Bilal Çınar, Mîrê Tatosê
Bilal amca,
Çocukluğumda o senin temiz ellerinde kaynattığın karanfil kokulu çayını Bülent’le birlikte çok içtim.
Seni her gördüğümde beni evladın Bülent gibi bağrına bastığın için sana saygı duydum.
Benle evladın Bülent arasında hiç ayrım yapmazdın. Kahvende ikimizin de senin yakmış olduğun o Lüks lambanın ışınları altında ders çalışmamızı gayretle sağladığın için, hep sana teşekkür borçluyum. Biz bir köşede ders çalışırken, sen bizleri kontrol ederdin. Bizler ders çalışırken yanımıza başkalarının gelip bizi rahatsız etmesini de hep önlerdin, bunları unutmak mümkün mü?
Sen her gün gazete okurdun, dünya siyasetiyle ilgilenirdin. Bir gün Ali Beyköylü’nün bana vermiş olduğu Rızgari başlıklı dergiyi, ders masasında okuduğumu görünce hemen beni yanına çağırdın.
-’’Ümid ben sana Bülent’le ders çalış diyorum, ev ödevlerinizi yapın, daha sonra Rızgari dergisini okursunuz’’ diyip, dergiyi elimden alıp o çay ocağının yanında masanın üzerine koyarak senin o dergiyi derin derin okumaya başladığını görünce hayretler içerisinde kalmıştım.
Aradan takriben iki saat gibi bir müddet geçtikten sonra yine yanımıza geldin. Bu kez yanında Karabey (Mehmet Ali Üner) vardı. Ona Fizik ödevlerini doğru yapıp yapmadığımızı kontrol ettirdin. Karabey aferin doğru yapmışlar dedikten sonra, Karabey’i yanımızdan taktiksel uzaklaştırıp başka bir masaya oturttun. Ve ona çay ikram ettin, bize de dergiyi bir gazetenin içerisinde geri getirerek,’’hadi gidin bunu da arkada sessiz okuyun, içinde iyi şeyler yazıyor, ama okula öncelik verin. Kimse bu dergiyi okuduğunuzu görmesin’’ cümlelerini kulağımıza sessizce anlattığını hiç unutmadım.
Evet, Karabey Tortumluydu, Türk’tü, tabidir ki onun o dergiyi okuduğumuzu bilmesini istemiyordun, biz o dergiyi o zaman okuduktan sonra tarih kitabının içerisinde sakladık, daha sonra Ali Beyköylü’nün evinde akşam derginin içeriğiyle ilgili tartıştık.
Ertesi günü tartışmayı sana anlattığımızda, hatırladığım kadarıyla Cemal Dudi’nin otobüsüyle bize Erzurum’dan günlük gazete getirttiğini söyledin. Bize gazeteyi kahvede sesli okuturdun ki, müşterilerde dünyada olup bitenlerden haberdar olsun. Okuma alışkanlığımız yükselsin. Bunları unutmak mümkün değil. Gazeteleri sesli okumamızı bize alıştırdığın için bunun çok faydasını gördüm. Halen bazen kitap bile sesli okurum.
Bilal Amca,
Hatırlıyor musun, babamla sizin beyler sebepsiz nedenlerle 1971 yılında kavga etmişti. Babam bu kavgada haksızdı, eline bir kazma sapı almış, Lütfü amcanın üzerine yürüyordu. Hacı Şabdin bastonuyla Lütfü amcanın koluna vurdu, kavgayı önledi. Babama da toplumun içerisinde bağırdı, Li darê destê şaredarê me binêre. Darika xwe girt destê xwe û li Tatosê kete nava şer. Babamın elindeki sopayı işaret ederek. ’Bakın Reisimizin Sopasına bakın’’ diye. O zaman sen babamın yanına geldin, kavgayı yatıştırdın, daha sonra akşam üzeri Lütfü amca ve İhsan amcanın (Gamişionun Babası) cayırlarından babamın o günlerde Tekelden satın aldığı Şırıkın Atı ve Diğer Atlar için ot verdin. Kahveye Babamı da çağırarak o dürüst dostlarımızla tekrar barıştırdın, bu insani duruşunu unutmak mümkün mü Bilal amca?
Bilal Amca,
Bildiğin gibi hem ben ve hem ‘de Bülent hep dört nala at koştururduk. Babamın güzel bir rahvan atı vardı. Ona hep ben binerdim. Yarışlarda da hep birinci gelirdi bizim rahvan. Ayrıca yörenin meşhur Firarı Şırık’ın Atlarını babam inhisardan satın almıştı. Şırık atlarını bizden geri almak istiyordu. Babamı ikna ettin. Babam Şırıkın atına Bülent ve beni bindirerek garmışkan mevkiinde Şırıka atları geri gönderdi. O devletin yıllarca aradığı ama bir türlü yakalayamadığı meşhur dağlar kıralı eşkıyalar eşkıyası Şırıkı garmışkan mevkiinde gördüğümde, hayretler içinde kalmıştım. At bizi direk olarak o meşhur şakinin yanına kendi götürdü. Şırık gözlerimizi öperek, bizlere hem atının inhisardan satın alınma ücretinin iki kat fazlasını ödedi ve hem‘de küçük bir harçlık vererek atını teslim aldı. O zaman Şırıka çok saygı duydum.
Bilal amca,
Zatı alileriniz 1974’li yıllarda babamdan küskündü, İlhami ise aniden çok rahatsızlaşmıştı, hastaydı. Belediyenin makam aracından başka hasta taşıyacak araç Tekman’da yoktu. Babam hemen sana benimle haber gönderdi, İlhami’yi hazırlasın, Erzurum’a Hastahaneye götürüyoruz diye. Sen ve ben arabanın arkasına İlhami’nin yanına oturduk. Sırrı Çınar amca da arabanın önüne oturmuştu. İlhami’yi gece saat 23’te Erzurum Numune Hastahanesine kavuşturduk. O gece hiç unutmuyorum babama dedin ki “Reis bey dost bugünde belli olur, İlhami’yi sırtına alıp buraya kadar getirirdin, bunu hayatım boyunca unutmam mümkün değil’’. Hepimizin gözleri dolmuştu, babamda sana ne mutlu ki bana kaybetmeyi göze alamayaçak kadar az dostum var. Bu güzel insanlardan biri de sensin dostum diye cevap vermişti.
Bilal amca,
Tekman’da seni en son 2007 yılında görme olanağına sahip oldum. Ben senin elini öperken bana sarıldın, sen de benim için Bülent’sin, Bülent’ten farkın yok dediğinde, ikimizin de gözleri Hasan Sarıka’nın kahvesinde dolmuştu. Bilal amca hakkını helal et, benim okumam için bana çok örnek oldun, akıl verdin.
Değerli okuyucularım bu dünya kimseye kalmıyor.
Baba dostum, değerli büyüğüm Mîre Tatosê Bilal Çınar’ın da rahmetli olduğunu bugün hüzünle Zümrüt Karaca’dan öğrenmiş bulunmaktayım. Toprağı bol olsun. Allah gani gani rahmet eylesin. Yakınlarına da başsağlığı dilerim. Ruhuna Fatiha okumanızı, sizden de rica ediyorum.
Bilal amca,
Acımasız hayat damarlarımda, tebessümünü görsem yeter. Ama emri ilahi tecelli etmiş, buna karşı çıkmak mümkün değil. Ruhun Şad, mekânın Cennet olsun.
21 Kasım 2011, Berlin