Rusya'nın Dış Politikasında ‘’Medeniyet Yaklaşımı’’ Teorisinin Rolü
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
1.) Giriş
Rusya'nın dış politikasını anlamak ve analiz etmek, büyük ölçüde Vladimir Putin'in liderliği ve onun dış politika yaklaşımının kritik bir değerlendirmesini içerir. Putin'in liderlik dönemi, Rusya'nın
dış ilişkilerinde önemli bir dönüşümünün yaşandığı bir süreci temsil eder. Bu dönemde Putin, Rusya'nın küresel sahnede yeniden yükselmesine liderlik etmiş, ülkenin ulusal kimliğini güçlendirmiş ve
medeniyet yaklaşımı teorisi ile dış politikasına şekil vermiştir. Putin, Rusya'nın sadece jeopolitik bir aktör olarak değil, aynı zamanda bir medeniyetin temsilcisi olarak görülmesi gerektiğini
savunmuş, bu da Rus dış politikasına önemli bir boyut eklemiştir. Onun liderliği altında Rusya, kendi tarih, kültür ve değerlerini vurgulayarak uluslararası ilişkilerde daha etkili bir şekilde
pozisyon almıştır. Bu makale, Rusya'nın dış politikasının temel bileşenlerinden biri olan Medeniyet Yaklaşımı Teorisi'ni ve Vladimir Putin'in bu teoriye verdiği önemi incelemeyi amaçlar. Putin'in
liderliği altında Rusya'nın küresel arenada yeniden şekillenmesi ve medeniyet temelli dış politikasının bu dönüşümdeki rolü ele alınacaktır.
2.) Tarih boyunca medeniyet anlayış
Antik çağlardan itibaren, insanlar toplumları ve kültürleri "medeni" ve "barbar" olarak sınıflandırarak, kendilerini "üstün" ve diğerlerini
"aşağı" olarak değerlendirme eğiliminde olmuşlardır. Bu sınıflandırma genellikle medeniyet anlayışıyla ilişkilendirilmiştir, çünkü medeniyete sahip olduğu düşünülen toplumlar, kendilerini daha üstün
ve diğerlerine karşı hak sahibi olarak görmüşlerdir. Bu tür düşünceler, Antik Yunan döneminde ünlü şair Euripides'in "Iphigenia in Aulis" adlı trajedisinde Yunanlıların barbarları yönetmesi gerektiği
düşüncesinin öne çıktığı bir dönemde ifade edilmiştir. Aynı dönemin ünlü filozofu Aristoteles de Euripides'in bu düşüncesini desteklemiş ve barbarları ve köleleri doğaları gereği özdeş kavramlar
olarak görmüştür.
Ancak tarih boyunca, bu medeniyet anlayışı ve bu tür ayrımcı yaklaşımların insanlık üzerinde olumsuz etkileri olmuştur. Özellikle 18. ve 19.
yüzyıllarda, Batı Avrupalı entelektüeller arasında yaygın olan bu görüş, tüm toplumların aynı tarihsel gelişim yörüngesinde ilerlemesi gerektiği fikrini öne sürmüş ve insanlığın tarihsel gelişiminin
doğrusal bir aşamalı kavramını benimsemeye yol açmıştır. Bu düşünceye göre, Batı Avrupa medeniyeti, diğerlerine üstün olarak kabul edilmiş ve Batı Avrupalılar, kendilerini tüm insanlığın genel
gelişimini belirleme hakkına sahip olarak görmüşlerdir. Bu, diğer toplumları "yeterince uygarlaşmamış" veya hatta "barbar" olarak etiketlemeye ve hatta sömürmeye yol
açmıştır.
Bu tür ayrımcı düşünce ve politikaların yıllar boyunca hâkim olmasının sonuçları oldukça olumsuz olmuştur. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin,
Valdai Forumu'ndaki bir konuşmasında, bu tür yaklaşımların sonuçlarını ele almış ve "model bir medeniyet dünyası" oluşturulmasının, diğer toplumların bu modele uymaya zorlanmasının yıkıcı etkileri
olduğunu vurgulamıştır. Ancak Putin, "medeniyet yaklaşımı" olarak adlandırılan alternatif bir görüşün bu ayrımcı yaklaşımlara karşı çıktığını ve çeşitliliği ve farklılıkları kabul ettiğini
belirtmiştir.
