Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Avrupa'nın Göç Politikasında Yeni Dönem: Sıkılaşma ve Çekişmeler

Avrupa'nın Göç Politikasında Yeni Dönem: Sıkılaşma ve Çekişmeler

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

     

     1.)Giriş:

2015'teki büyük göç dalgasının ardından Avrupa Birliği, göç politikalarını gözden geçirme ve güçlendirme ihtiyacıyla karşı karşıya kaldı. Bu süreçte, Avrupa Parlamentosu'nun yeni bir göç anlaşması kabul etme kararı, AB'nin göç yönetimi stratejisinde önemli bir değişiklik olarak öne çıkıyor. Yeni anlaşma, AB'nin sınırlarında filtreleme kampları kurarak, sığınma hakkı olmayan göçmenleri kolayca sınır dışı etme planını içermekte ve daha katı bir göç politikası benimsemektedir.

 

Bu makalede, Avrupa'nın göç politikasında yaşanan bu değişim ve beraberinde getirdiği çekişmeler ele alınacak. Yeni göç anlaşmasının temel ilkeleri incelenecek, sol liberal protestolar ile sağcı yükseliş arasındaki dinamikler tartışılacak ve AB ülkeleri arasındaki göçmen dağılımı ve kotlama konuları ele alınacaktır. Ayrıca, Visegrad Grubu'nun tepkisi, Polonya'daki iç politikadaki yansımaları ve göç anlaşmasının uygulanması sürecinde Polonya'nın tutumu değerlendirilecektir. Son olarak, ulusal kimlik ve küreselcilik arasındaki çatışma ve bu değişimlerin Avrupa Birliği'nin geleceği üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır.

 

2.)Göç Politikasının Tarihsel Arka Planı:

Avrupa'nın göç politikası, son on yılda giderek daha fazla önem kazanan bir konu haline gelmiştir. Ancak, bu politikanın tarihsel arka planı, 2015'teki büyük göç dalgasından öncesine dayanmaktadır.

 

Özellikle Arap Baharı'nın ardından Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan siyasi istikrarsızlık, birçok insanın ülkelerini terk etmesine neden oldu. Savaş, siyasi baskılar, ekonomik zorluklar ve çevresel faktörler, Avrupa'ya yönelik büyük bir göç dalgasının tetikleyicileri arasındaydı.

 

Bu dönemde, Avrupa Birliği'nin göç politikası mevcut durumu ele almakta yetersiz kaldı. Üye ülkeler arasında göçmenlerin dağılımı, sığınma başvurularının işlenmesi, ve AB dış sınırlarının güvenliği konularında birçok zorluk yaşandı. Bu durum, 2015'te Avrupa'yı etkisi altına alan göç krizine zemin hazırladı.

2015 yılında, özellikle Suriye'deki iç savaşın şiddetlenmesiyle birlikte, milyonlarca insanın Avrupa'ya kaçmasıyla birlikte göç krizi doruğa ulaştı. Bu durum, Avrupa'nın mevcut göç politikalarının yetersizliğini ve etkin bir şekilde işleyememesini daha da açığa çıkardı.

 

Bu tarihsel arka plan, Avrupa Birliği'nin göç politikasını sıkılaştırma ve güçlendirme çabalarının temelini oluşturmuştur. Bu çabaların sonucunda, 2024'te kabul edilen yeni göç anlaşması gibi daha katı ve kapsamlı politika önlemleri gündeme gelmiştir. Bu önlemler, Avrupa'nın göç yönetim stratejisinde belirgin bir değişikliği temsil etmektedir.

 

3.)Yeni Göç Anlaşması ve Temel İlkeleri:

Avrupa Birliği, 10 Nisan 2024 tarihinde kabul ettiği yeni göç anlaşmasıyla, göç politikasında önemli değişikliklere gitmiştir. Bu anlaşma, AB'nin sınırlarında filtreleme kampları kurarak, bariz sığınma hakları olmayan göçmenleri kolayca sınır dışı etme planını içermekte ve daha katı bir göç politikası benimsemektedir. Anlaşmanın temel ilkeleri şunlardır:

 

Filtreleme Kampları: AB, sınırlarında göçmenleri değerlendirmek ve sığınma başvurularını işlemek için filtreleme kampları kurmayı planlamaktadır. Bu kamplar, sığınma başvuruları kabul edilmeyen veya bariz sığınma hakları olmayan göçmenleri hızla sınır dışı etmek için kullanılacaktır.

