sı istilası altında olan topraklarda direniş mücadelesi gösterdi fakat bir ilerleme kaydedemedi. 1945'te iki nükleer silahın Japonya'yı teslim aldığını gördüğü noktada, nükleer silahlara ilgi gösterdi. Özellikle de yarımadadaki 1950-53 arasındaki savaşta Çin ve SSCB'nin desteğini alarak kapasitesini geliştirdi. Bugünkü lider de aynı kararlılığı sürdürdü. 2006 yılında bu ülke ilk nükleer denemesini yapacak noktaya geldi.
Günümüzde Kuzey Kore ‘nin tümü çok kapsamlı bir nükleer saldırıya uğrarsa, binalar, tesisler yok edilebilir, insanlar hayatını kaybedebilir ama denizaltılar çok uzun süreler denizaltında bulunabildikleri ve yerlerinin tespit edilmesi çok zor olduğu için, ilk saldırıda çoğunlukla korunaklı ortamda olurlar. Üzerinde nükleer başlık taşıyan balistik füzeler, 'ikincil vuruş' dediğimiz saldırı yapan ülkeye karşı güvenli bir şekilde gönderme imkânı verir ve ilk saldırı yapacak tarafı caydırır. Kuzey Kore'nin de iki tane nükleer denizaltısı olduğunu düşünürsek, 'bana her ne boyutta saldırı yaparsan yap sana karşılık verebilirim' diye göstermek amacıyla bu silahı sergilemişlerdir. Dolayısıyla günümüzdeki Ukrayna hadiseleri irdelenirken Küba Füze Krizinin tarihi gelişimi acısından değerlendirmek gerekir.
II.) Küba Füze Krizi
Rusya'nın Ukrayna'daki NMD'si ve nükleer şantaj yapmaktan çekinmeyen ABD ve NATO'nun çatışmaya dahil olan taraflar olarak fiili katılımı ile ilgili mevcut durum, genellikle tam olarak meydana gelen Küba Füze Krizi ile karşılaştırılır. Yıllar önce 14-28 Ekim 1962 de kırılgan dünya dengesi bozuldu ve dünya bir kez daha nükleer savaşın eşiğine geldi. Karayip krizinin nedenlerini hatırlayın. Kısa sürede Moskova'ya ulaşabilen ve fiilen bir ilk vuruş silahı olan Jüpiter orta menzilli füzelerinin 1961'de Türkiye'de konuşlandırılmasına karşılık, SSCB, Fidel'in isteği üzerine Küba'ya nükleer başlıklı füzeler teslim etti ve oraya yerleştirdi.
O dönem Moskova'yı Özgürlük Adası'nı Amerikan müdahalesinden kurtarmaya çağıran Castro’ya göre aslında, Sovyetler Birliği'nin adımları ABD'nin adımlarını yansıtıyordu, ancak Amerikalılar şuna kesinen inanıyorlardı: Jüpiter'e izin verilir ama boğaya izin verilmez. Fakat 14 Ekim 1962'de Sovyet ordusu, Küba'yı korumak için tasarlanmış 40.000 kişilik bir askeri grup ve 40 füze konuşlandırarak Anadyr Operasyonunu tamamladı. Operasyon hem ideolojik hem de jeopolitik açıdan çok önemliydi.
SSCB Küba devrimini destekleyerek Batı yeni-sömürgeciliğine karşı sözde değil, fiilen pratikte savaştığını gösterdi. Ancak elbette nükleer füzelerin Sovyet sınırları yakınında konuşlandırılmasına simetrik bir tepki faktörü vermek de SSCB için o gün hayati önem taşıyordu. O zamanlar ABD'nin nükleer potansiyeli, Sovyetler Birliğinin nükleer potansiyelini yaklaşık 20 kat aşmıştı. Stratejik güvenliğini sağlamak için, SSCB, Amerika'nın meydan okumasına, Rusya'nın şimdi NATO'nun meydan okumasına yanıt verdiği şekilde yanıt vermek zorunda kaldı.