Medeniyet yaklaşımı, tarih, kültür ve medeniyetlerin evrimini inceleyen ve bu bağlamda medeniyetlerin özgün gelişim yollarını vurgulayan bir
teorik yaklaşımdır. Bu yaklaşım, medeniyetlerin sadece kendine özgü tarihsel ve kültürel süreçlere tabi olduğunu savunur ve evrensel bir ilerleme modelini reddeder. Bu teori, 19. yüzyılın ikinci
yarısında Nikolay Danilevsky ve Konstantin Leontiev gibi saygın Rus düşünürler tarafından geliştirilmiş ve daha sonra birçok farklı düşünür tarafından incelenmiştir.
3.) Diplomatik Arenada Medeniyet Yaklaşımı
Medeniyet yaklaşımı, insanlığın ortak bir tarihsel yol izlemediğini ve tek bir medeniyetin tüm toplumlar için evrensel bir model sunamayacağını
vurgulayan bir teorik çerçeve sunar. Bu bakış açısını benimseyen düşünürler arasında yer alan Nikolay Danilevsky ve Konstantin Leontiev gibi isimler, çeşitli medeniyetlerin aynı dönemde var olduğuna
inanmış ve her birinin bağımsız bir gelişim süreci izlediğini savunmuşlardır. Bu perspektife göre, Rusya da diğer medeniyetlerden ayrışır ve kendi benzersiz gelişim yolunu çizebilmelidir.
Avrupa, Rusya tarafından genellikle temel bir rakip olarak değerlendirilmektedir; bu bağlamda, Rusya'nın kendi bağımsız gelişimine odaklanması gerekliliği öne çıkmaktadır.
Medeniyet yaklaşımının temel ilke ve önermeleri arasında medeniyetlerin özgün karakteri, evrensel ilerlemeye karşı tutumu, kültürel kimliğin öne çıkması ve uluslararası ilişkilerdeki
uygulanabilirliği yer almaktadır. Her medeniyetin kendi tarihsel, kültürel ve coğrafi bağlamlarında şekillendiği ve bu nedenle farklılık gösterdiği vurgulanır. Evrensel ilerleme teorilerine karşı
çıkılarak, her medeniyetin kendi gelişim yolları olduğu kabul edilir. Kültürel ve manevi değerler, medeniyetlerin kimliklerini şekillendiren temel unsurlardır ve korunması gereken
önemli değerler olarak kabul edilir. Bu teori, uluslararası ilişkiler bağlamında medeniyetler arası etkileşimi ve çatışmayı anlamada kullanılır. İnsanlığın ortak bir tarih izlemediğini ve farklı
medeniyetlerin aynı anda var olduğunu kabul ederek, uluslararası politika ve diplomasi açısından kültürel ve kimlik faktörlerinin önemini vurgular. Bu çerçeve içinde, Vladimir Putin'in küreselleşme
eleştirisini ve Rusya'nın kültürel ve manevi değerlerini koruma vurgusunu anlamak daha kolaydır. Putin, uluslararası arenada Rusya'nın güçlü bir oyuncu olarak yeniden yükselmesine vurgu yaparken,
medeniyet yaklaşımının temel önermelerine dayanarak, Rusya'nın kendi özgün yolu ve kimliği için çaba göstermek istediğini yansıtmaktadır.
Bu teori bağlamında, Rusya'nın kültürel ve manevi değerlerini koruma gerekliliği, liderler tarafından sıkça vurgulanır. Aynı zamanda, Rusya'nın
uluslararası arenada itibarını yeniden kazanma ve etkili bir rol oynama isteği öne çıkar. Rusya'nın uluslararası ilişkilerde güçlü bir konum elde etmesi önemsenir ve bu hedefe ulaşma konusundaki
kararlılık vurgulanır. Vladimir Putin yönetimi altında, Avrasyacılık düşüncesi giderek daha fazla öne çıkar. Avrasyacılık, Rusya'nın hem Avrupa hem de Asya'da etkili bir şekilde yer
alması gerektiğini teşvik eder ve bu, Rusya'nın uluslararası sahnede daha etkin bir oyuncu olarak konumlanmasına katkı sağlar. Putin'in liderliği altında bu düşünce, Rusya'nın uluslararası politika
ve diplomasi alanında kendine özgü bir rol oynamasının bir yansımasıdır. "Medeniyet yaklaşımı," Rusya'nın kendi medeniyetini inşa etme ve kendi kurallarını belirleme hakkını savunur. Bu teori, Rus
muhafazakarlığının bir parçası olarak kabul edilir ve Rusya'nın kendi bağımsızlığını ve kimliğini koruma hakkını vurgular. Bu teoriye göre, Rusya'nın, diğer medeniyetlerin hegemonyasına karşı çıkma
hakkı ve sorumluluğu vardır. Bu, "medeniyet yaklaşımı" olarak bilinen görüşün temelini oluşturur.
