Şafiiler Camii'nin sırları
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Erzurum'un asırlardır ayakta kalan mimari harikası Şafiiler
Camii, sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda tarih ve kültürün kucaklaştığı bir merkezdir. Bu eşsiz
yapının duvarları, şehrin geçmişten bugüne kadar olan hikayesini sessizce
fısıldar. Ancak, onun koridorlarında yankılanan bu hikayeleri anlamak için dikkatle dinlemek gerekir.
Camii, zamanla birçok önemli devlet adamı, ilim insanı ve kahramanın ağırlığına tanık oldu. Miralay Cibranlı Halit Bey gibi değerli şahsiyetler, bu kutsal mekânda hem ibadet ettiler hem de şehrin kaderini şekillendiren kararları burada aldılar. Bu nedenle, Şafiiler Camii'nin sadece taş duvarlarından ibaret olmadığını, aynı zamanda şehrin hafızasını da barındırdığını söylemek mümkündür.
Diplomatik bir perspektiften bakıldığında, Şafiiler Camii'nin tarihi değeri, sadece Erzurum için değil, aynı zamanda Anadolu'nun ulusal kültür mirası için de vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bu nedenle, bu eşsiz yapıya gereken saygıyı göstermek ve onun sırlarını korumak, sadece yerel bir sorumluluk değil, aynı zamanda ulusal bir görevdir.
19 Ağustos 1977: Şafiiler Camii'nde Tarihi Bir Hutbenin Yankıları
Erzurum'un tarihsel dokusunu yansıtan Şafiiler Camii,
ağustos ayının baskın sıcaklığında, avlusuyla serinlik arayanlara nazik
bir sığınak sunuyordu. 19 Ağustos 1977 Cuma günü, sabahın ilk
ışıklarının beraberinde cami, cemaatin teveccühüyle doldu. Bu kadim yapının içerisinde, Cuma namazını eda etmek üzere bir araya gelen
inançlı kalabalığın sayısı, Hacı Abdulbaki Yazıcıoğlu'nun kıymetli
hutbesini sunacağı müjdesiyle birlikte ivme kazandı.
Camideki her bir göz, ona dikkatle bakıyordu. Tüm yüzler, bu bilge alimin sözlerinden feyz almayı bekliyordu. “Ey
muhterem cemaat," diye seslenişinin yankısı caminin her bir köşesini kapladı,
"Ben, bu toprakların bereketli rüzgarlarıyla büyümüş, Melle Ömer'in oğluyum. Babam, bu bereketli topraklarda bilgelikle anılan, dini ilimlerde derinleşmiş
bir alimdi. Onun ayak izlerinde yürümeye çalışarak, sizlere
doğru bilgiyi aktarmaya çalışıyorum."
Cemaat, bu önsözle daha da dikkat kesildi. Zatı alileri, Tekman'ın kalkınma ihtiyaçlarına değinerek konuşmasına devam etti: "Muhterem kardeşlerim, topraklarımızda Tekman'ı diğer ilçelerle birleştirecek bir tünelin yapılmasına ne kadar ihtiyaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu tünel,
sadece bir yoldan ibaret değil, bir umut yolu olacak. Hem ticareti canlandıracak hem de Tekman'ın izolasyonunu kırarak, bizi daha
geniş bir cemaatle, daha büyük bir ümmetle buluşturacaktır."
Tünelin sadece fiziksel bir katkı sağlamayacağını, toplumu bir araya getireceğini vurguladıktan sonra, Said’i Nursi'nin eğitimle ilgili öğretilerine değindi: "Said’i Nursi Hazretleri der ki, 'İlim ve irfan, bir milletin kalkınmasındaki en büyük etkendir.' Ve bu kalkınmanın temelinde eğitim yatar. Gençlerimize, yarının büyüklerine, çocuklarımıza eğitimi nasıl
sevdireceğimizi, onları nasıl ilme teşvik edeceğimizi düşünmeliyiz. Eğer
Tekman tüneli gerçekleşirse, bu eğitim yolculuğunda çocuklarımıza daha çok olanak sağlayabilir, onları daha aydınlık yarınlara, daha
geniş ufuklara taşıyabiliriz."
Hacı Abdulbaki'nin bu vizyoner ve bilgelik dolu hutbesi, cemaati hem manevi olarak aydınlattı hem de Tekman'ın
geleceği için umutlandırdı.
Hacı Abdulbaki Yazıcıoğlu hazretleri, sadece Erzurum'un
sınırlarını aşarak bölge genelinde öne çıkan bir İslam alimi olarak
bilinirdi. Melle Ömer'in değerli evladı olan mübarek, babasının ilimdeki izlerini takip ederek, dini derinliklerde kendine
sağlam bir yer edinmişti. Onunun en derin saygısını kazanan,
İslam'ın ışığında
yürüyen ve Şafii mezhebinin nuruyla aydınlanmış tarihî
derinliğe sahip olan Miralay Cibranlı Halit Bey'di; Rabbimizin yolunda ilerleyen bu seçkin alim, her zaman bir örnek teşkil
etmiştir. Hacı Abdulbaki Yazıcıoğlu hazretleri minbere adım attığında, camiye sığınmış yüzlerce göz, ona dikkatle
bakıyordu.
