Türkiye'de Kürt Sorunu ve Siyasi Gelişmeler: Leyla Zana, Başak Demirtaş ve Öcalan Perspektifi - 26 Ocak
2024
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Saygıdeğer Katılımcılar,
Bu sunum, Leyla Zana ve Başak Demirtaş'ın politik hamleleriyle birlikte Abdullah Öcalan'ın İmralı tecridini merkeze alarak, değerli hocamız Prof. Dr. Ali Kemal Özcan'ın değerlendirmesiyle gerçekleşecek bir tartışmayı kapsamaktadır.
Moderatör olarak bu özel anın yönetilmesini şahsen üstleniyorum; odadaki diğer iki yardımcı arkadaşım da süreçte bize destek
sağlayacaktır. Bu özel etkinlikte, Türk-Kürt ilişkilerinin tarihini inceleyerek günümüzde sıkça "Kürt Sorunu" veya "Kürt Meselesi" olarak adlandırılan
konuyu detaylı bir perspektifle ele almak üzere bir araya gelmiş bulunmaktayız. Eski Milletvekili Leyla Zana'nın yaklaşık sekiz yıl sonra aktif siyasete dönüş yaparak "çözüm süreci “ne dair
açıklamalarda bulunduğu, değerli Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çağrı yaparak sürecin dondurucudan çıkarılması ve esaslı bir şekilde ele alınması gerektiğini belirtmiş olması. Ayrıca, Kürt siyasetinin
dağınık ve parçalı hali üzerinden egemen güçlerin beslendiğini vurgulaması ve Kürtlerin birbirine rakip olmaması gerektiğini ifade ettiğini basından öğrenmiş bulunmaktayız.
Zana, 2013'teki "Çözüm Süreci" görüşmelerinde Erdoğan ve PKK lideri Öcalan'ın olmadan yürütülmemesi talebini hatırlatmış ve o dönemde yaşanan sıkıntılara rağmen sürecin devam etmesi
gerektiğini düşündüğünü belirtmiş. Ayrıca, 2015 seçimlerinde yaşanan çözüm süreci sıkıntılarına dikkat çekerek, sürecin bozulmasında Milli Güvenlik Kurulu kararlarının etkisi olduğunu aktif
siyasetten çekilmiş olmasına rağmen, bu açıklamalarıyla sürecin gelişimini değerlendirip, içerisinde bulunduğu dönemi ve yaşananları anlatarak kendince önemli bir tarihsel perspektif sunduğunu
zannetmektedir.
Zana'nın ifadelerine göre, Öcalan ve Erdoğan dışında bir çözüm arayışı içinde olan kişiler bulunmaktadır. Bu kişiler, Kürt meselesini kendi aralarında çözebileceklerine
inanmaktadırlar.
Leyla Zana, bu alternatif çözüm arayışının ciddi riskler içerdiğine ve bazı kişilerin dışlanma ihtimali bulunduğuna dikkat çekiyor. Bu, sürecin karmaşıklığını ve çözüm için cesur
adımlar atmanın zorluğunu vurgulamaktadır.
Zana, AK-P içindeki bazı kişilerle yaptığı görüşmelerde, sürecin bozulmasının sebebini sormuş ancak farklı cevaplar aldığını belirtiyor. Bu, süreçle ilgili farklı perspektiflerin ve
bilgi çatışmalarının olduğunu göstermektedir.
Erdoğan ’sız Çözüm İsteği: Leyla Zana'nın iddiasına göre, sürecin bozulmasında Erdoğan’sız bir çözüm arayışının etkili olduğunu savunuyor. Bu nokta, Erdoğan'ın sürece olan
yaklaşımının ve etkisinin önemini vurgulamaktadır.
II.)
