Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Savaşın Dilindeki Süreklilik Üzerine Notlar

Savaşın Dilindeki Sürekli-lik Üzerine Notlar

 

 

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

1. Giriş:

20. ve 21. yüzyılların başlarında, savaşın karak-terinde ve ulusların savaşı halklarına nasıl meşru bir şekilde sundukları konusun-da derinlemesine bir dönü-şüm yaşandı. Söylem, kul-landığı dil ve retorik araçlarla sadece bir durumu ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal tepkiyi ve algıyı da şekillendirir. Bu bağlamda Almanya, savaş ve silahlanma konuşma-larında geçirdiği evrimle dikkat çeker. Geleneksel retorik yapıların ötesine geçen bu evrim, modern unsurların ve tartışmacı tonların entegrasyonuyla belirginleşir. Scholz ve Baerbock'un yakın tarihli konuşmaları, bu dönüşümün en yeni örneklerini sunar. Ancak bu değişiklikler, sadece bu iki ismin söylemlerinde sınırlı değildir; Almanya'nın tarihsel ve siyasi bağlamına geniş bir perspektiften bakıldığında bu evrimin derin kökleri olduğunu görmekteyiz. Bu makale, Alman savaş ve silahlanma retoriğinin bu tarihsel evrimini, onun modern siyasi arenada nasıl yeniden şekillendiğini ve bu dönüşümün altında yatan sebepleri detaylı bir şekilde inceler.

 

Şubat 2022 "Zeitenwende" konuşmalarının bazı farklılıklarına rağmen, Alman savaş ve yeniden silahlanma retoriği geleneğiyle örtüşğünü görmekteyiz. Dilin militarizasyonu ya da vahşileştirilmesi konusu, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla birlikte sıklıkla gündeme gelmiştir. Ancak bu kavramın kamusal siyasi dilde gerçek bir yer bulup bulmadığı, tam olarak nasıl tanımlandığı ve bu iddiaların doğruluğunun nasıl araştırılması gerektiği konuları belirsizlik taşımaktadır. Bu yazıda, "savaş dili"nin sürekliliği üzerine üç ana konuya odaklanıyorum: dönüm noktası temaları, yeni-eski anahtar kelimeler ve savaş mesajlarının harekete geçirilmesi. Amacım, mevcut savaş retoriğinin kamusal alanda algılanan benzersizliğini ve yeniliğini bir bağlama oturtmaktır. Dönüm Noktası Temaları Dilbilimci David Römer, ekonomik kriz söylemleri üzerine yaptığı bir çalışmada, dönüm noktası temalarının belirleyici bir tartışma modeli oluşturduğunu belirtmiştir. Bu temalar, bir dönemin sonlandığı ve yeni bir dönemin başladığı fikri üzerine kuruludur. Esasen, işlerin artık eskisi gibi devam edemeyeceği, yeni düşünce tarzlarının ve yeniden tasarımların gerekliliği üzerine yoğunlaşır. Federal Şansölye Olaf Scholz'un 27 Şubat 2022'deki sözleri, Römer'in bu tanımına mükemmel bir örnek teşkil etmektedir. Scholz, "24 Şubat 2022, kıtamız için bir dönüm noktasıdır. Artık bir önceki dünyada yaşamıyoruz." şeklinde belirtmiştir.

 

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırganlığı sonrasında, Avrupa ve Almanya'da dönüm noktası kavramı, dış politika ve güvenlik politikasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı anlamında sıkça kullanıldı. Rusya'nın politikaları, artık sürdürülemez olarak kabul edildi. Bu, Rusya'ya karşı yaptırımların artırılması, ticari ilişkilerin kesilmesi ve askeri harcamalarda ciddi artışlar anlamına gelmektedir. Römer'in alıntısı, sıklıkla, beklenmedik bir olayın ardından "hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair bir izlenimin verildiğini göstermektedir. Örneğin, 1973'teki "petrol krizi" veya 2003'te refah devleti güvencesinin değiştirilmesi gibi olaylar, bu tür dönüm noktaları olarak görülmüştür. Kovid-19 pandemisi ve 11 Eylül 2001 terör saldırıları da benzer tepkilere neden olmuştur. Bu tür dönüm noktalarının, belirli bir dönemin aktörleri tarafından nasıl algılandığı ve yorumlandığı, bu tür bir retoriğin hangi diğer olaylarda kullanıldığını incelemek, bu konunun daha derinlemesine anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