 

Kolaylaştırılmış Sınır dışı Etme Süreci: Yeni anlaşma, sığınma veya oturma izni reddedilen herkesin sınır dışı edilme sürecini kolaylaştırmayı amaçlamaktadır. Bu, AB ülkelerinin göçmenleri daha etkin bir şekilde sınır dışı etmelerini sağlayacaktır.

 

Zorunlu Göçmen Dağılımı ve Kotlama: Anlaşma, AB ülkeleri arasında göçmenlerin zorunlu olarak dağıtılması ilkesini getirmektedir. Ayrıca, fazladan göçmen almayı reddeden ülkeler, AB bütçesine para cezası ödeyerek kota miktarını azaltma seçeneğine sahipler. Bu gelir, AB sınırlarının ve göç kamplarının iyileştirilmesi için kullanılacak.

 

İç Siyasi Krizler: Yeni düzenlemeler, AB ülkeleri içinde siyasi krizlere neden olabilir. Bazı ülkeler, göç anlaşmasının kabul edilmesine karşı çıkabilir ve ulusal yönetimler ile AB arasında gerilimlere yol açabilir.

 

Yeni göç anlaşması, Avrupa Birliği'nin göç politikasında daha katı bir yaklaşım benimsemesiyle dikkat çekmektedir. Ancak, bu politika değişiklikleri sol liberal çevrelerde protestolara ve bazı ülkelerde iç siyasi krizlere yol açmıştır. Göç anlaşmasının uygulanması sürecinde, AB'nin bu politikaları etkin bir şekilde yönetmesi ve üye ülkeler arasındaki çekişmeleri çözmesi beklenmektedir.

 

4.)Sol Liberal Protestolar ve Sağcı Yükseliş:

Yeni göç anlaşmasının kabul edilmesi, Avrupa Birliği içinde sol liberal çevrelerde protestolara neden olmuştur. Bu protestolar, daha katı göç politikalarının insan haklarına ve göçmenlerin refahına zarar verebileceği endişeleriyle motive edilmiştir. Sol liberal gruplar, göçmenlerin haklarını korumak ve onlara daha iyi bir yaşam sağlamak için daha insani bir yaklaşım benimsemeyi savunmaktadır.

 

Ancak, bu protestoların karşısında, Avrupa Birliği'nde sağcı siyasi grupların ve partilerin yükselişi gözlemlenmektedir. Sağcı siyasi partiler, göçmen karşıtı politikalarıyla popülerlik kazanmakta ve sert sınırlama ve sınır güvenliği önlemleri talep etmektedir. Göçmenlerin entegrasyonu konusunda daha katı politikaları savunmalarıyla bilinen bu partiler, göçmenlerin topluma entegrasyonunu sınırlamak ve ulusal kimliği korumak isteyen seçmenlerin desteğini almaktadır.

 

Bu durum, Avrupa Birliği içinde siyasi bir bölünmeye ve çekişmeye yol açmaktadır. Sol liberal çevreler, daha insani ve hoşgörülü bir göç politikası talep ederken, sağcı gruplar ise ulusal çıkarları ve sınırları koruma konusunda ısrar etmektedir. Bu çatışma, Avrupa Birliği'nin iç siyasi dengesini ve göç politikasının geleceğini şekillendirecek önemli bir faktördür.

 

5.)AB Ülkeleri Arasında Göçmen Dağılımı ve Kotlama:

Yeni göç anlaşması, AB ülkeleri arasında göçmenlerin zorunlu olarak dağıtılması ilkesini getirmektedir. Bu ilke, göçmenlerin daha dengeli bir şekilde üye ülkeler arasında paylaşılmasını amaçlamaktadır. Ancak, bu konuda bazı ülkeler arasında çatışmalar ve anlaşmazlıklar yaşanmaktadır.

