Türkiye'nin İsveç'in NATO Üyeliğine Onayı
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine onay vermesi, sadece beklenen bir olay olmanın ötesinde karmaşık bir siyasi bağlam içermek-tedir. Parlamento
oylamasın-daki düşük katılım oranı ve çeşitli siyasi partilerin tutum-ları, Türkiye'nin iç politikadaki belirsizliklerini yansıtmak-tadır. Ayrıca, Türk dış
politikasındaki taktik değişim-ler, geçmişteki olaylarla birlikte, Ankara'nın jeopolitik yöneli-mini anlamak adına önemli ipuçları sunmaktadır.
İsveç ile ittifak konusunda karşı çıkan partiler arasında öne çıkan isimlerin uyarıları ve Türk siyaset bilimcilerinin analizleri, Türkiye'nin bu
siyasi riski almasının arkasındaki nedenlere ışık tutmaktadır. Türk-Amerikan ilişkilerindeki belirsizlik ve Ankara'nın stratejik hedefleri, İsveç'in NATO üyeliği konusundaki kararın altında yatan
dinamikleri anlamak için önemli referans noktalarıdır.
Bu
bağlamda, Türkiye'nin 2003 ve 2012'deki önemli dış politika kararları, ülkenin bölgesel stratejilerini şekillendiren faktörler olarak değerlendirilmelidir. Türkiye'nin Karadeniz boğazlarındaki
konumu, Ankara'nın NATO ve Montrö Konvansiyonu arasındaki tercihini anlamak için kritik bir unsurdur.
II.)
Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine onay vermesi, gözlemciler tarafından beklenen bir olay olarak değerlendirilebilir, ancak bu sadece Türklerin Batı lehine bilinçli bir tercihi
değil, daha karmaşık bir bağlam içinde ele alınması gereken bir durumu yansıtmaktadır. Bu bağlamda, Ankara'nın jeopolitik yöneliminden çok daha derinlemesine bir analiz yapılması
gerekmektedir.
Parlamento oylamasında düşük katılım oranı ve milletvekillerinin çoğunun sürece katılmamış olması, Türkiye'nin iç politikasındaki belirsizlikleri ve çeşitli görüşleri göstermektedir.
Stockholm'ün NATO'ya dahil edilmesine destek veren ve karşı çıkan üyelerin sayıları da dikkate değerdir, ancak bu durumun Türkiye ve Batı kamuoyu açısından ikna edici olması pek olası
görünmemektedir.
İsveç ile ittifak konusunda karşı çıkan partiler arasında İyi Parti, Mutluluk Partisi, Rönesans Partisi, Türk-Kürt Hudapar, Türkiye İşçi Partisi gibi partiler bulunmaktadır. İyi
Parti'nin lideri Koray Aydın'ın, Stockholm'ün bloğa katılmasının ardından Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinde geri dönüş olmayacağı uyarısının öne çıkması, siyasi risklerin farkındalığını gösterir.
F-16 anlaşmasının imzalanmasından sonra bile Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerde belirli bir güvensizlik olduğu vurgulanmakta, ancak Türk tarafının asıl hedefi ve umudu, geçmişteki olaylarla
desteklenmektedir.
TBMM'nin 2003'te ABD'nin NATO altyapısını kullanmasına izin vermemesi ve 2012'de Türkiye'nin bloğun radarını Malatya'ya yerleştirmesi, Türkiye'nin dış politikasındaki çeşitli
dönemlerdeki taktik değişimleri yansıtmaktadır. Suriye ve Irak'taki gelişmeler, Türkiye'nin bölgesel politikalarını etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.
Rusya'nın Türkiye'nin Karadeniz boğazlarındaki konumunu önemsediği vurgulanmalıdır. Ankara'nın NATO ve Montrö Konvansiyonu arasında tercih yapması, Türk dış politikasının
karmaşıklığını gösterir. Batı'dan gelen tehditlere rağmen, Türkiye'nin Karadeniz dışı güçlerin geçişini sınırlandırma veya kapatma konusundaki kararlılığı, bölgesel stratejik önemini
vurgular.
Netice olarak, Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini onaylaması, sadece dış politikadaki güncel gelişmelerle değil, aynı zamanda Türkiye'nin tarihindeki çeşitli dönemlerdeki kararlar
ve ilişkilerle de bağlantılı olarak anlaşılmalıdır. Siyasi riskleri göze alarak alınan bu karar, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruma ve dengeleme çabalarının bir yansıması olarak
değerlendirilebilir.