 

2Yeniden Ortaya Çıkan Etiketler: "Güç Siyaseti"

Güncel Ukrayna krizi sonrası, belirli terimler ve etiketler kamusal söylemde sıklıkla kullanılmaya başlandı. Bu terimler, tarihsel olarak soğuk savaş dönemine işaret ediyor olabilirler, ancak bugünkü durumda yeniden şekilleniyor ve yeniden yorumlanıyorlar.

 

"Guç siyaseti" kavramı, bugün, Batı'nın güç kullanma kapasitesini ve iradesini vurgulayan bir strateji olarak sıkça dile getiriliyor. Tarihsel olarak, bu terim daha çok Konrad Adenauer dönemindeki Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu politikalarıyla ilişkilendiriliyordu. Ancak, günümüzde "güç siyaseti" terimi genellikle Batı'nın uluslararası arenada etkili ve kararlı bir oyuncu olarak pozisyon alması gerektiğini vurgulamak için kullanılıyor.

 

Aynı şekilde, "caydırıcılık" kavramı, NATO'nun ve özellikle Almanya'nın savunma stratejilerinde merkezi bir rol oynamaya başladı. General Ingo Gerhartz'ın açıklamaları, NATO'nun inandırıcılığının, gerekirse nükleer caydırıcılığı da içermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, soğuk savaş döneminin stratejik denge politikasının bir yansıması olabilir, ancak bugünün gerçeklerine uyarlanmış bir versiyonudur.

 

"Soğuk Savaş" etiketi de benzer bir şekilde yeniden yorumlanıyor. Tarihsel olarak, bu terim Doğu ve Batı blokları arasındaki ideolojik ve askeri gerilimi tanımlamak için kullanılmıştır. Ancak bugünkü kullanımı, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik eylemleri ve Batı'nın buna karşılığı bağlamında, mevcut uluslararası gerilimi tanımlamak için kullanılıyor.

 

Sonuç olarak, tarihsel etiketlerin ve terimlerin güncel kullanımı, geçmişten gelen kavramları bugünkü politik gerçekliklerle nasıl yeniden yorumladığımızı ve şekillendirdiğimizi göstermektedir. Ancak bu yeniden yorumlama, tarihsel olayların doğru bir şekilde hatırlanıp hatırlanmadığı ve mevcut duruma ne kadar uygun olduğu konusunda soru işaretleri bırakmaktadır.

 

"Güç siyaseti" kavramı, Soğuk Savaş döneminde Almanya'da önemli bir rol oynamıştır. CDU'lu siyasetçi Kurt Georg Kiesinger'in 1954 tarihli sözleri, bu kavramın dönemin iktidar partileri tarafından olumlu bir şekilde nasıl kullanıldığını göstermektedir. Ancak bu kavram, aynı zamanda SPD tarafından hükümetin dış politikasını eleştirmek için bir araç olarak da kullanılmıştır.

 

Bu dönemde "güç siyaseti", Sovyetler Birliği'ne karşı Batı'nın alması gereken güçlü ve kararlı bir tutumu ifade etmek için kullanılıyordu. Bununla birlikte, bu kavramın kullanımı sadece olumlu bir anlamda sınırlı kalmamıştır. SPD, özellikle "yumuşama politikası" gibi kavramları kullanarak hükümetin Sovyetler Birliği'ne karşı daha ılımlı bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini savunmuştur.

 

Kiesinger'in alıntısı, Sovyetler'in sadece güce karşı taviz verebileceği inancını yansıtmaktadır. Ancak, bu yaklaşım, SPD ve diğer sol kanat gruplar tarafından eleştirilmiştir. Onlar, "güç siyaseti"nin yalnızca Sovyetler Birliği ile ilişkileri daha da gerilimli hale getireceğine inanıyorlardı.