 

Özellikle Doğu Avrupa ülkeleri, göçmenlerin zorunlu olarak kendilerine atanmasına karşı çıkmaktadır. Bu ülkeler, kültürel, ekonomik ve siyasi farklılıklar nedeniyle göçmenleri kabul etmeye isteksizdirler. Bununla birlikte, bu ülkeler, AB'nin göç politikasının kendilerine dayatılmasını ve ulusal egemenliklerinin ihlal edilmesini eleştirmektedirler.

 

Diğer yandan, Batı Avrupa ülkeleri, göçmenleri daha dengeli bir şekilde paylaşmanın önemini vurgulamaktadır. Bu ülkeler, göçmenlerin yükünün sadece bazı ülkelerin omuzlarında olmaması gerektiğini savunmaktadır. Ancak, bu ülkeler arasında da göçmenlerin kabulü konusunda farklılık gösteren politikalar ve tutumlar bulunmaktadır.

 

Kotlama konusu da AB ülkeleri arasında tartışmalara neden olmaktadır. Bazı ülkeler, belirli bir sayıda göçmeni kabul etmeyi reddederek, kotaları azaltmayı tercih etmektedir. Bu ülkeler, göçmenlerin entegrasyonu ve topluma uyumu konusunda endişeler taşımakta ve ulusal çıkarlarını korumak istemektedirler.

 

Bu durum, AB ülkeleri arasında göçmen dağılımı ve kotlama konusunda çatışmalara ve anlaşmazlıklara yol açmaktadır. Göç anlaşmasının uygulanması sürecinde, üye ülkeler arasındaki bu farklılıkların nasıl çözüleceği ve göç politikasının nasıl şekilleneceği önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

6.)Visegrad Grubu ve Karşıt Görüşler:

Visegrad Grubu, Orta ve Doğu Avrupa'nın dört ülkesi olan Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya'yı içeren bir işbirliği platformudur. Bu grup, özellikle Avrupa Birliği'nin göç politikalarına karşı ortak bir tutum benimsemekte ve birlikte hareket etmektedir.

 

Yeni göç anlaşmasına karşı, Visegrad Grubu ülkeleri ortak bir cephe oluşturmuş ve anlaşmaya karşı çıkmıştır. Bu ülkeler, daha katı göç politikaları benimsemek ve göçmenlerin kabulünü kısıtlamak istemektedirler. Göçmenlerin Doğu Avrupa'ya yönlendirilmesini ve bu ülkelerin ulusal kimliklerinin korunmasını savunmaktadırlar.

 

Özellikle Macaristan Başbakanı Viktor Orban, göç politikaları konusunda sert bir tutum sergilemektedir. Orban, göçmenlerin Macaristan'a girişini engellemek için sınırlarda duvarlar inşa etmiş ve göçmenlere karşı sert önlemler almıştır. Ayrıca, Orban, göçmenleri AB ülkelerine dağıtmayı reddeden bir politika izlemekte ve AB'nin göç politikalarına karşı çıkmaktadır.

 

Visegrad Grubu ülkelerinin bu tutumu, Avrupa Birliği içinde tartışmalara ve anlaşmazlıklara yol açmaktadır. Bu ülkeler, AB'nin göç politikalarını dayatmasına ve ulusal egemenliklerinin ihlal edilmesine karşı çıkmaktadır. Göçmenlerin Avrupa'daki dağılımı ve kabulü konusundaki farklı görüşler, AB ülkeleri arasında siyasi bölünmelere ve gerilimlere neden olmaktadır. Bu durum, AB'nin göç politikalarını etkileyen önemli bir faktördür ve Avrupa Birliği içindeki siyasi dengeyi etkilemektedir.

 

7.)Polonya'daki İç Politikadaki Yansımaları:

Yeni göç anlaşmasının kabul edilmesi, Polonya'da iç politikada önemli yansımalar doğurmuştur. Özellikle Hukuk ve Adalet (PiS) partisi, göçmen kabulü konusunu siyasi gündeminin merkezine yerleştirmiştir ve bu konuda sert bir tutum benimsemiştir.