Onunun hutbesi, tarihinin en kritik dönemlerinden birinde Erzurum'u Rus işgalinden kurtarmada kilit bir rol oynayan
Miralay Cibranlı Halit Bey'i anımsatıyordu. Zatı alileri derin bir nefes
alarak şöyle dedi: “Ey aziz cemaat, bu kutsal topraklarda bir zamanlar, Rus
işgalinin pençesinde
kıvranan şehrimizi
kurtarmak için canla başla mücadele eden bir yiğit vardı. O, İslam'ın ışığında yürüyen, Şafii mezhebinin nuruyla aydınlanmış
olan Miralay Cibranlı Halit Bey'di. Onun cesareti, dirayeti ve önderliği
sayesinde, bu topraklar yeniden ezanlarla, salavatlarla yankılanmaya başladı. O, yalnızca bir askeri lider değil, aynı zamanda bu şehrin tarihine yön veren bir
bilgeydi." Cemaatin yüzünde derin bir saygı ifadesi vardı. Miralay Cibranlı Halit Bey, Erzurum'un Rus işgalinden kurtuluşunda önemli bir simge haline gelmişti ve onun adının anılması, cemaatte hem
minnet duygusunu hem de tarihsel bir gururu canlandırmıştı. Şafiiler Camii'nde o gün, tarihin sayfalarından süzülen kahramanlıklar, geleceğe taşınan bir miras olarak
hatırlatıldı.
Miralay Cibranlı Halit Bey, 1882'de Varto'da, Cıbran Aşireti'nin lideri Mahmut Bey'in evladı olarak dünyaya gelmişti. İstanbul'da aldığı eğitimle
sadece kendi aşiretinin değil, bölgenin de gururu
olmuştu. Aşiret Mektebi'nden sonra Harbiye Aşiret Sınıfı'na ve daha sonra Erkan-ı Harp Mektebi'ne kabul edilen tek Kürt olarak tarihte önemli bir yere sahipti. Onun Şafii mezhebine olan bağlılığı
da dinî anlamda derin bir bilgisi olduğunu gösteriyordu. Hacı Abdulbaki Yazıcıoğlu Hazretleri’nin Miralay Cibranlı Halit Bey'e olan derin saygısı, Halit Bey'in bu eşsiz
başarılarından ve ilmi derinliğinden
kaynaklanıyordu.
Hacı Abdulbaki Yazıcıoğlu hazretlerinin ilmi
yeterliliği ise sadece dini ilimlerle sınırlı değildi; Kürtçe, Türkçe,
Arapça, Farsça ve Zaza’ca olmak üzere beş dilde ustalaşmıştı. Bu dilsel becerisi, onun toplumun farklı kesimleriyle iletişim kurma kabiliyetini artırıyor ve saygınlığını daha da pekiştiriyordu. Bu çok dillilik, onun öğretilerini daha geniş bir kitleye ulaştırmasına olanak sağlıyordu.
Tarihi Şafiiler Cami’si, o yaz akşamında müthiş bir kalabalıkla dolmuştu. Hacı Abdulbaki Yazıcıoğlu'nun konuşacağı bir hutbe için herkes yerini almıştı. Genç-yaşlı, kadın-erkek, her kesimden insanın gözleri minberdeki yerini almış
vaize çevrilmişti.
Hacı Abdulbaki hazretlerinin minbere çıktığında, cemaatin
nefesleri kesilmişti. Derin bir sessizlikle, "Ey muhterem cemaat," diye başladı, "Bugün sizlere, İslam'ın üzerinde sıkça durduğu ve toplumumuz için büyük bir tehlike oluşturan bir konu üzerinde durmak istiyorum: Kafir,
münafık ve müşrik arasındaki ince farklar."
Cemaat dikkatle dinliyordu.
"Kafir, İslam'ın iman esaslarını inkâr edendir," dedi Hacı
Abdulbaki. "O, belki Allah'ı inkâr etmez, ancak Hz. Muhammed’in getirdiği dinin kesin hükümlerinden birini veya birkaçını
reddedebilir."
"Müşrik, Allah'ın varlığını kabul eder ama O'na ortak koşar," diye devam etti. "O, bir yandan Allah'a inanırken
diğer yandan başka ilahlarla aracılar kabul eder."
Sonra derin bir nefes alarak ekledi, "Fakat münafık, hepsinden farklı ve belki de en tehlikelisi. O, İslam'ı reddettiği halde bunu gizler ve Müslümanmış gibi davranır. Kur'an, münafıkları cehennemin en alt tabakasında olacaklarına dair uyarmıştır."
Camide bir hüzün havası vardı. Zatı alileri, "Kardeşlerim,"
diye seslendi, "Bunu bilmek, aramızdaki münafıkları öğrenmek için değil;
kendi iç dünyamızı sorgulamak, samimiyetimizi test etmek için önemlidir."
Sessizlikle, "Kur'an’da belirtildiği üzere, münafıkların
cehennemdeki yeri, diğer kafirlerden ve müşriklerden daha
aşağıdadır. Bu, onların ikiyüzlü davranışları, samimiyetsizlikleri ve Müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışmaları nedeniyledir."
dedi.
Hutbenin sonunda, cemaatin yüzlerinde derin bir düşünce ifadesi
vardı. Herkes, kendi iç dünyasını sorgulamaya başlamış, münafıklık, küfür
ve şirk konusunda bilgilenmişti. Hacı Abdulbaki
Yazıcıoğlu Hazretleri'nin hutbesi, bir kez daha İslam'ın derin
öğretilerinin ve uyarılarının ne kadar önemli olduğunu
hatırlatmıştı.
14 Kasım 2020, Seoul