Türkiye'nin Anayasal Evrimi: Darbelerin Gölgesinde
Tarih, Değişim ve Dönüşüm
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Ülkeler, tarih boyunca sosyo-politik ve kültürel dönüşümler yaşarlar. Bu dönüşümler, en üst
normatif metin olarak anayasalar üzerinde de kaçınılmaz izler bırakır. Anayasa, bir ülkenin kurucu
değerlerini, devlet yapısını ve bireyin hak ve özgürlüklerini belirleyen temel
metindir. Anayasa değişiklikleri, bir toplumun tarihsel, siyasi ve sosyal evriminin bir yansımasıdır. Türkiye, tarih boyunca
birçok anayasal dönüşüm yaşamış, bu dönüşümlerle hem yerel dinamiklere
hem de global değişimlere cevap vermeye çalışmıştır. Ancak bu
dönüşümler sırasında, darbelerin etkisi altında hazırlanan anayasalar - özellikle
12 Eylül 1980 askeri darbesinin sonucu olarak kabul edilen 1982 Anayasası - Türkiye'nin anayasal tarihinde derin izler bırakmıştır. Bu makale, Türkiye'nin yaklaşık
iki yüzyıllık anayasa serüvenini, değişen tarihsel ve sosyo-politik bağlamda, darbelerin gölgesinde ele alarak, anayasa değişikliklerinin ve kurucu gücün hukuki yönlerini derinlemesine incelemeyi amaçlamaktadır.
Anayasa, devletin kimliğini tanımlayan temel bir belge olarak ulus-devletin çekirdeğini oluşturur. Siyasal iktidarın
uygulama şeklini ayrıntılarıyla tanımlayan bu belge, yönetim erkinin
doğasında yer alan bazı serbestlikleri bir normatif çerçeve içerisinde
değerlendirir.
2.) Anayasanın Fonksiyonları ve Özellikleri
Anayasa, yöneticilerin siyasal erki nasıl kullanacaklarına dair kuralları sistematik bir biçimde sunan
bir kurallar bütünüdür. Ancak bu kurallar, yalnızca yönetenlerin faaliyetlerini sınırlandırmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin koruyucusu işlevini de üstlenir.
Anayasa, ulus-devletin kardinal belgesi olarak, devletin kimliğini tanımlayan esaslı bir belge olup, aynı zamanda yöneticilerin siyasal erki nasıl kullanacaklarını
detaylarıyla belirleyen bir kurallar bütünüdür. Yönetim erkinin doğasında,
iktidarın elde edilmesi, sürdürülmesi ve kullanılmasında birtakım serbestlikler olabileceği düşüncesi barındırsa da anayasa bu
serbestliği bir normatif çerçeve içerisine alır. Bu bakış açısıyla, yönetenlerin eylem ve tasarrufları, halk veya milletin anayasa aracılığıyla oluşturduğu bu normatif çerçevenin
sınırları içinde gerçekleşmelidir.
Anayasa, aynı zamanda dinamik bir belge olup, değişen sosyal, ekonomik ve politik şartlara
göre evrilebilirlik taşır. Ancak bu evrilebilirlik, yönetenlerin keyfi ve öznel
yaklaşımlarına göre değil, toplumun ortak değerleri, ihtiyaçları ve küresel normlara uygun şekilde gerçekleşmelidir. Anayasa,
yönetenlerin yetkilerini sınırlama işlevinin ötesinde, bireylerin hak ve
hürriyetlerinin koruyucusu olarak da ortaya çıkar. Yönetenlerin ve devletin organlarının, bireyin hak ve hürriyetlerine müdahalede bulunmamaları için anayasa, gerekli hukuki ve mekanistik yöntemleri
belirler ve bu yöntemlerin işlerliğini sağlayacak mekanizmaları oluşturur.
Anayasaların, hukuki zeminde benzersiz bir konuma sahip olduklarını kabul etmek zorundayız. Bir ülkenin
temel yasal yapısını belirleyen anayasa, diğer tüm normlar üzerinde
eşsiz bir üstünlüğe sahiptir. Bu preeminence, anayasanın hazırlık ve revizyon süreçlerinde daha da belirgin hale
gelir.
Bu bağlamda, kurucu yetenekleri iki temel kategoriye ayırmak esastır: asli ve tali kurucu güçler. Asli kurucu gücün teorik ve hukuki sınırları,
pratiğe döküldüğünde belirsizdir. Bununla birlikte, bu gücün evrensel değerlerle ve belirli ulusal koşullarla belirlenen gerçek sınırları vardır. Öte yandan, tali kurucu güç, asli kurucu gücün tanımladığı sınırlar dahilinde hareket etme zorunluluğuna sahiptir. Asli kurucu güç, anayasanın sürekliliğini ve istikrarını korumak, aynı zamanda mevcut iktidarın anayasayı keyfi bir şekilde değiştirmesini engellemek için bazı temel
prosedürler ve ilkelere sahiptir.