 

Batı'nın "güç siyaseti" ile neyi kastettiği konusunda da tartışmalar yaşanmıştır. Batı'nın bu politika ile saldırganlık değil, Doğu'nun potansiyel tehditlerine karşı bir savunma stratejisi benimsediği belirtilmiştir. Ancak, bu yaklaşımın Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku'na yönelik saldırgan bir tutum olarak algılandığı da bir gerçektir.

 

Sonuç olarak, "güç siyaseti" kavramı, Soğuk Savaş döneminde Almanya'nın dış politika tartışmalarında önemli bir rol oynamıştır. Bu kavramın farklı kullanımları, Almanya'nın Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ile olan ilişkisindeki zıtlıkları ve gerilimleri yansıtmaktadır. Bu gerilimler, dönemin politik, ideolojik ve stratejik çatışmalarının bir yansımasıdır.

 

3.Savaş Rhetoriği: Tarihsel Perspektifte Konsept ve Uygulamalar

Bir toplumun dilinde savaş ve barış hakkında nasıl konuştuğu, tarih boyunca stratejik olarak şekillenmiştir. Thucydides'ten beri, savaşın retoriğinde bir harekete geçirme geleneği ortaya çıkmıştır. Bu gelenek, askeri çatışmanın zorunlu veya kaçınılmaz olarak tasvir edildiği ve karşı tarafa sık sık en yüksek değerlere veya ulusal çıkarlara ihanet etmekle suçlandığı bir yapıya sahiptir. Bu tür bir suçlama, toplumun olağanüstü çabalar ve fedakarlıklar yapmasını haklı kılar.

 

Bu retorik geleneğin günümüzde Vladimir Putin'in Ukrayna'ya müdahalesi hakkında yaptığı konuşmada nasıl yankılandığını gözlemlemek mümkündür. Ancak, Almanya'da 27 Şubat 2022 tarihinde Federal Meclisi'nde gerçekleşen konuşmalar, 20. yüzyılda Almanya'nın özgün savaş retoriği geleneğine daha uyumlu görünüyor. Bu, Kaiser Wilhelm'den Schröder'e kadar uzanan dönemlerde benzer argümantasyon konularının kullanılmasından kaynaklanıyor.

 

Bu argümantasyon konuları, Anne Morelli'nin "savaş propagandasının on ilkesi"ndeki gibi evrensel savaş propagandası ilkesini belirtmek amacıyla değil, savaşın belirli bir metin türü olarak harekete geçirilmesinde yapısal ve içeriksel süreklilikleri belirtmek için tanımlanmıştır. Amerika'da da başkanların savaş mesajlarına benzer bir analiz yapılmıştır.

 

Alman savaş retoriğinin temel bileşenleri, düşmanın tehditkâr doğasının vurgulanması, kendi tarafın masumiyetinin belirtilmesi ve tarihsel veya ahlaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerekliliğine işaret eden temalardan oluşmaktadır. Bu bileşenler, toplumun savaşa olan tepkisini ve savaşın kabul edilebilirliğini şekillendirir. Bu retorik stratejiler, toplumu savaşın gerekli olduğuna ikna etmek için tarihsel olarak kullanılmıştır ve modern çağda da etkisini sürdürmektedir.

 

4. Savaş ve Yeniden Silahlanma Retoriğinin Alman Perspektifi

Tarih boyunca Almanya'nın savaş ve yeniden silahlanma konuşmaları, belirli bir yapı ve belirli temel unsurlar etrafında şekillenmiştir. Bu unsurlar, genellikle Alman liderlerinin toplumu harekete geçirmeye çalışğı ve savaş veya askeri eylemlerin kaçınılmaz ve meşru olduğunu savunduğu retorik stratejilere işaret eder. İlk unsur, konuşmacının o anki durumu nasıl ele aldığına dair bir anlatımdır. Burada, askeri bir hareketin "maalesef" gerekli olduğunu belirten bir ton bulunur. İkinci unsur, konuşmacının, her türlü barışçıl çözümü denedikten sonra ancak askeri eyleme başvurduğunu ifade eden bir kişi olarak kendi imajını ortaya koymasıdır. Üçüncüsü, düşmanın eylemlerini ve bu eylemlerin yarattığı potansiyel tehlikeleri anlatarak bu hareketin neden gerekli olduğunu açıklamasıdır.