 

PiS partisi, göçmenleri kabul etmeyi reddederek ulusal kimliği koruma ve güvenliği sağlama konusunda kararlı bir duruş sergilemektedir. Bu tutum, göçmen karşıtı seçmenlerin desteğini kazanmakta ve partinin popülaritesini artırmaktadır. Ayrıca, PiS partisi, AB'nin göç politikalarını eleştirmekte ve ulusal egemenliklerinin AB tarafından ihlal edilmesine karşı çıkmaktadır.

 

Ancak, Polonya'daki iç politikadaki yansımalar sadece PiS partisinin politikalarıyla sınırlı değildir. Göçmenlik konusu, Polonya'da farklı siyasi görüşlere sahip gruplar arasında bölünmelere neden olmuştur. Bazı gruplar, göçmenlerin kabul edilmesini ve entegrasyonunu desteklerken, diğerleri ise göçmen karşıtı politikaları savunmaktadır.

 

Polonya'da göç politikası konusundaki bu bölünme ve anlaşmazlık, iç siyasi gerilimleri artırmıştır. PiS partisinin göçmen karşıtı politikaları, muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları tarafından eleştirilmekte ve protesto edilmektedir. Ayrıca, göç politikası konusundaki farklı görüşler, Polonya toplumu arasında ayrışmaya ve gerilimlere yol açmaktadır.

 

Bu durum, Polonya'da iç siyasi istikrarsızlığa ve bölünmelere neden olurken, aynı zamanda AB ile ilişkilerde de gerilimlere yol açmaktadır. Polonya'nın göç politikasındaki tutumu, AB'nin göç politikalarıyla uyumlu olup olmadığı konusunda tartışmalara neden olmaktadır ve Polonya ile AB arasındaki ilişkileri etkilemektedir.

 

8.)Göç Anlaşmasının Uygulanması ve Polonya'nın Tutumu:

Polonya, yeni göç anlaşmasının uygulanması konusunda kararsızlık içindedir ve anlaşmaya karşı çıkma eğilimindedir. Özellikle Hukuk ve Adalet (PiS) partisi, göçmen kabulü konusunu siyasi gündeminin merkezine yerleştirmiş ve bu konuda sert bir tutum sergilemiştir. Bu nedenle, PiS partisi, göç anlaşmasının uygulanmasına karşı çıkma eğilimindedir.

 

Polonya'nın göç anlaşmasına karşı çıkmasının birkaç nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, anlaşmanın Polonya'nın ulusal egemenliğini ihlal ettiği ve ülkenin göç politikasını AB'nin dayatmalarına bağlı kıldığı yönündeki endişelerdir. PiS partisi, ulusal kimliği koruma ve güvenliği sağlama konusundaki kararlı duruşunu sürdürmekte ve göç politikasında bağımsızlığını korumak istemektedir.

 

Diğer bir neden ise, Polonya'da halk arasında göçmen karşıtı bir atmosferin oluşmasıdır. Göçmen karşıtlığı, Polonya'daki siyasi partiler arasında ve toplumun geniş kesimlerinde yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu durum, Polonya'nın göç politikasında daha katı bir tutum benimsemesine ve göçmenlerin kabulünü kısıtlamasına yol açmaktadır.

 

Ancak, Polonya'nın göç anlaşmasına tamamen karşı çıkması mümkün değildir. Ülke, Avrupa Birliği üyesi olarak AB'nin aldığı kararlara uymak zorundadır ve anlaşmanın bir parçası olarak belirlenen bazı yükümlülükleri yerine getirmek durumundadır. Bu nedenle, Polonya'nın göç anlaşmasının uygulanması sürecindeki tutumu belirsizliklerle dolu olabilir.

