Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

İncil'de İsrail ve Filistin savaşı

İncil'de İsrail ve Filistin savaşı

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

Makalem, Gazze Şeridi'nde yaşanan İsrail-Hamas çatışmasını inceliyor. Son dönemde Gazze'de yaşanan şiddet olayları, uluslararası toplumun büyük ilgisini çekilmiş ve tartışmalara yol açmıştır. Bu çatışmanın siyasi, insani ve tarihsel boyutları, ayrıntıları bir analize tabi tutulacak. Ayrıca Kürdistan Bölge Yönetimi'nin Orta Doğu'da barış ve istikrarın tesis edilmesine diplomatik bir yolla nasıl katkıda bulunma potansiyeli taşıdığını tartışmaktadır. İsrail ve diğer ülkelerle sürdürdüğü yakın ilişkiler, bu rolü ona oynamak için bir fırsat sunmaktadır. Yönetim, bölgedeki çatışmalara barışçıl bir çözüm getirme yolunda atılan adımları desteklemeli istikrar ve refahı için çaba harcamalıdır. Makalemde İsrail-Filistin krizini, uluslararası boyutunu, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik operasyonunu, uluslararası tepkileri, krizin savaş suçu boyutları ve barışçıl bir çözüm arayışları değerlendirilmektedir.

 

İsrail ile Filistin arasında, Filistinli silahlı grup Hamas'ın bombardımanıyla başlayan savaş, sonu görünmeden daha da kötüleşiyor. Savaşın başlangıcından bu yana bu savaşta binlerce insan öldü ve yaralandı. Ayrıca savunmasız çocuklar, kadınlar ve yaşlılar da ciddi şekilde etkileniyor ve hatta bölgedeki yabancılar bile ölüm ve yaralanmalara maruz kaldı. İsrail'in Gazze Şeridi'ni abluka altına alması nedeniyle içme suyu, yiyecek ve ilaçta mutlak bir kıtlık yaşandı ve yakıt eksikliği nedeniyle tek elektrik santrali bile elektrik sağlamayı durdurdu ve bu bizi şu duruma soktu: yüzlerce yıl önceki yaşama biçimimize dönmüş gibiyiz. Bu savaş bir an önce durdurulmalı, güvenlik ve barış yeniden sağlanmalı.

 

Görünüşte bu savaş Hamas'ın bombardımanıyla tetiklenmiş gibi görünüyor, ancak bundan önce İsrail'in Filistin özerk bölgesine aşırı kontrolü ve müdahalesi de bölge sakinleri arasında öfkeye neden olan bir nedendi. Ve bunların çatışmaları ve anlaşmazlıkları onlarca yıllık, yüzlerce yıllık değil, binlerce yılı aşan uzun bir zamanın sonucudur. Aralarındaki anlaşmazlıklar ve yüzleşmeler Hıristiyanların okuduğu İncil'de anlatılıyor. Mezopotamya'dan Filistin'e göç eden İbrahim, üç büyük dinde “inancın babası” olarak saygı görüyor: Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam. Mısır'da 430 yıl süren köleliğin ardından, İshak ve Yakup'un torunları olan ve onun meşru çocukları diyebileceğimiz İbraniler, Mısır'dan kaçarak bugünkü Filistin toprağı olan Kenan'a geri döndüler. İsrail geri döndüğünde Hititler, Kenanlılar, Hivliler, Amoritler ve Jevuslular bu bölgeyi yerli halk olarak işgal ettiler. Ayrıca en güçlü kabile olan Filistinliler de buraya yerleşiyordu. Bu Filist kabilesi, İbranice “Filistia” kelimesinden türemiş ve daha sonra Yunancaya geçerek bugünkü “Filistin” adını almıştır. İncil'de ilk insanlar olarak görünürler ve isimlerinin kökeni Yaratılış 10:14'te açıklanır.

 

İsrailoğulları ve Filistliler, Filistin'in kontrolü konusunda binlerce yıldır çatışıyorlar. İngiltere ile Fransa arasındaki düşmanlık, Filistin'deki çatışma ve yüzleşmeyle karşılaştırıldığında sevimlilik düzeyinde kalacak kadar iki halk kendi kaderi için savaşıyor. İncil'de yer alan tarihte, bir zamanlar İsrail'in İbrani halkı Filistliler'e, başka bir zamanda da Filistliler İsrail'e hükmetmekteydi. Bazen her iki taraftaki sömürge dönemi birkaç yıl veya on yıl gibi kısa bir sürede sona erdi, bazen de sömürge dönemi 100 yıldan fazla sürdü. Böylece bir taraf yok edilmedikçe hayatta kalmalarının garanti edilemeyeceği tarihsel bilinciyle mücadele ettiler.