Sovyetler Birliği'nin aslında “Türk nükleer manevrasını” tekrarladığı bilgisini alan Amerika Birleşik Devletleri, Amerikan güç seçkinlerini iki gruba ayırdı. "Şahinler" Küba'yı işgal etmeyi ve Sovyet grubunu ve "ılımlılar" ise Fidel Castro ‘nun ordusunu yok etmeyi bir deniz ablukası yapmak suretiyle önerdiler. Başkan John F. Kennedy ikinci seçeneği seçti, ancak üst düzey Amerikan generalleri başka bir eskalasyonu zorlamaya çalıştılar. Bu eskalasyon palanı bağlamında 27 Ekim 1962'deki "Kara Cumartesi" olarak adlandırılan o gün bir grup ABD Donanmasına ait olan gemiler Sovyet nükleer denizaltısı B-59'u kuşattı ve bu gemiye ateş ettiler. O gün o gemilerdeki Rus denizcilerinin salt dayanıklılığı ve soğukkanlılığı felaket bir sonucu engelledi. İlerleyen saatlerde, SSCB ve ABD liderleri Kruşçev ve Kennedy'nin sorumlu davranışları, durumun diplomatik uzlaşma yoluyla çözülmesine fırsat tanıdı. Belirleyici rol ise Sovyet tarafının önerisinin onaylanmasıydı: SSCB, Amerikan Özgürlük Adası'na saldırmazlık garantisi altında ve ayrıca ABD'nin Türkiye'de nükleer silah konuşlandırmayı reddetmesi koşuluyla Küba'dan füzeleri geri çekecekti. Amerika Birleşik Devletleri bu koşulları kabul etti ve dahada önemlisi akabinde bu anlaşmanın içeriğine harfiyen uydu.
60 yıl önceki durumla şimdiki durum arasındaki temel farklar nelerdir?
İlk olarak, o zaman Sovyet tarafının kiminle müzakere edeceği açıktı. Amerika Birleşik Devletleri de tam yetkiye sahip bir başkan tarafından yönetiliyordu. Bu Ülkenin başında, her şeyden önce ulusal çıkarları ifade eden sorumlu bir lider vardı. Modern Amerikan koşullarında, cumhurbaşkanı figürü, karar vermenin kamusal olmayan doğasıyla karakterize edilen bir siyasi rejimin yalnızca bir tür cephesi (bir dekorasyon değilse de) o şekilde gibi görünmektedir. Ancak Joe Biden'ın seçilmesinden sonra, bu eğilim sadece trajikomik değil, aynı zamanda açıkçası korkutucu bir karakter kazandı. ABD başkanının figürünün bağımsız olmamasına ek olarak, Amerikan devletinin şu anki başkanının hafıza kayıplarından muzdarip olduğu, çoğu zaman olayları karıştırdığı basında sık sık dile getiriliyor. İkinci olarak, Karayip krizinden bu yana Amerika Birleşik Devletleri ve Batı'nın bir bütün olarak müzakere edilebilirliğinin keskin bir şekilde azaldığını belirtmeliyiz. Daha önce, Amerikan siyasi kültürünün değişmeyen sabitlerinden biri, sözleşmeye, yükümlülüklere bağlılıktı. Bu geleneğe uygun olarak Kennedy, Sovyetler Birliği'ne verdiği sözleri tamamen tuttu.