 

Göç anlaşmasının uygulanması sürecinde, Polonya'nın tutumu, iç siyasi dengelerin yanı sıra AB ile ilişkileri de etkileyebilir. Polonya'nın göç politikasındaki tutumu, AB ile yaşanan gerilimleri artırabilir ve ülkenin AB içindeki konumunu zayıflatabilir. Ancak, Polonya'nın tutumu, AB'nin göç politikalarının nasıl şekilleneceğini ve Avrupa Birliği'nin geleceğini etkileyen önemli bir faktör olmaya devam edecektir.

 

9.)Ulusal Kimlik ve Küreselciler Arasındaki Çatışma

Ulusal kimlik ve küreselcilik arasındaki çatışma, günümüzde birçok ülkede önemli bir tartışma konusudur. Ulusal kimlik, bir ülkenin vatandaşlarının ortak tarih, kültür, dil ve değerlerindeki birliği ifade ederken, küreselcilik ise uluslararası işbirliği, küresel bağlantılar ve evrensel insan haklarına vurgu yapar.

 

Bu iki kavram arasındaki çatışma, özellikle göç, kültürel çeşitlilik ve uluslararası ilişkiler gibi konularda belirgin hale gelmektedir. Göçmenlik konusunda, ulusal kimlik savunucuları, göçmenlerin entegrasyonunu sınırlamak ve ulusal kültürü korumak isterken, küreselciler, göçmenlerin haklarını savunarak hoşgörü ve çok kültürlülüğü desteklerler.

 

Benzer şekilde, uluslararası ilişkilerde, ulusal kimlik savunucuları, ülkenin çıkarlarını önceleyerek egemenlik ve bağımsızlığı korumak isterken, küreselciler, uluslararası işbirliğini vurgulayarak küresel sorunların çözümünde uluslararası toplumun önemini vurgularlar.

 

Bu çatışma, birçok ülkede siyasi ve toplumsal düzeyde görülmekte ve farklı görüşlere sahip gruplar arasında gerilimlere neden olmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlarda, ulusal kimliklerin ve kültürel farklılıkların korunması ile birlikte, küresel işbirliği ve entegrasyonun nasıl dengeleneceği önemli bir tartışma konusudur.

 

Bu çatışmanın çözümü, denge ve uzlaşı arayışını gerektirir. Ulusal kimlik ve küreselcilik arasında sağlıklı bir denge kurularak, ulusal çıkarların korunması ve küresel sorunların çözümü için işbirliğinin teşvik edilmesi mümkündür. Bu, hem ulusal toplumların hem de küresel toplumun refahı için önemli bir adımdır.

 

10.)Sonuç ve Değerlendirme:

a) Sonuç

Göç politikaları, ulusal kimlik ve küreselcilik arasındaki çatışmanın önemli bir odak noktası haline gelmiştir. Yeni göç anlaşması ve bu anlaşmanın uygulanması, bu çatışmanın derinleşmesine ve Avrupa Birliği içinde siyasi gerilimlere yol açmıştır. Özellikle Polonya gibi Doğu Avrupa ülkeleri, ulusal kimliklerini koruma ve göçmenleri sınırlama konusundaki kararlı duruşlarıyla dikkat çekmektedir.

Göç politikalarının ulusal kimlikler üzerindeki etkisi, iç siyasi dengeleri ve toplumsal gerilimleri etkilemektedir. Polonya'da Hukuk ve Adalet (PiS) partisinin göçmen karşıtı politikaları ve ulusal kimlik vurgusu, siyasi arenada tartışmalara neden olmuş ve AB ile ilişkileri gerilimli hale getirmiştir.

Ancak, küreselcilik ve uluslararası işbirliği de önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Ulusal kimliklerin korunması ve ulusal egemenliğin vurgulanmasıyla birlikte, uluslararası toplumun ortak çıkarlarına yönelik işbirliği ve entegrasyonun sağlanması önemlidir.

Sonuç olarak, göç politikalarıyla ilgili ulusal kimlik ve küreselcilik arasındaki çatışma, Avrupa Birliği'nin iç siyasi dengelerini etkileyen ve AB'nin geleceğini şekillendiren önemli bir faktördür. Bu çatışmanın çözümü, denge ve uzlaşı arayışını gerektirmekte olup, ulusal çıkarların korunmasıyla birlikte küresel işbirliğinin teşvik edilmesi önemlidir. Bu, Avrupa Birliği'nin güçlü ve sürdürülebilir bir geleceğe doğru ilerlemesinde kritik bir rol oynayacaktır.