 

Bunun bir uzantısı olarak İsrail şu anda Filistin'e baskı yapıyor ve yönetiyor, Filistin de tarih boyunca olduğu gibi onların egemenliğine direniyor. Bu baskın yapının tekrar ne zaman tersine döneceği bilinmiyor. Burası, antropolog Samuel Huntington'ın kitabında ortaya çıkardığı 'Kan Hattı'nın en şiddetli çatışmasının yeri olabilir.

 

Peki gerçekten sonuna kadar savaşmalılar mı? İncil'de kısaca barışmayı başardıkları bir tarih de var. İbrahim'in oğlu İshak'ın Filist bölgesinde kaldığı ve o zamanki kral Abimelek ile bir barış anlaşması imzaladığı bir dönem vardı. İshak, İbrahim'in zamanından beri sahibi olduğu bir kuyuyu onarırken, Filistliler gelip onu doldurdular. Başka bir bölgeye taşınıp tekrar kuyu kazdılar ama bu kez buranın kendilerine ait olduğunu iddia ederek onları dışarı attılar. Ancak yeniden hareket edip kuyu kazdıklarında birbirlerine karışmayı bıraktılar. Tavizler vererek ve birbirimizi tanıyarak yavaş yavaş geri adım attığımızda, birbirimizi kutsama tarihi oluştu. Sonuçta hem bu kez hem de gelecek tarihte boyun eğme erdemini uygulamadıkça barış olmayacak. Barış özgür değildir.

 

Türkiye, bu bağlamda arabuluculuk rolü oynayabilme potansiyeli açısından önemli bir aktördür. Türkiye hem İsrail hem de Arap dünyasıyla yakın ilişkilere sahiptir ve bu ilişkileri siyasi bir avantaja dönüştürebilir. Ancak son yıllarda Türkiye'nin dış politikası değişti ve bu nedenle arabuluculuk rolünü üstlenmesi iç ve dış politika konularına dikkatle yaklaşmayı gerektirir.

 

Kürdistan Bölge Yönetimi, bu çatışmanın arabuluculuğunu yapabilecek bir diğer aktördür. İsrail ile yakın ilişkilere sahip olmalarının yanı sıra, bölgesel istikrarı koruma kapasiteleri de vardır. Ancak bu yönetim uluslararası arenada tam tanınmış bir devlet değildir, bu da arabuluculuk yeteneklerini sınırlayabilir. Diplomatik bir dil ve saygılı bir tavır, toplumsal diyalogun temelini oluşturur. Bu çerçevede, İsrail ve Kürdistan Bölge Yönetimi'nin politikalarının değerlendirilmesi ve eleştirilmesi önemlidir.

 

İsrail'in politikalarıyla ilgili olarak, çoğu insan hakları kuruluşu ve uluslararası toplum, bölgedeki sorunların çözümünde adil bir yaklaşım ve diyalogun önemini vurgulamaktadır. İsrail'in politikalarının eleştirilmesi, bu temel değerlere vurgu yapar ve daha iyi bir gelecek inşa etme amacını taşır. Kürdistan Bölge Yönetimi'nin politikaları da aynı şekilde eleştiriye açık olabilir.

 

İsrail ve Filistin ‘de Barış arayışı

Tarihçesi, Siyasi durumu, terör ve tepkiler

İsrail-Filistin çatışması, kökenleri 20. yüzyılın başlarına dayanan bir tarihsel sürecin sonucudur. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde Filistin bölgesinin İngiltere yönetimine geçişi ve Yahudi göçleri bu çatışmanın temelini atmıştır. 1947'de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen bölgesel bir plan sonucunda İsrail Devleti'nin kurulması, Arap dünyasının ve Filistin halkının büyük tepkisine yol açmıştır.

 

Çatışmanın tarihsel derinliği, İsrail Devleti'nin kuruluşundan bu yana sürekli çatışmaları ve savaşları içerir. 1948, 1967, ve 1973 savaşları, İsrail-Filistin çatışması tarihindeki belirgin dönemeçlerden sadece bazılarıdır. 1967'deki Altı Gün Savaşı sonucunda İsrail, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi gibi stratejik bölgeleri işgal etti, bu da çatışmanın bugünkü karmaşıklığına katkıda bulundu. Savaşın siyasi boyutları, çeşitli temel meseleleri içerir. Bunlar arasında Filistinlilerin bağımsız bir devlet kurma hakkı, İsrail'in güvenliği ve sınırları, Kudüs'ün statüsü, mültecilerin hakları ve toprakların paylaşılması gibi konular bulunmaktadır. Bu meseleler, çatışmanın temel nedenlerinden birini oluşturur ve sürekli olarak müzakerelerin odağında yer alır. Müzakereler, Oslo Anlaşması ve Camp David Anlaşmaları gibi çeşitli girişimlerle yıllar boyunca gerçekleştirilmiştir. Ancak, bu süreçlerin başarısızlığı ve taraflar arasındaki güven eksikliği, uzun vadeli bir barış anlaşmasının zorluğunu ortaya koymuştur.