Değişen sosyal, ekonomik ve politik
şartlara uyum sağlama kapasitesine sahip olan anayasalar, yönetenlerin keyfi ve öznel yaklaşımlarına göre değil, toplumun genel
değerleri ve küresel normlara uygun olarak evrilir.
3. Anayasa Yapımı ve Değiştirme Süreçleri
Anayasaların, hukuki zeminde benzersiz bir konuma sahip olduklarını kabul etmek zorundayız. Bir ülkenin
temel yasal yapısını belirleyen anayasa, diğer tüm normlar üzerinde
eşsiz bir üstünlüğe sahiptir. Bu preeminence, anayasanın hazırlık ve revizyon süreçlerinde daha da belirgin hale
gelir.
Bu bağlamda, kurucu yetenekleri iki temel kategoriye ayırmak esastır: asli ve tali kurucu güçler. Asli kurucu gücün teorik ve hukuki sınırları,
pratiğe döküldüğünde belirsizdir. Bununla birlikte, bu gücün evrensel değerlerle ve belirli ulusal koşullarla belirlenen gerçek sınırları vardır. Öte yandan, tali kurucu güç, asli kurucu gücün tanımladığı sınırlar dahilinde hareket etme zorunluluğuna sahiptir. Asli kurucu güç, anayasanın sürekliliğini ve istikrarını korumak, aynı zamanda mevcut iktidarın anayasayı keyfi bir şekilde değiştirmesini engellemek için bazı temel
prosedürler ve ilkelere sahiptir.
Anayasanın dokunulmazlığının
kesinlikle savunulamaz bir konsept olduğu açıktır. Ancak anayasa değişikliğinin veya
yeni bir anayasa oluşturulmasının sadece belirli bir iktidar veya ideolojiye bırakılması da aynı şekilde
problematiktir. Anayasa yapımı ve değiştirme
süreçlerinde sadece yazılı metinlere dayanmak yerine, ülkenin tarihsel geçmişi ve mukayeseli hukuk uygulamalarından da faydalanılması, sağlam bir
yaklaşım olacaktır.
Anayasa değişikliklerinin genellikle zorlayıcı ve
belirgin şartlara tepki olarak gerçekleştirildiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Ancak bu
tepkinin, anayasa değişikliği sürecinin meşruiyetini tehlikeye
atacak duygusal sapmalardan arındırılarak gerçekleştirilmesi esastır. Anayasa,
toplumsal bir uzlaşma metni olarak kurgulanmalı, bu uzlaşmanın kaynağı toplumken, odak noktası insan onuru olmalıdır.
Ayrıca, türev kurucu gücün yetkisi, sıkı anayasa sistemlerinde sınırlandırılmıştır. Bu durum sadece belirli ülkeler için değil, birçok Batılı demokrasi için de geçerlidir. Eğer bu sınırın aşılması zorunluysa, bu sınırın nasıl aşılacağına dair teorik bir
yaklaşımın ortaya konması gerekmektedir. İki aşamalı bir anayasa değişikliği süreci bu soruna bir çözüm olabilir; öncelikle anayasa değişikliğine engel olan hükümler revize
edilir ve ardından asıl anayasa değişikliğine geçilir.
Sonuç olarak, tali kurucu gücün yetkisi ne olursa olsun, anayasa değiştirme sürecinin belirli sınırlara tabi olduğunu kabul etmeliyiz. Bu sınırların belirli olmasa da tali kurucu gücün devletin temel yapısında veya egemenlik özelliğinde değişiklik yapma yetkisine sahip olmaması
gerektiğini belirtmek gerekir. Bu, yetkinin devredilemezliği ilkesiyle de uyumludur ve kamusal hukukta bu ilkenin kabul gördüğünü hatırlatmakta fayda var.
4.) 1980 Sonrası Türkiye'de Siyasi ve Anayasal Evrim
Anayasa, devletin özünde bulunan yapısını ve değerlerini yansıtan, hem bireyin hak ve hürriyetlerini en üst düzeyde teminat altına alan hem de
yöneticilere ve yönetilenlere dair kritik hükümleri barındıran bir temel norm belgesidir. Bu perspektifle, anayasanın sadece ulusal değil, aynı zamanda uluslararası hukuki literatürdeki konumunu değerlendirirken, onun eşsizliğini ve
kritikliğini göz ardı etmek olası değildir.