 

Dördüncü unsur, savaş veya askeri hareketin ulaşmayı hedeflediği sonuçları belirtir. Bu, ideal bir dünya yaratma veya sürekli barış sağlama gibi yüksek hedeflere ulaşmayı içerebilir. Beşinci unsur, tarihe ve bazen dini öğretilere başvurarak bu hareketin tarihsel veya ahlaki bir yükümlülük olduğunu vurgulamaktır. Altıncı unsur, konuşmanın temel değerlere, normlara veya uluslararası yükümlülüklere atıfta bulunarak hareketin meşruiyetini vurgulamasıdır.

 

Yedinci unsur, konuşmacının zaferin kaçınılmaz olduğuna olan inancını ifade etmesi ve genellikle halkla veya askerlerle dayanışma ilanı ile birlikte gelmesidir. Son olarak, sekizinci unsur, toplumun savaşın zorluklarına hazırlıklı olması ve bu zorlukları aşmak için birlikte çalışması gerektiğini vurgular.

 

Bu unsurların en son örneği, 27 Şubat 2022'de Alman Federal Meclisi'nde verilen bir kararda bulunabilir. Bu kararda, Almanya'nın NATO'nun yüzde iki hedefine ulaşmasının yanı sıra Bundeswehr'e ek fon sağlama ve Ukrayna'ya silah desteği sunma kararları duyuruldu. Şansölye Olaf Scholz ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock'un yaptığı konuşmalar, bu retorik unsurların nasıl kullanıldığını gösteriyor. Bu, savaş ve yeniden silahlanma retoriğinin, tarihsel bağlamdan bağımsız olarak Alman siyasi kültüründe ne kadar derinlemesine kök saldığını gösteriyor.

 

Federal Meclis'te ele alınan konuların çerçevesi, 20. yüzyılın ilk yarısındaki savaş retorikleriyle örtüşmemekte fakat 20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen yeniden silahlanma ve savaşa katılım konuşmalarıyla paralellikler göstermektedir. 1958 ve 1983 yıllarındaki silahlanma ile ilgili meseleler, 1991'de Körfez Savaşı'na mali destek, 1999'da NATO'nun Kosova'ya müdahalesi ve 2001'de Körfez Savaşı'na katılımla ilgili olarak yapılan değerlendirmeler bu durumu örneklemektedir. 

 

27 Şubat 2022 tarihli söylemlerde mevcut durumun kökenine dair anlatımların eksikliği, sınırlı konuşma süreleri sebebiyle olabilir. Zira, Rusya'nın işgaline karşı nasıl bir direnç gösterildiğini açıklamak için geniş bir perspektife ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak bu durum, "Son ana kadar diplomasiye başvurduk. Kremlin bizi sürekli yanılttı ve Avrupa değerlerini reddetti. Putin bu savaşı arzuladı." (Baerbock) ve "Zamanın bize dayattığı bu zorluğu bilinçli ve kararlı bir biçimde kabul ediyoruz." (Scholz) ifadeleriyle kısmen telafi edilmekte.

 

Federal Meclis'te yapılan konuşmalarda dikkat çeken bir diğer husus, zorunluluk ve aciliyetin altının çizilmesidir. 1991 Körfez Savaşı, 1999 Kosova Savaşı ve 2001 Afganistan harekatı gibi önceki meselelerde olduğu gibi, düşmanın askeri hareketlerine net bir biçimde atıfta bulunulmuş ve saldırıya uğrayan tarafın desteklenmesinin gerekliliği vurgulanmıştır. "Ukrayna'dan gelen görseller, duygusal anlamda yükü ağır. Binlerce insan evini terk ediyor. Bu salonda bulunan birçok kişi, muhtemelen geçen hafta Kiev'de yaşanılanları yakından takip eden kişilerden acil yardım çağrıları almıştır." (Baerbock) bu durumu yansıtan ifadeler arasında.