 

b) Değerlendirme

2015'teki büyük göç dalgasından sonra, Avrupa Parlamentosu dokuz yıl sonra hala göç politikasını sıkılaştırmaya karar verdi. 10 Nisan'da kabul edilen yeni göç anlaşması, AB'nin sınırlarında filtreleme kampları kurarak, bariz sığınma hakları olmayan göçmenleri kolayca sınır dışı etme planını içeriyor. Ayrıca, sığınma veya oturma izni reddedilen herkesin sınırdışı edilme sürecini kolaylaştırıyor.

 

Bu yeni politika, AB'nin önceki göç politikasının aksine daha katı bir yaklaşım benimsemesiyle dikkat çekiyor. Bu nedenle, sol liberal çevrelerde protestolara yol açtı. Avrupalı ​​parlamenterlerin, göçmenlerin refahı için böyle bir adım atmaları şaşırtıcı oldu. AP seçimleri öncesinde, merkez sağ ve merkez sol partilerden oluşan iktidar koalisyonu, sağcı siyasetçilerin yükselmesini önlemek için harekete geçti. Bunun sonucunda, Avrupalı ​​Muhafazakârlar ve Reformcular arasında popülerlik kazanan sağcı gruplara karşı bir hamle yapıldı.

 

Yeni düzenlemeler aynı zamanda AB ülkeleri arasında göçmenlerin zorunlu olarak dağıtılması ilkesini de getiriyor. Ayrıca, fazladan göçmen almayı reddeden ülkeler, AB bütçesine para cezası ödeyerek kota miktarını azaltma seçeneğine sahipler. Bu gelir, AB sınırlarının ve göç kamplarının iyileştirilmesi için kullanılacak. Ancak, bu durum, göçmenlerin daha gelişmiş Batı ülkelerine yönlendirilmesinin Doğu Avrupa'daki sağcı politikacılar arasında tartışmalı bir konu olmaya devam etmesine neden oluyor.

 

Visegrad Grubu, daha önce Ukrayna'ya verilen desteğe ilişkin bölünmüş durumdan sonra tekrar bir araya gelerek, özellikle Batı Avrupa'nın ağırlıklı olarak oylarıyla kabul edilen yeni anlaşmaya karşı birleşik bir cephe oluşturdu. Slovakya Dışişleri ve Avrupa İşleri Bakanı Juraj Blanar, ülkesinin yeni göç ve iltica politikasını açıkça reddettiğini belirtti. Macaristan Başbakanı Viktor Orban ise karakteristik üslubuyla, "Soros imparatorluğu"nun dayattığı yeni göç kurallarına karşı "elleri, ayakları ve dişleriyle" mücadele edeceklerini ve Macaristan topraklarında "getto" oluşturmayacaklarını söyledi.

 

Çekya'da Ulaştırma Bakanı Martin Kupka, Avrupa Parlamentosu'nun göç anlaşmasını onaylamış olsa bile, Prag'ın kendisini göçmen kabul etmekle yükümlü görmeyeceğini vurgulamıştı.

 

Polonya'da, Avrupalı ​​parlamenterlerin kararı ciddi bir iç siyasi krize yol açabilir. Geçen yıl iktidarı kaybeden Hukuk ve Adalet (PiS) partisi, göçmen kabulü konusunu siyasi gündeminin merkezine yerleştirdi. PiS temsilcileri, Varşova'yı yabancı ülkelerden belirli sayıda insanı kabul etmeye zorlayacak bir göç anlaşmasını kabul etmeye niyetlenirken, Avrupa Birliği liderliğini eleştirmeye devam etti.

 

PiS, göç kotalarına ilişkin normun benimsenmesini engellemek amacıyla bu konuda referandum bile başlattı. Referandum, 15 Ekim 2023 parlamento seçimleriyle birlikte gerçekleşti. Ancak, katılım yüzde 50 oranının altında kaldığı için sonuçlar bağlayıcı olmadı.