1980'lerin başı, Türkiye'nin siyasi tarihi açısından dönüm noktasıdır. Bu dönemde yaşananlar, sadece ideolojik kutuplaşmaların yarattığı sosyal gerilimlerle
sınırlı kalmamış, aynı zamanda Ulucanlar, Mamak ve Diyarbakır gibi cezaevlerinde
yaşanan ağır insan hakları ihlalleri ile ulusal vicdanımızda derin yaralar açmıştır.
Post-Darbe Döneminde gerçekleştirilen yargısal süreçlerin analitik bir incelemesi, yargılama standartlarının objektiflikten uzak, siyasi ve ideolojik baskılarla şekillendiğini apaçık ortaya koymaktadır. Bu süreç, adaletin evrensel ilke ve normlarına uygunluğunun ne denli kritik olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır.
1982 Anayasası, 1980 darbesinin hemen akabinde kabul edilmiş olup, günümüze dek birçok revizyon geçirmiştir. Ancak bu değişikliklere rağmen, hala akademik ve hukuki çevrelerde "darbe anayasası" olarak anılmaya devam etmesi, bu temel
normun toplumsal meşruiyet sorunlarıyla yüzleştiğini göstermektedir. Bir anayasanın, tarihsel bağlamı nedeniyle sürekli olarak sorgulanıyor olması, onun evrimsel bir süreç içerisinde bütünlüğünü ve tutarlılığını kaybetmesine yol açabilir.
Son on yıl içerisinde gerçekleştirilmeye çalışılan yeni anayasa
çalışmaları, demokratik katılımın genişletilmesi amacıyla başlatılmıştır. Ancak bu süreç, tüm siyasi
aktörlerin tam anlamıyla bu çalışmalara katılmadığı için, ulusal uzlaşma noktasında istenilen sonuca erişememiştir.
Bütün bu gözlemler ve analizler ışığında, Türkiye'nin 1980 sonrası döneminde yaşadığı siyasi ve anayasal evrimin,
ülkenin siyasi gündemindeki en belirleyici dinamiklerden biri olduğunu rahatlıkla
dile getirebilirim.
5.) Anayasal Evrimde Türkiye: Teorik İlkeler ve Uygulamadaki Zorluklar
Anayasa hukukunun temel prensipleri ışığında değerlendirildiğinde, anayasalar, bir toplumun değerlerini, beklentilerini ve kolektif hafızasını yansıtan hukuki sözleşmelerdir. Türkiye'nin, evrensel demokratik değerlere ve bireyin temel hak ve hürriyetlerine vurgu yapan bir anayasa oluşturma gayreti hem ulusal değerlerine olan bağlılığını hem de uluslararası normlara
adaptasyon yeteneğini ortaya koymaktadır. Ancak, bu hedefe ulaşma sürecinde, karşılıklı anlayışın ve
uzlaşı kültürünün zaman zaman eksik kaldığına şahit olunmaktadır.
Anayasa hukuku disiplini, anayasaların sadece teknik hukuki metinler olmadığına vurgu yapar; bunun yanı sıra sosyal, politik ve kültürel dinamiklerle şekillenen canlı dokümanlar olduklarını kabul eder. Bu perspektifle, anayasa yapımı ve
değişiklik süreçlerinin, katılımcılık, şeffaflık ve meşruiyet ilkeleri
etrafında örgütlenmesi esastır. Nitekim son dönemde düzenlenen çalıştaylar, bu
temel ilkeleri gözeterek, konunun uzmanları, akademisyenler ve sivil toplum temsilcilerinin katkılarıyla gerçekleştirilmiştir. Fakat üzülerek
belirtmeliyim ki, bazı siyasi oluşumlar bu tarihi sürece aktif ve yapıcı bir katkı
sunmaktan kaçınmıştır.
Bu durum, anayasa hukukunun sadece teorik bir altyapıya sahip olmadığını, aynı zamanda güncel siyasi gerçeklikler, ideolojik çatışmalar ve toplumsal beklentilerle etkileşim içinde olduğunu göstermektedir. Anayasa yapımı ve reform süreçleri, bu dinamikleri dikkate alarak, sadece hukuki değil, aynı zamanda sosyolojik, politik ve psikolojik bir yaklaşımı gerektirir.
İletişim Başkanlığı ve Hukuk Politikaları
Kurulu'nun başlatmış
olduğu sempozyum serisi, bu
çok boyutlu ve karmaşık sürecin yönetilmesinde kritik bir rol oynamaktadır. Bu
etkinlikler, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirerek, anayasa hukukunun teorik ve pratik boyutları arasında bir köprü kurmayı amaçlamaktadır.