 

Annalena Baerbock, kimi zaman derslerde ilgisinin dağıldığını gözlemlediğim eski öğrencim, retoriğinde düşman imajını "Putin sistemi" ve bu sistemin "acımasız saldırganlık" özellikleri üzerinden tanımlamıştır. Olaf Scholz'un ifadeleri ise daha diplomatik bir ton içeriyor: "Putin, bir Rus İmparatorluğu kurma amacı güdüyor. Avrupa'daki mevcut düzeni kendi görüşleri doğrultusunda radikal bir biçimde değiştirmek istiyor ve bu uğurda askeri gücü kullanmaktan kaçınmıyor." Baerbock'un konuşmasında değerlere ve otoritelere atıfta bulunan ifadelere oldukça sık rastlanıyor. Diğer Alman ve ABD savaş retorikleriyle paralel bir şekilde, Baerbock da en üst düzey değerleri öne sürüyor: "Avrupa'da Barış", "özgürlüğümüz", "uluslararası hukuk", "kurallara dayalı uluslararası düzen" ve "insanların barış içinde bir arada yaşama hakkı". Özellikle Rus saldırısını kişisel bir tehdit olarak algılaması, Ukrayna'ya destek vermesinin ve Bundeswehr'in yeniden silahlanmasına olan inancının ardında bu değerleri işaret ediyor. Genel olarak, bu değerleri otorite olarak kullanan Baerbock, uluslararası hukuka ve "Birleşmiş Milletler Şartı’na sıkça atıfta bulunuyor.

 

Baerbock'un NATO ile dayanışma vurgusu, Scholz'un retoriğinde daha belirgindir: "NATO'ya şartsız ve kesintisiz destek sağlama sorumluluğumuzun bilincindeyiz. ... Müttefiklerimizle birlikte ittifak topraklarını sonuna kadar savunacağız. ... Bu konuda yalnız değiliz; Avrupa ve global müttefiklerimizle bir aradayız. En büyük gücümüz, ittifaklarımızdır." Bu 1930'lardaki yatıştırma politikalarına tarihsel atıflar Federal Meclis konuşmalarında yer almazken, Scholz savaşın amaçlarını net bir şekilde belirtiyor. Baerbock'un "Avrupa'da barış" ve "uluslararası özgürlük" hedeflerine olan vurgusu daha az belirgindir. Scholz, son çağrısında "Avrupa'da Barış" hedefine yeniden vurgu yaparak, "Bu zorlu dönemde yanımızda olan herkes için adil, özgür ve barışçıl bir Avrupa idealini savunmaya devam edeceğiz." şeklinde belirtiyor. 1930'ların tarihi yatıştırma politikalarına veya daha üst bir otorite olan Tanrı'ya yapılan atıflar, Federal Meclis'teki kısa konuşmalarda belirgin değil. Savaşın amacı, Scholz tarafından kesin çizgilerle belirlenmiş, Baerbock ise "Avrupa'da barış" ve "uluslararası özgürlük" hedeflerini sadece yüzeysel olarak ele alarak bu konularda daha az derinlemesine gitmiştir. Scholz, sonunda “Avrupa'da Barış” idealini tekrar vurgulayarak, bu zamanlarda bize destek veren herkese karşı olan taahhüdümüzü "adil, özgür ve barışçıl bir Avrupa" olarak ifade ediyor.