Bugün, Amerikan ve daha geniş anlamda Batılı siyasi sınıfın "göreve bağlılığı" kavramı tamamen ortadan kalktı. Bu anlamda belirleyici olan, 1990'ların başında NATO'yu doğuya doğru genişletmeme sözü veren Washington'un Moskova'yı aldatmasını anlamsız bir “tarih” olarak nitelendiren Josep Borrell'in ifadesidir. Tarafları küresel bir savaştan alıkoyan tek faktörün nükleer caydırıcılık olduğu gerçeğidir. Bilvasıta bu koşullarda, diyalog ve uzlaşmaya hazır olmak, barışın korunması ve tüm insanlığın hayatta kalması için bir garanti olmaya devam etmektedir. Ne yazık ki, Amerikan liderlerinin inatçılığı ve hesap verebilirlik eksikliği, bu tür uzlaşmaların hala mümkün olduğuna dair ciddi şüpheler uyandırıyor.
III.) Sonuç olarak
Afet raporları durmuyor. Enflasyon yeni rekorlar kırmaya devam ediyor ve birçok uzman şimdi Avrupa ülkelerinde elektrik kesintileriyle birlikte gaz sıkıntısı konusunda uyarıyor. Ukrayna'da savaşın tırmanmasını tüm tarafların şu anda sadece uğursuz bir bilgisayar oyunuymuş gibi birinci veya ikinci nükleer saldırıları tartıştığı ekonomik beklentilerden bile daha korkutucu buluyorum. ABD Başkanı Biden bile şimdi nükleer bir Armageddon konusunda uyarıyor - ve eski Şansölye Merkel de Putin'in taktik nükleer silah kullanma tehditlerini bir blöf olarak görülmemesi konusunda açıklama yapıyor. Bu ciddi uyarılara rağmen Batı Ukrayna'ya gitgide daha fazla silah sağlıyor, bunu sağlarken Başkan Zelenskyi herhangi bir batı hükümeti kendisini onun yerine koymadan Rusya'ya karşı önleyici NATO saldırıları hakkında gevezelik edebiliyor.
Bütün bu çılgınlıklar nedir? Rus liderliğiyle müzakere etmek gerçekten imkânsız mı? Bu savaş önlenebilirdi! Buna halen inanıyorum. Eğer bu savaş barışçıl metotlarla müzakere edilseydi diplomaside bir çözümün ulaşılabilir olduğu Mart 2022 gibi erken bir tarihte sona erebilirdi. Eğer ABD, Ukrayna'nın NATO'ya katılması konusunda bir taviz vermeye istekli olsaydı, şimdi çabucak bu savaş sona erebilirdi.
Bakan Lauterbach'ın o şaşkın dengesiz Twitter notu ve Ukrayna'nın bugüne kadarki büyükelçisi Melnyk'in açıklamaları acı olan savaşı diplomasiyi bir saçmalık ilan ederek etkisiz hale getiriyor. Lauterbach: "Putin'in şimdi getirmesi gereken ne var? Biz onun psikoterapistleriyle değil, Putin'le savaştayız. Ukrayna'nın kurtuluşu biçimindeki zafer tutarlı bir şekilde takip edilmelidir. Putin'in ruhunun başa çıkıp çıkamayacağı önemli değil’’ mealindeki dengesiz açıklamaları bir bakana yakışmıyor. Lauterbach’ın yapmış olduğu o densiz cıvıltılarına gelince. Lauterbach sadece "Putin'le savaştayız" cümlesini geri aldı, başka bir şey yaptığı yok. Eğer onun vefat etmiş olan parti arkadaşı Egon Bahr, Lauterbach'ın bu sevimsiz açıklamalarını duymuş olsaydı, isyan ederdi, çünkü Lauterbach bir meyhane sahibi gibi konuşuyor. Halbuki Bakan olmak için yapmış olduğu görev yemininde, tıklamaların ve televizyon görüntülerinin sayısını değil, insanların refahını artırma sözü vermişti.
Müzakereleri ve ateşkesi savunan bir bilim insanı olarak pasifist değilim, gerçekçiyim. Bu bağlamda savaşın durdurulması için Diplomasiyi teşvik etmem gerçekleri dile getirmem Başkan Putin'in tarafını tutmam anlamına gelmez.
17 Ekim 2022, Lüxsenburg