HDP
Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın eşi Başak Demirtaş'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için adaylık açıklamasının DEM Parti içinde sürpriz bir etki yarattığı belirtiliyor. Başak
Demirtaş'ın adaylığı, özellikle İstanbul'da DEM Parti'nin kendi adayını çıkarma olasılığını artırabilir. Selahattin Demirtaş'ın İstanbul'da kendi adayıyla yarışma fikrini parti yönetimine ilettiği ve
CHP ile yürütülen seçim iş birliği görüşmelerinin bu hafta sonuçlanacağı ifade ediliyor. CHP'nin her yerde aday çıkarmak istediği ancak DEM Parti ile anlaşma sağlanamadığı belirtiliyor. DEM
Parti'nin, Başak Demirtaş'ın adaylık açıklamasıyla birlikte İstanbul'da kendi adayını çıkarma olasılığı değerlendiriliyor. Bu durumun, seçim dinamikleri üzerinde etkisi olabileceği ve CHP ile yapılan
işbirliği görüşmelerini nasıl etkileyebileceği basında ele alınıyor.
Sunumumuz, Leyla Zana ve Başak Demirtaş'ın politik girişimleri ile birlikte Abdullah Öcalan'ın İmralı tecridini odak noktasına yerleştirerek, Prof. Dr. Ali Kemal Özcan'ın
değerlendirmesi eşliğinde gerçekleşecek bir tartışmayı içermektedir. Bu özel anın yönlendirmesini moderatör olarak üstlendim, odadaki diğer iki yardımcı arkadaşım da bu süreçte bizlere destek
sağlayacaktır.
Sunumumuzda, Abdullah Öcalan'ın Türkiye'deki Türk-Kürt ilişkilerine olan etkileri ve her iki toplumun Anadolu ve Mezopotamya'daki ortak vatanları üzerindeki "beka" kavramı detaylı
bir şekilde analiz edilecektir. Değerli hocamızın bilgi birikimi ve deneyimlerinden yararlanarak, Türk-Kürt ilişkilerinin tarihsel ve güncel boyutlarına dair aydınlatıcı bir perspektif sunmayı
amaçlıyoruz.
III.)
Kürt
sorunu, esasen devlet ve resmî ideoloji tarafından yaratılmış bir mesele olarak değerlendirilebilir. Resmî ideolojinin bu oluşturduğu sorun, zihinlerimizde gereksiz karmaşıklıklar, korkular ve
vehimler doğuruyor. Günümüzde Sovyetler Birliği'nin çöktüğü, Berlin Duvarı'nın yıkıldığı bir dönemde bile, Kürt sorunuyla ilgili zihinsel karmaşıklıkların ve korkuların aşılamadığı
gözlemlenmektedir.
Mevcut zihinsel karmaşıklık ve korku ortamına rağmen, Kürt sorunu kendisini her alanda göstermektedir. Şimdiye kadar bastırılamayan veya görmezden gelinen Kürt sorununu artık inkâr
etmek mümkün değildir. Bu sorunun varlığını inkâr etmek yerine, onunla yüzleşme ihtiyacı vardır.
Sorunla hukuk, özgürlük ve çoğulculuk değerleri çerçevesinde yüzleşemeyen Türkiye, Kürt sorununu demokratik sivil yoldan çözmekte başarılı olamamıştır. Bu başarısızlığın en büyük
nedeni, Türkiye'nin demokratik kurumlarının, sivil demokratik çözüm önerilerini sunamamasıdır. Türkiye, Kürt sorunu gündeme geldiğinde demokrasiyi askıya almaktadır. Demokrasinin işlemesi gereken
alan, Kürt sorunudur. Kürt sorununun demokratik ve sivil yollarla çözülmesini istemek, bölücülüğü desteklemek veya taviz vermek anlamına gelmez. Zayıf da olsa zaman zaman ifade edilen demokratik ve
sivil çözüm önerileri, devlet politikasına aykırılık iddiasıyla bastırılmaktadır. Devlet politikasının, Kürt sorununun doğasını anlamakta yetersiz kaldığı görülmektedir.