 

İsrail-Hamas çatışması, terör ve idari terörün önemli bir bileşenini içerir. Terör eylemleri, özellikle Filistinli gruplar tarafından gerçekleştirilen intihar saldırıları, roket saldırıları ve benzeri eylemler, sivil kayıplara neden olmuştur. İsrail ise Filistin topraklarında askeri operasyonlar düzenlemiş ve sivil yerleşimlere hava saldırıları gerçekleştirmiştir. Bu tür terör eylemleri, uluslararası toplumun ciddi eleştirisine neden olmuş ve çatışmanın daha fazla yayılmasına sebep olmuştur. Benzer şekilde, İsrail'in Filistin topraklarındaki operasyonları ve yerleşim politikaları da eleştirilmiştir. 

 

İsrail-Filistin çatışması, uluslararası toplumun büyük ilgisini çekmiş ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin birçok kararına yol açmıştır. Ancak, bu kararların uygulanması ve taraflar arasında güven tesis edilmesi konusunda zorluklar yaşanmıştır. Ayrıca, ABD ve diğer büyük aktörlerin dış politikaları da bu çatışmanın sonucunu etkilemiştir.

 

Büyüyen Öfke

Son yılarda devam eden ayrımcılık, toprak sorunları, kutsal mekanlara saygısızlık ve ulusal üstünlük iddiaları gibi nedenlerle biriken gerilim, 7 Ekim 2023'te Gazze'de başlayan büyük bir çatışma ile doruğa ulaştı. Bu çatışmanın temelinde yatan sorunlar, Filistin halkında biriken öfkeyi körükledi ve tansiyon giderek arttı. Uygulanan ayrımcılık politikası öfkeyi derinleştirdi. Filistin halkı, uzun süredir devam eden bu ayrımcılığa ve topraklarından sürülme tehdidine karşı direniş gösterdi. Ancak bu uzun süren gerginlik, son aylarda artan bir baskı kaynağına dönüştü. Özellikle Mescid-i Aksa ve Kudüs'teki diğer sorunlar, Filistinlileri daha fazla öfkelendirdi.

 

İki taraf arasındaki gerilim sonucunda yaşanan savaş, her iki taraf için de büyük kayıplarla ve yıkımla sonuçlanacaktır. Kimileri, bu olayları neden-sonuç ilişkisi açısından analiz ederken, kimileri ise suçlamaların dozunu ve eylemlerin uygunluğunu tartışıyor. Ancak savaşın sonuçlarına karşı her iki taraf da hazırlıklı olmalıdır. Bu çatışma, uluslararası arenada daha büyük bir çatışmaya dönüşme potansiyeline sahiptir. Tüm dünya, bu olayları yakından izliyor ve nasıl sonuçlanacağını bekliyor. Umarız barışçıl bir çözüm bulunur ve taraflar arasındaki gerginlik sona erer. Ancak şu anki durumda, barış umutları oldukça zayıf görünüyor.

 

İsrail kuvvetlerini şaşırtan saldırı

7 Ekim 2023 günü sabahı dünya olağandışı ve beklenmedik bir olayla sarsıldı. Hamas'a bağlı militan birimler, İsrail Savunma Kuvvetlerine karşı koordineli bir saldırı başlattı. Bu saldırı, karadan, denizden ve havadan gerçekleşti ve İsrail kuvvetlerini şaşırttı. Bu Hamas ile ilişkilendirilen birimler, bazı sınır yerleşimlerini ve askeri üsleri ele geçirmeyi başardılar ve yüksek rütbeli subayları bile esir aldılar. Bu saldırı, büyük bir bombardımandan önce geldi. Hamas'ın askeri lideri Muhammed Deif'e göre, yaklaşık 5.000 roket İsrail'e fırlatıldı. Bu olayın sembolik bir anlam taşıdığını belirtmek gerekir, çünkü aynı zamanda Yahudi Simchat Torah bayramı olan 7 Ekim'e denk geldi ve ayrıca 1973 Yom Kippur Savaşı'nın yıl dönümünü işaret ediyordu.