Son tahlilde, Türkiye'nin anayasal dönüşüm süreci hem teorik anayasa hukukunun gerekliliklerini hem de pratikteki toplumsal ve siyasi
dinamikleri dikkate alarak, ulusal gündeminde önemli bir yer tutmalıdır. Bir ülkenin hukuki yapısının temelini atan anayasalar, tüm normlar arasında benzersiz bir üstünlüğe sahiptir. Bu özellik, özellikle anayasanın revizyon ve hazırlık süreçlerinde kendini
gösterir.
6.) Türkiye'nin İki Yüzyıllık Anayasa Serüveni: Tarih, Değişim ve Dönüşüm
Anayasa hukuku disiplini, ulusal bir kimliği ve değerleri yansıtan, bireysel hakları tanıyan ve devletin işleyişini düzenleyen belirleyici
metinler olarak anayasaların önemini vurgular. Her ülkenin anayasal süreci, kendi tarihsel, sosyal ve kültürel dinamiklerinden ayrılamaz bir şekilde etkilenir. Türkiye'nin anayasa hukuku perspektifinden değerlendirilen bu süreci de yaklaşık iki yüzyıl geriye dayanmaktadır.
Cumhuriyet'in ilanından bu yana Türkiye, anayasa değişikliklerinin ve revizyonlarının çalkantılı süreçlerde yaşandığına tanık olmuştur. Özellikle 27 Mayıs 1960'tan sonraki dönem, anayasaların darbelerin gölgesinde
şekillendiği bir dönemi işaret eder. Bu darbelerle
oluşturulan anayasaların, Türkiye'nin derin tarihsel ve kültürel mirası ile uyumsuz
bir şekilde ortaya çıkması, hukukçular için büyük bir kaygı
kaynağı olmuştur.
Türkiye'nin zengin devlet geleneği, bölgesel gücü, Cumhuriyet döneminin ilk yüzyılı ve demokratik süreçteki tecrübeleri, daha ileri, özgürlükçü ve kapsayıcı bir anayasa tasavvurunu
beraberinde getiriyor. Anayasa hukukunun temel ilkelerine göre, anayasaların durağan metinler olmadığı, evrimsel
dokümanlar oldukları kabul edilir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nin anayasası, temel prensiplerini koruyarak, zaman içerisinde birçok
değişiklikle uyarlanmıştır.
Anayasa tarihimizin kökleri, Hicret sonrası Medine Sözleşmesi gibi tarihsel belgelere ve Hammurabi Kanunları gibi antik hukuk metinlerine dayanmaktadır.
Batı'da ise Magna Carta'dan Fransız Devrimi'ne kadar olan süreç, modern anayasa hukukunun oluşumunda belirleyici olmuştur.
Türkiye'nin anayasa hukukundaki evrimi, 1808 Sened-i İttifak'la
başlamış, 1876 Kanuni Esasi ile modernleşme
hareketinin zirvesine ulaşmıştır.
Türk anayasa tarihinde, 1921 Anayasası, ulusal bağımsızlık mücadelesinin kritik bir döneminde oluşturulmuş, bu süreçte milletin hukuki meşruiyeti
ve devletin temel yapısını tanımlama ihtiyacını karşılamıştır. Sonrasında gelen 1924, 1960 ve 1982 anayasaları da her birinin özgün siyasi ve toplumsal
koşullarını, hukukun evrensel prensipleriyle birleştirerek yansıtmıştır.
7.) Anayasa Değişiklikleri ve Kurucu Güç
Anayasa hukuku, toplumların üzerinde uzlaştığı temel değerleri, devletin yapı ve
işleyişini, bireyin hak ve özgürlüklerini kodladığı yüksek normatif bir metni inceler. Ancak toplumlar, tarih boyunca dinamik yapıları gereği değişim ve dönüşüm içerisindedir. Bu nedenle, anayasaların, toplumsal dönüşümlere paralel olarak "yaşayan belgeler" olmaları kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Anayasa hukukunun temel konseptlerinden biri olan "katı" ve "yumuşak" anayasa ayrımı, anayasanın nasıl değiştirileceği, hangi prosedürlerin
izleneceği ve bu değişikliklerin hangi koşullar altında
gerçekleştirileceği konularında bize önemli bilgiler sunar. Katı anayasalar, değiştirilme süreçlerinin daha sıkı prosedürlerle korunduğu, anayasa normlarının korunmasının öncelikli olduğu yapıları ifade eder. Bu, toplumsal uzlaşının ve devamlılığın bir tezahürü
olarak anlaşılabilir.