 

Bu savaş mesajlarının öne çıkan yönlerinden diğer ikisi - zaferin kesin ifadesi ve ulusal dayanışmanın teşviki - konuşmaların genelinde daha az vurgulanmıştır. Bu, önceki savaş mesajlarıyla karşılaştırıldığında bir değişiklik gösteriyor. Baerbock, zaferin kaçınılmazlığını, Putin'e dönük bir öngörüyle, "Bu savaş, ülkenizi orta ve uzun vadede mahvedecek" şeklinde sadece dolaylı olarak belirtiyor. Scholz'un yaklaşımı, "Bu savaşın Rusya için de bir felaket olacağı" ve "Rusya'da da özgürlük, hoşgörü ve insan hakları hakim olacak" ifadeleriyle Baerbock'a benzerdir.

 

Savaş mesajlarındaki ulusal dayanışma çağrısı, toplumun bilincinin ciddiyetini artırma ve olası fedakarlıklara hazırlık anlamına gelir. Ancak, 27 Şubat 2022 tarihli söylemde bu, yalnızca Rusya'ya karşı yaptırımların ve Bundeswehr'in desteklenmesiyle birlikte ortaya çıkan "zorlukların listesiyle ılımlı bir şekilde ifade edilmiştir. Daha önceki savaş söylemlerinde olduğu gibi doğrudan halkı zorlamaya yönlendirmek yerine, yükselen enerji fiyatlarına atıfta bulunarak ve vatandaşları ve şirketleri bu durumda yalnız bırakmama taahhüdü ile dile getiriliyor. Scholz, bu fedakarlıkların finansal boyutunu vurgulayarak, "Özgürlüğümüzü ve demokrasimizi korumak için daha fazla yatırım yapmalıyız" ifadesini kullanıyor. Bu, büyük bir ulusal çaba gerektirirken, modern ekipman ve daha fazla personel için ciddi maliyetlerin ortaya çıkacağını belirtiyor.

 

Scholz'un teknik ve bürokratik yaklaşımı, 20. ve 21. yüzyılın başlarına özgü savaş retoriklerinin spesifik bir yansımasıdır. Bu yaklaşım, Scholz ve Baerbock'un modern ve tartışmacı unsurlarla harmanlanarak geliştirdiği Alman savaş ve silahlanma söylemlerinde bir dönüşümü işaret ediyor. Farklı konuşma senaryolarında, retorik araçların seçimi genellikle zorunludur. Ancak bu, bazı yeni görünen yöntemlerin aslında test edilmiş ve onaylanmış yaklaşımlar olduğunu göz ardı etmemeli.

 

Bu bağlamda, savaş retoriğinin incelenen üç boyutu - eski retorik gelenekler, yenilikçi sloganların kullanımı ve savaş söylemlerinin anahtar unsurları - göz ardı edilmemeli. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı, Batı toplumları için özgün ve yeni zorlukları beraberinde getiriyor. Fakat aynı zamanda, birçok retorik unsurların, en azından dil ve söylem düzeyinde, zaten var olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle, dilin tarihsel gelişimine işaret ederek, mevcut çağdaş durumu belirli bir perspektifte değerlendirebiliriz. Bu, bize şimdiki durumun tamamen benzersiz veya yeni olmadığına dair bir farkındalık kazandırabilir.

 

5. Özet:

Bu makale, 20. ve 21. yüzyılların başlarında Almanya'da savaş ve silahlanma konuşmalarındaki evrimi ele alıyor. Makale, Alman savaş retoriğinin tarihsel köklerini ve bu retoriğin modern çağa nasıl adapte olduğunu incelemektedir. Özellikle Scholz ve Baerbock'un konuşmaları, bu dönüşümün en son örnekleri olarak ele alınır. Söz konusu dönüşüm, geleneksel retorik yapıların ötesinde modern ve tartışmacı tonların nasıl entegre edildiğini göstermektedir. Bu evrimin temelinde, savaşın ve silahlanmanın doğasında yaşanan değişiklikler ve bu konularda halka nasıl mesaj verildiği yatmaktadır. Makale, savaş söyleminin bu dönüşümünün sadece dil ve tonla sınırlı olmadığını, aynı zamanda ulusal ve uluslararası siyasi manzarada yaşanan değişikliklerle de yakından ilgili olduğunu vurgulamaktadır.

 

 

2 Ekim 2023, Essen

 

 

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}