Kürt
sorunu, bir kimlik ve kültürel haklar sorunu olarak özünü bulan çok boyutlu bir meseledir. Bu sorun, dar nasyonalist politikaların bir ürünü olarak ortaya çıkmış ve bu politikalara tepki olarak
gelişmiştir. Dar kalıplar içindeki resmi devlet nasyonalizmi, artık Türkiye için yeterli değildir. Dünya çapında yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin Kürt sorunuyla yüzleşmesini zorunlu kılmıştır. Ayrıca,
Türkiye'nin eskiden düşünüldüğü gibi homojen bir toplum olmadığı gerçeğiyle karşılaşılmıştır. Çok kültürlülük ve Kürt sorunu, Türkiye'nin önünde duran büyük zorluklardır. Bu iki büyük zorluğa,
çoğulculuk, hukuk ve demokrasi değerleri çerçevesinde cevaplar geliştirilmelidir.
Kürt
sorunu, Kürtlerin ve Türklerin birbirlerinden nefret etmelerinin bir sonucu değildir. Bu sorun, kolektif bir anlayışın bir halkın kimliğini ve kültürünü inkâr edip devlet zoruyla yeni bir kimlik
dayatması sonucunda ortaya çıkan bir meseledir. Ancak, bu sorunun bir sonucu olarak yaşanan şiddet sarmalı, topluma nefret tohumları ekme riski taşımaktadır. Bugün ve geleceğimizi asıl tehdit eden,
bu nefretin daha fazla kökleşmesidir. Kürt sorununun demokratik ve sivil yollarla çözümü için normalleştirici ve iyileştirici adımların atılması, sosyal ve psikolojik açıdan nefretin daha fazla
kökleşmesine izin vermemek adına önemlidir.
Türkiye, Kürt sorunuyla yüz yüze olan ilk ve tek ülke değildir. Dünya genelinde etnik kimlik ve çok kültürlülük kaynaklı sorunlarla karşılaşan birçok ülke bulunmaktadır. İspanya,
İngiltere, Fransa, Almanya ve İrlanda gibi önde gelen Avrupa ülkeleri de benzer sorunlarla karşı karşıyadır. 'Bize özgü koşullar' bahanesiyle sorunu ertelemenin veya çözümünü imkânsızlaştırarak Kürt
sorununu ebedi bir kader durumuna çıkarmak anlamsızdır. Sorunun çözümsüz görülmesi, bir Kürt paranoyası içinde Kürt sorununu bölücülük ve parçalanma korkusuyla düşünmekten kaynaklanmaktadır. Sorun,
ülkenin parçalanması veya bölünmesi sorunu değil, diğer etnik, dini, kültürel farklılıklara mensup insanlarla bir arada yaşayarak Kürtlerin özgürlük, hukuk ve refah standartlarının yükseltilmesidir.
Barış, hukuk ve özgürlük değerleri içinde, her türlü şiddeti reddederek bir arada yaşamak mümkündür. Önemli olan farklı kimliklere sahip olmamız değil, Maalouf'un ifadesiyle 'ölümcül kimliklere'
sahip olmamamızdır.
IV.)
Türkiye, tarihi boyunca pek çok sosyal, ekonomik ve politik değişime tanıklık etmiş bir ülkedir. Ancak, bu değişimlerin önemli bir boyutu olan kadınların aktif siyasete katılımı
konusunda hala daha büyük adımlar atılması gerekmektedir. Kadınların siyasette daha fazla yer alması, sadece bir haktan çok, toplumun genel dinamiklerini zenginleştirecek ve demokratik süreci
güçlendirecek bir gerekliliktir.
Öncelikle, kadınların aktif siyasete katılması, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir. Demokrasinin ruhu, toplumu oluşturan her kesimin eşit temsilini içerir. Kadınlar,
toplumun yarıdan fazlasını oluşturduğu halde siyasi temsilde yeterince yer bulamamakta ve karar alma süreçlerinde etkin bir rol oynayamamaktadır. Bu durum, demokrasinin tam anlamıyla işlemesini
engelleyen bir eksikliktir.