Anayasa hukukunun en tartışmalı kavramlarından biri olan "kurucu güç", yeni bir anayasa hazırlığında veya mevcut anayasa üzerinde köklü değişikliklerde ön plana çıkar. Kurucu
güç, anayasayı yeniden yazabilen ya da temelden değiştirebilen bir yetkinliği ifade eder. Ancak bu yetkinliğin
hangi organ veya organlarca kullanılacağı, sınırlarının ne olacağı ve bu sürecin nasıl işleyeceği hem ulusal hem de uluslararası
hukuk literatüründe geniş tartışmalara neden olmaktadır.
Anayasa metni, bireysel haklarla devletin politik ve idari yapısını belirleyen normlar arasında bir denge
kurmayı hedefler. Bu denge, tarih boyunca değişen toplumsal, siyasi ve ekonomik şartlara göre yeniden tanımlanabilir. Ancak, anayasa hukukunun temel prensiplerinden biri olan
"anayasa üstünlüğü", her durumda, diğer normatif metinlerin üzerinde bulunan bir yükümlülük ve sınırlama aracı olarak işlemeye devam eder.
Anayasa hukukunda "anayasa üstünlüğü"
ilkesi, anayasa normlarının, diğer tüm hukuki normlardan üstün
olduğunu belirtir. Ancak bu ilkenin pratiğe nasıl yansıdığı, farklı yargı sistemlerine, siyasi yapıya ve toplumsal değerlere göre değişiklik gösterebilir.
Netice itibariyle, anayasa değişiklikleri, toplumsal ve siyasi
değişimlerin bir yansıması olarak anlaşılmalıdır. Bu süreçlerde, anayasa hukukçularına, hukuk teorisyenlerine ve diğer ilgili taraflara düşen sorumluluk,
toplumun genel yararını, adaleti ve uzlaşmayı merkeze alarak bu
değişiklikleri şekillendirmektir.
Kurucu yeteneklerin tanımlanmasında, asli ve tali kurucu güçlerin ayırt edilmesi kritik bir öneme
sahiptir. Her iki kategori de anayasanın oluşturulması ve revizyon süreçlerinde
farklı yetki ve sorumluluklara sahiptir.
8. Sonuç
Anayasa, bir ulus-devletin kimliğini
tanımlarken, siyasal erkin nasıl kullanılacağını da belirler. Bu nedenle anayasanın evrilebilirliği,
yönetenlerin değil, toplumun ortak değerleri ve
ihtiyaçları doğrultusunda olmalıdır.
Türkiye'nin anayasal serüveni, derin tarihsel kökleri, sosyo-politik dönüşümleri ve darbelerin etkisi altında şekillenen metinleriyle oldukça zengin ve çeşitlidir. Yaklaşık iki yüzyıllık bir zaman diliminde, toplumsal, siyasi ve ekonomik dinamiklerin etkisiyle birçok anayasal değişim yaşanmıştır. Ancak, bu değişimlerin en belirgin ve etkileyici
olanları, özellikle askeri darbelerin ardından gerçekleşmiştir. 1982 Anayasası, bu bağlamda, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gölgesinde hazırlanmış olup, bu tarihsel etkiyi bugün bile metin üzerinde taşımaktadır.
Anayasaların, bir toplumu yansıtan ve şekillendiren "yaşayan metinler" olması gerektiği, bu
makale boyunca vurgulanan temel bir ilkedir. Anayasa, bireysel hakları koruyan, devletin yapı ve işleyişini düzenleyen ve toplumsal
uzlaşının yegâne aracı olan bir metindir. Bu nedenle, toplumun ihtiyaçlarına,
beklentilerine ve değerlerine ayak uydurması kaçınılmazdır.
Türkiye'de anayasa değişikliklerinin sadece tarihsel ve
siyasi olaylarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda toplumun
demokratikleşme, özgürlük ve adalet taleplerinin bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, darbelerin gölgesinde oluşturulan anayasaların, toplumun bu taleplerine tam olarak cevap veremediği de bir gerçektir.
Bu makalede ele alındığı üzere, Türkiye'nin anayasa tarihi, darbelerin etkisi altında şekillenen bir dizi metinden oluşmaktadır. Ancak, ülkenin demokratikleşme süreci, bireyin hak ve özgürlüklerini genişletme çabası ve uluslararası normlara uyum sağlama ihtiyacı, anayasanın değiştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu
değişim, sadece metni güncellemekle kalmayıp, aynı zamanda toplumun ortak değerleri etrafında bir uzlaşı
oluşturmayı ve darbelerin gölgesinden sıyrılmayı da
amaçlamalıdır.
14 Eylül 2023, Lüksemburg