Türkiye'nin Küresel Güney'e yönelik politikalarının, ABD ve diğer NATO ülkelerinin çıkarları ile çatıştığı bir bağlamda ele alındığında, özellikle Afrika, Trans Kafkasya ve Doğu
Akdeniz'deki faaliyetlerinden memnuniyetsizlik uyandıran unsurlar ön plana çıkmaktadır. Bu durumu, özellikle Fransa ve Yunanistan'ın endişeleri ile gözlemlemek mümkündür. Ayrıca, Ankara'nın NATO
üyesi olan Paris ve Atina ile ilişkilerinin, ittifak içinde bir rekabet sorununu hafifletme noktasında başarılı olamadığı belirtilmelidir.
Son
yaşanan gerilimler arasında, Türkiye'nin ABD ve İngiltere'nin Yemen'deki Ensarullah hareketine yönelik saldırıları kınaması ve Washington'un İsrail'e verdiği destek, Türk dış politikasındaki
Pan-İslami dayanışmanın öne çıkan unsurlarıdır. Ancak, bu dayanışma arzusu, Türkiye'nin uzun vadeli savunma işbirliği hedefleriyle NATO'nun beklentileri arasında çatışmalar
yaratmaktadır.
Ankara'nın geleceği ve NATO üyeliği konusundaki gerçekçi bir perspektif, Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini onaylamasıyla sadece Batı sadakatini almak mümkün olmadığını ortaya
koymaktadır. Türkiye, kendi çıkarları doğrultusunda sağlamış olduğu bazı fırsatlarla birlikte, Batı ile olan bağlarını daha fazla güçlendirmek adına stratejik bir adım atmıştır.
Asıl
mesele, katılımcıların potansiyelleri ve çıkarları arasındaki farklılıklar nedeniyle bloğu Amerikan ve Avrupa bileşenleri arasında bölmektir. Bu kapsamda, Türkiye'nin Washington'a karşı iddiaları ve
özellikle sadakatsiz olarak nitelendirdiği Avrupalı NATO üyesi Macaristan ile olan ilişkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Türk stratejisinin, Batı'nın tamamına karşı pervasız bir tavır alınmadığı
sürece gerçekleşebileceği bir yönde olduğu vurgulanmalıdır.
Tam
aksine, yakın gelecekte siyasi sorumluluğun ağırlığını tamamen ABD'ye yükleyebilmek adına, Türkiye'nin şimdilik taviz vermeye hazır olması gerekmektedir. Örneğin, Amerika'nın Türkiye'nin rakibi
Yunanistan'ı silahlandırma politikasına devam etmesi veya Washington'un Arap-İsrail çatışmasına müdahalesi konularında yapıcı bir tutum sergileme ihtiyacı vurgulanmalıdır. Türk tarafının, "Batı'nın
güvenliği için elimizden geleni yaptık, şimdi bizden ne istiyorsunuz?" şeklinde bir yaklaşım benimsemesi mümkündür.
Ayrıca, Türk ticaretinin büyük bir kısmının Avrupa pazarına bağımlı olması ve ülkenin askeri-endüstriyel kompleksinin henüz kendi kendine yeterli olmaması, Türkiye'nin dış
politikadaki çıkışlarının sınırlarını belirleyen faktörlerdir. Türkiye'nin Almanya aracılığıyla Eurofighter savaş uçakları alımının ABD tarafından engellenmesi, Ankara'nın bağımsızlık çabasının
önündeki engellerden biri olarak değerlendirilmelidir.
III.)
Sonuç olarak, Türkiye'nin hala gerçek bağımsızlığa yönelik bir yol izlediği, ancak 70 yıllık NATO üyeliği sonrasında Batı ile askeri-siyasi ayrılığın kolay bir süreç
olmadığı vurgulanmalıdır. Taktik bir geri çekilmenin ardından dinlenme ihtiyacı, gelecekteki saldırılara karşı hazırlıklı olma gerekliliğini ortaya koymaktadır ve bu durum, ittifaktaki bölünmeyi daha
da derinleştirebilir.
Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini onaylaması, sadece güncel olaylara değil, aynı zamanda Türkiye'nin tarihindeki çeşitli dönemlerdeki kararlar ve ilişkilerle de bağlantılı olarak
anlaşılmalıdır. Siyasi riskleri göze alarak alınan bu karar, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruma ve dengeleme çabalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin stratejik çıkışları
hem iç politikadaki belirsizliklerden hem de bölgesel çatışmalardan kaynaklanan zorluklarla şekillenmiştir. Bu süreçte, Türkiye'nin kendi bağımsızlığına giden yolda olduğu, ancak 70 yıllık NATO
üyeliği sonrasında Batı ile askeri-siyasi ayrılığın kolay bir süreç olmadığı vurgulanmalıdır. Taktik bir geri çekilmenin ardından dinlenme ihtiyacı, gelecekteki saldırılara karşı hazırlıklı olma
gerekliliğini ortaya koymakta ve bu durum, ittifaktaki bölünmeyi daha da derinleştirebilir.
29
Ocak 2024, Lüksemburg