Ayrıca, kadınların siyasette var olması, farklı bakış açılarını ve çeşitli deneyimleri politik arenaya taşıyarak karar alma süreçlerini zenginleştirecektir. Kadınlar, toplumsal
cinsiyet rollerinin dışına çıkarak, politika alanında güçlü liderlik ve çözüm odaklı yaklaşımlarıyla ön plana çıkabilir. Bu da toplumun karşılaştığı sorunlara daha kapsamlı ve etkili çözümler
üretilmesine katkı sağlar.
Kadınların aktif siyasete katılımı aynı zamanda genç kızlara ve diğer kadın gruplarına ilham kaynağı olabilir. Toplumun her kesiminden gelen kadın liderler, genç nesillere, eğitim ve
kariyer hedeflerine odaklanmaları, hayallerini gerçekleştirmeleri ve toplumlarına hizmet etmeleri konusunda örnek teşkil eder. Bu da genç kadınların güçlenmesine ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile
mücadelede önemli bir adım olur.
Sonuç olarak, Türkiye'de kadınların aktif siyasete katılması, demokrasinin güçlenmesi ve toplumun daha adil, eşitlikçi bir yapıya kavuşması için kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Kadınlar, sadece seçim zamanlarında değil, sürekli olarak politika gündeminin şekillendirilmesinde ve karar alma süreçlerinde etkin bir şekilde yer almalıdır. Bu, bir ülkenin gerçek potansiyelini
ortaya çıkaran ve toplumsal gelişmeyi hızlandıran önemli bir adımdır. Bu yolda atılacak her adım, kadınların güçlenmesine ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik bir zafer
olacaktır.
Bu özel etkinlikte sizleri aramızda görmekten büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade eder, katılımlarınız için şimdiden teşekkür ederiz.
B) Odanın kapanışında yaptığım sonuç konuşmam
Değerli Ali Kemal Hocam,
Meyveli ağaca taş atan çok olur sözü, toplum içinde tanınmış ve başarılı bireylerin, bilgi ve yetenekleriyle öne çıktıkları durumlarda, zaman zaman haksız eleştirilere maruz
kaldıkları bir gerçeği yansıtmaktadır. Bu durum, genellikle kişinin bilgi birikimi ve ilerleme hızıyla doğru orantılı olarak artar. Ancak, genelde bu tür zorluklarla sıradan bireyler
karşılaşmazlar.
Söz
konusu ifadeler, şahsımıza yönelik "MİT ajanı" iddiaları bağlamında da kullanılmaktadır. "Milli İstihbarat Teşkilatı" ya da kısaltmasıyla "MİT," Türkiye'nin ulusal istihbarat teşkilatı olup, bir
bireyin MİT ajanı olabilmesi belirli bir süreç ve nitelikleri gerektirir. Ancak, MİT'in faaliyetleri genellikle gizlidir ve detayları kamuoyuyla paylaşılmaz.
Bu
çerçevede, tarafımıza yöneltilen MİT ajanı olma iddiaları, bu iddiaları ortaya atanların genellikle bilgiye dayanmayan, gerçek dışı ve haksız ithamlarıdır. Bu tür iftiraların, sadece toplumda
bilinirliği yüksek olan kişilere değil, sıradan bireylere de yöneltilmiş olması göz önüne alındığında, meyveli ağaca taş atan çok olur ilkesinin bir yansıması olduğunu düşünmekteyiz.
Zatı
alinize yönelik bu tür iftiraların, ecnebilere çalışan çürük köstebeklerin yaptığı algı operasyonları olduğunu rahatlıkla belirtmek mümkündür. Algı operasyonları, bir kişi, kurum veya devletin,
genellikle kamuoyunu etkilemek, belirli bir görüşü oluşturmak veya bir olayı belirli bir şekilde sunmak amacıyla bilinçli bir şekilde yürüttüğü operasyonlardır.