 

İsrail, durumun ciddiyetini anlayarak, bunun yalnızca bir operasyon veya gerilimin tırmanması olmadığını, tam ölçekli bir savaş olduğunu ilan etti. Bu çerçevede, İsrail Savunma Bakanlığı yedek birliklerinin seferber edildiğini ve Demir Kılıç Harekatı'nın başladığını duyurdu. Ülke olağanüstü hâl ilan etti ve ABD'den askeri yardım talep etti, bu nedenle Amerika Doğu Akdeniz'e iki uçak gemisi gönderdi.

 

Çatışmanın yoğunlaştığı bu dönemde İsrail, Gazze Şeridi'ne hava saldırıları düzenleyerek su, yiyecek, elektrik ve yakıt gibi temel kaynakların kesilmesine yol açtı. İsrail Savunma Kuvvetleri daha sonra önce ele geçirilen yerleşimleri geri almaya başardı. Ancak bazı bölgelerde yerel çatışmalar devam etti. Lübnan sınırında topçu çatışmaları yaşandı ve İsrail Hava Kuvvetleri Lübnan topraklarına hava saldırıları düzenledi. Iron Dome füze savunma sistemi birçok Filistin roket saldırısını başarıyla engellemiş olsa da, İsrail Savunma Kuvvetlerinin hala kritik hedeflerine vuruldu. Gazze'den İsrail topraklarına roketler ve dronlarla saldırılar devam etti. Ayrıca, Batı Şeria'da Filistinli gençler ve İsrail güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı.

 

Sonuç

Bu çatışma, uluslararası arenada büyük bir tepkiye yol açtı. Birçok ülke, çatışmanın sona erdirilmesi için çağrılarda bulundu ve ateşkese duyulan ihtiyacı vurguladı. Ancak bazı ülkeler, İsrail'in kendini savunma hakkını destekledi ve Hamas'ı terör örgütü olarak tanıdı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, bu konuda kesin bir tavır alamadı ve diplomatik çabalara rağmen ateşkes sağlanamadı. ABD ve Rusya gibi büyük güçler, tarafları ateşkese davet etti, ancak somut bir sonuç alınamadı.

 

Kürdistan Bölge Yönetimi, Orta Doğu'da diplomatik bir aktör olarak yükselen bir konumda bulunmaktadır. Bu konumunun getirdiği sorumluluklar çerçevesinde, bölge, barış ve istikrarın tesisine katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Özellikle İsrail ve diğer Orta Doğu ülkeleri ile kurmuş olduğu yakın ilişkiler, bu rolünü daha da önemli kılmaktadır. Diplomasi ve barış yolunda atılan adımlar, toplumsal düzenin temelini oluşturur. Bu bağlamda, Kürdistan Bölge Yönetimi, bölgedeki çatışmaların barışçıl bir şekilde çözümüne yönelik arabuluculuk rolünü üstlenmelidir. Ayrıca, bölge içinde ve komşu ülkelerle sürdürdüğü diyalogları güçlendirmeli ve bölgesel istikrarı desteklemelidir. Kürdistan Bölge Yönetimi'nin bu diplomatik misyonu, sadece kendi halkının çıkarlarına hizmet etmekle kalmayacak, aynı zamanda bölgenin genel refahına da katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda, diplomasi ve barışın sağlanması için cesur adımlar atmaya ve istikrarın sağlanmasına yardımcı olmaya yönelik çabalarını sürdürmelidir.

 

İsrail-Filistin çatışması, tarih boyunca birçok defa gündeme gelmiş bir sorundur. Ancak son yaşanan çatışma, her iki taraf için de büyük kayıplar ve yıkımlar getirme potansiyeline sahiptir. Tüm dünya, bu çatışmanın barışçıl bir şekilde sona ermesini ve taraflar arasındaki gerginliğin sona ermesini umut etmektedir. Ancak şu anki durumda, barışa giden yol oldukça zorlu görünmektedir. Bu krizin çözümü için uluslararası toplumun daha fazla çaba göstermesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki bu çatışmanın sona ermesi, sadece bölge için değil, tüm dünya için olumlu bir gelişme olacaktır.

 

Mesele Orta Doğu'da ve dünya genelinde dikkatle izlenen karmaşık bir çatışmadır. Kökenleri, tarihçesi ve etkileri oldukça derindir. Siyasi boyutlarının yanı sıra terörün de ele alınması, çatışmanın temel nedenlerini anlamamıza yardımcı olacaktır. İsrail ve Filistin arasında kalıcı bir barışın sağlanması, bölgesel ve küresel istikrarın önemli bir taşıyıcısı olacaktır. Bu nedenle, uluslararası toplumun çatışmanın sonlandırılması için çaba sarf etmeye devam etmesi önemlidir.

 

31 Ekim 2023, Lüksemburg

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}