4.) Danilevsky ve Leontiev'in Perspektifine Göre Medeniyetlerin Farklılığı ve Evrimi
Nikolay Danilevsky ve Konstantin Leontiev gibi düşünürler, ilerlemenin kavramını gözden geçirirken medeniyetlerin çeşitliliğini ve evrimini
inceleyen bir perspektif sunmuşlardır. Bu perspektif, geleneksel ilerleme teorilerine eleştirel bir yaklaşım içermekte ve medeniyetlerin farklı gelişim yollarını vurgulamaktadır. Bu perspektife göre,
medeniyetler farklılık arz etmekte ve her biri kendine özgü tarihsel ve kültürel süreçlere sahiptir. Yani, bu her medeniyetin kendi özgün kimliği ve gelişim yoluna sahip olduğu anlamına gelir.
Danilevsky ve Leontiev, medeniyetlerin evrensel bir ilerleme modelini paylaşmadığını savunurlar. Yani, tüm toplumların aynı ilerleme yolunu izlemediğini ve bir medeniyetin başarısı veya ilerlemesi
diğerleri için ölçü olamayacağını vurgularlar. Bu düşünürler, medeniyetlerin kültürel, dini ve manevi değerlerinin kritik bir öneme sahip olduğunu vurgularlar. Bu değerler, medeniyetlerin özgün
kimliklerini oluşturan temel unsurlardır. Medeniyetlerin kendi iç dinamiklerine ve tarihsel süreçlere sahip olduğunu ve bu nedenle her birinin bağımsız bir gelişim yolunu izlediğini savunurlar. Bu,
her medeniyetin kendi özgün yolunu çizebileceği anlamına gelir.
Danilevsky ve Leontyev, ilerleme kavramını inkâr etmek yerine farklı bir perspektif sunmuşlardır. İlk olarak, yalnızca Avrupa'nın evrensel bir insan ilerlemesi sunmadığını vurgulamışlar, her
medeniyetin kendi tarihsel geleneklerine dayalı olarak ilerleme potansiyeline sahip olduğunu belirtmişlerdir. İkinci olarak, ilerleme sadece "en basit ve karmaşığa doğru kademeli yükselme" anlamına
gelmez, aynı zamanda birleşme, basitleşme ve hatta çöküş gibi olası sonuçları da içerebileceğini anlamışlardır. Ancak, tüm toplumların aynı kurallar ve yasalara tabi olması gerektiğini savunmak,
çeşitliliği basitleştirme girişimi olarak görülmüştür. Rus muhafazakâr düşünürler, genellikle suçlandıkları gibi geçmişe dönüşü savunmak bir yana, geleceğe yönelik bir atılım önermişlerdir. Medeniyet
yaklaşımı, daha sonra birçok yerli ve yabancı düşünür tarafından (O. A. Spengler, A. Toynbee, F. Braudel, S. Huntington, A. S. Panarin gibi) kendi özgün şekillerinde
geliştirilmiştir.
5.) Putin'in Dış Politika Vizyonu
Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından Rus dış politikası önemli tartışmalara sahne olmuş ve Vladimir Putin dönemi bu tartışmaların merkezinde
yer almıştır. Putin, 1999 Ağustos'unda başbakan olarak göreve gelmiş ve ardından 2000 Mart'ında Rusya Devlet Başkanı olarak seçilmiştir. Göreve gelir gelmez, Putin, Çeçenistan Savaşı'nın yükü ve
büyük bir ekonomik krizle başa çıkmak zorunda kalmıştır. Bu zorlu dönemin ardından Putin, Rusya'nın en etkili liderlerinden biri haline gelmiş ve uluslararası alandaki popülaritesi artmıştır.