 

Polonya'yı yöneten koalisyonun temsilcileri, destekçilerine referanduma katılmamaları çağrısında bulundu ve bu çağrılar yanıt buldu. Polonya'da 7 Nisan'da yapılan yerel seçimler, PiS'in pozisyonunun hala güçlü olduğunu gösterdi. Başbakan Donald Tusk liderliğindeki Sivil Koalisyon dokuz voyvodalıkta, PiS ise yedi voyvodalıkta zafer kazandı. Ancak, Sivil Koalisyon %31,9'luk oy oranıyla PiS'in hala gerisinde kalmış durumda. Avrupa Birliği'nin dış sınırlarında bulunan voyvodalıklarda "Hukuk ve Adalet “in kazanması, Belarus üzerinden gelen yasadışı göçmenlerin etkisini göstermektedir.

 

Göç anlaşmasının kabul edilmesinin ardından, PiS parlamento grubunun başkanı Mariusz Blaszczak, aslında Avrupa Parlamentosu'nun kararını sabote etme sözü verdi: "Sizi temin ederim ki, Hukuk ve Adaletin iktidara sahip olduğu yerel yönetimler, göç anlaşmasını kabul etmeyecektir, göçmenler için.

 

Bu durumda, cumhuriyetin mevcut hükümeti zor bir ikilemle karşı karşıya: Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanan göç anlaşmasının sıkı bir şekilde uygulanması, Polonya toplumunda göçmen karşıtlığının artmasına ve buna bağlı olarak sağ kanadın popülaritesinin artmasına neden olabilir. Donald Tusk, Varşova ve Brüksel arasındaki ilişkileri seçimler öncesinde iyileştirme sözü verse de, muhalefete karşı gelmek ve Avrupa Birliği ile bir çatışmaya yol açmak riskiyle karşı karşıya.

 

Tusk şimdiye kadar göç anlaşmasına karşı dikkatli bir tavır sergiledi ve bunun Varşova için kabul edilemez olduğunu belirtti. Başbakan, "Polonya, Avrupa Parlamentosu tarafından göç anlaşmasının kabul edilmesine rağmen göçmenlerin hareketine ilişkin bir mekanizmayı kabul etmeyecek" şeklinde açıklama yaptı. Ancak eski Avrupa Konseyi Başkanı'nın Brüksel bürokrasisine karşı mücadelesinde PiS içindeki siyasi muhalifler kadar tutarlı olması beklenemez. Tusk'ı tanıyanlar, Polonya siyasetinin "kurnaz tilkisinin" uzlaşma yolunu tercih edeceğini düşünebilir; anlaşmanın hükümlerine uyulacak ancak hükümet göçmen kabul kotasını mümkün olduğunca azaltmaya çalışacak ve bu da yerel topluluğu rahatsız etmeyecek.

 

Göç anlaşmasını çevreleyen tutkular, Avrupa Birliği'nin sol liberal elitlerin liderliğinde bir süper devlete doğru ilerlemesinin "birleşik Avrupa"nın gelişmesinde bir tıkanıklık olduğunu bir kez daha gösteriyor. Güçlü bir ulusal kimliğe sahip olan Doğu Avrupa ülkeleri, Batı Avrupalı ​​küreselcilerin oyununun kurallarını kabul etmek istemiyorlar.

 

Ancak ulusal yönelimli hükümetlerin küresel diktatörlüğe karşı giderek daha az etkili bir aracı var. Göç anlaşmasının Visegrad Grubu ülkelerinin onayı olmadan kabul edilmesi, AB üyelerinin ulusal çıkarların korunmasına ilişkin kilit alanlarda veto yetkilerini kaybetmeleri nedeniyle mümkün oldu. Bu da Avrupa kıtasındaki sorumlu siyasetçilerin, ülkelerinin anti-ulusal Brüksel bürokrasisinin yönetimi altında olmasının mantıklı olup olmadığını düşünmelerini sağlamalı.

 

12 Nisan 2024 Lüksemburg

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}