Bu
noktada, bu tür algı operasyonlarını yapan kesimlerin, ecnebi devletlerin densiz köstebekleri olduğunu ifade etmek isteriz. Algı operasyonları, bilgiyi seçici bir şekilde kullanarak, duygusal
etkileme ve manipülasyon üzerine kurulu stratejiler içermektedir. Bu tür operasyonlar, genellikle siyasi, ekonomik veya stratejik hedeflere yönelik olarak planlanır ve yürütülür. Bu nedenle, bu tür
iftiraların arkasında farklı motivasyonların olduğunu göz önünde bulundurarak, sağduyu ve tarafsızlıkla yaklaşılması önemlidir.
Değerli Dinleyici kardeşlerim,
Silahlı mücadele artık geçerliliğini yitirmiştir; bu nedenle, barışın tesisi ve şiddetin durdurulması amacıyla, silahlar kalıcı bir şekilde betona
gömülmelidir. Şiddet ve terör eylemleri sona ermelidir.
Kürt
sorununun çözümü, çok karmaşık ve duygusal bir konudur ve bu sorunu çözmek için bir dizi strateji ve adım gereklidir. İşte Kürt sorununun çözümüne yönelik genel bir çerçeve:
Demokratik ve Hukuki Çözümler: Kürt sorununun demokratik ve hukuki çözümlerle ele alınması önemlidir. Bu, demokratik süreçlere
katılımı artırmak, anayasal hakları güvence altına almak ve hukukun üstünlüğünü sağlamak anlamına gelir.
Kültürel ve Dil Hakları: Kürt kültürüne saygı göstermek ve Kürtçe gibi dilleri korumak, toplulukların kimliklerini korumalarına yardımcı olabilir. Kültürel haklar ve
dil özgürlükleri konusunda adımlar atmak, topluluklar arasındaki anlayışı artırabilir.
Toplumsal Katılım ve Temsil: Kürt vatandaşların toplumsal, ekonomik ve siyasi süreçlere etkin bir şekilde katılımını sağlamak, toplumsal eşitsizlikleri azaltabilir
ve toplumsal huzuru artırabilir.
Eğitim ve İstihdam Fırsatları: Eğitim ve istihdam fırsatlarını artırmak, genç nesillerin geleceğe daha umutlu bakmalarına ve toplumsal kalkınmaya katkıda
bulunmalarına yardımcı olabilir.
Ekonomik Kalkınma: Bölgesel ekonomik kalkınma projeleri ve yatırımlar, ekonomik fırsatları artırabilir ve yaşam standartlarını yükseltebilir.
Barışçıl Diyalog ve Uzlaşma: Taraflar arasında açık ve adil bir diyalog ortamı kurmak, karşılıklı anlayışı artırabilir ve barışçıl bir uzlaşma sürecini teşvik
edebilir.
Çatışma Çözümü: Türk devleti ve Kürt grupları arasında sürdürülebilir bir çatışmayı önlemek için yeniden bir çözümü süreci yürütmek önemlidir. Bu süreç, taraflar
arasında güveni yeniden inşa etmeyi, sorunları adil bir şekilde ele almayı ve kalıcı bir barışı sağlamayı hedeflemelidir.
Kürt
sorununun çözümü için uluslararası düzeyde destek ve işbirliği önemlidir. Uluslararası toplum, çatışmaların sonlandırılması için çözüm ve toplumsal uzlaşma süreçlerine destek
sağlayabilir.
Bu
önerilerim, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir çözüm için temel ilkeleri temsil etmektedir. Ancak, her iki tarafın da endişelerini ve taleplerini dikkate alan, adil ve kapsamlı bir çözüm sürecinin
başlatılması gereklidir.
Saygıdeğer Ali Kemal Hocam,
Başta siz olmak üzere odadaki tüm katılımcılara en içten saygı ve hürmetlerimi sunarak, bu platformu kapatmak istiyorum. Eğer bazı kişilere söz vermediysem, bu durumun çeşitli
sebepleri olabilir. Bu nedenle, söz verilmeyenlerin bana kırılmamalarını rica ederim.
Selamlar
26
Ocak 2024 – Lüksemburg