Özellikle dış politikadaki hamleleri, Soğuk Savaş sonrası dönemde güç kaybeden Rusya'nın uluslararası arenada yeniden etkili bir oyuncu haline gelmesine katkıda
bulunmuştur.
Sovyetler Birliği'nin çöküşünün hemen ardından Rusya, kısa bir süre için liberal ve Batı'ya yönelik bir dış politika izlemiş, ancak Vladimir
Putin'in iktidara gelmesiyle daha pragmatist bir dış politika izlemeye başlamıştır. Putin'in Rusya Devlet Başkanı olmasının ardından, Rus iç ve dış politikasında yeni bir dönem başlamıştır. 2000
yılında yayımlanan "Dış Politika Algılaması" belgesi, çok kutupluluk ve aktif bir dış politika hedefini vurgulayarak Putin dönemi dış politikasına yön vermiştir. Putin için
uluslararası politikanın temel kavramları realizm ve pragmatizm olmuştur.
Putin döneminde Rus dış politikası, liberalizm, realizm ve milliyetçilik arasında bir denge kurma çabasıyla şekillenmiştir. Ancak zamanla
Putin'in söylemi, liberalizmden ziyade milliyetçiliğe doğru kaymıştır. Bu nedenle bazı gözlemciler, Putin'in dış politika felsefesini melez bir yapı olarak tanımlamışlardır. Putin, iktidara geldiği
ilk dönemde devletin herhangi bir ideoloji ile sınırlanmasına karşı çıkmış ve pragmatik bir yaklaşım benimsemiştir. Özellikle ekonomik kriz ve Çeçenistan Savaşı gibi büyük sorunlarla mücadele eden
Rusya, Batı ile iyi ilişkiler kurma ihtiyacı hissetmiştir. Putin, komünizmin gerçekçi bir seçenek olmadığını sıkça vurgulamış ve ekonomik anlamda liberal bir yaklaşım benimsemiştir. Bu dönemde Putin,
özellikle yeni enerji anlaşmaları ve Batı'dan gelen yatırımlarla Rus ekonomisini canlandırmaya çalışmıştır. Netice olarak, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından Vladimir Putin döneminde Rus dış
politikası farklı doktrinler arasında bir denge aramış, ancak zamanla milliyetçilik odaklı bir yaklaşıma kaymıştır. Putin, pragmatizm ve realizm temelinde Rusya'nın uluslararası arenada güçlü bir rol
oynamasını hedeflemiştir. Bu dönem, Rusya'nın uluslararası politikada yeniden yükselişe geçtiği bir dönem olarak öne çıkmaktadır.
6.) Putin'in Dış Politika İdeolojisi ve Etkilendiği Düşünürler
Rusya'nın mevcut lideri Vladimir Putin'in dış politika yaklaşımı ve dünya görüşü, köklü bir tarihsel ve felsefi bağlamdan şekillenmektedir.
Putin, Rusya'nın tarihine ve değerlerine büyük bir vurgu yaparak, ülkenin dış politikasının temelini oluşturmuştur. Putin'in dış politika anlayışını anlamak için, öncelikle Rus değerlerini
vatanseverlik, güç, devletçilik ve sosyal dayanışma gibi kavramlarla tanımlayan Avrasyacılık düşüncesine odaklanmak gerekmektedir. Putin, Rusya'nın tarihi mirasını vurgulayarak, Rus Çarlığı,
Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu'nun birleşik bir tarihe sahip olduğunu savunmaktadır. Bu, onun dış politikasının temelini oluşturan bir ideolojik temadır.
Bununla birlikte, Vladimir Putin'in dünya görüşü ve dış politikası sadece tarihsel mirasa dayanmamaktadır. Putin, özellikle ilk
dönemlerinde liberal bir söylem benimsemiştir. Ancak Rusya'nın içinde bulunduğu zorlu koşulları göz önünde bulundurarak, pragmatik bir yaklaşım benimsemiştir. Ekonomik kriz ve Çeçenistan Savaşı gibi
iç sorunlarla mücadele eden Rusya, Batı ile iyi ilişkiler kurarak bu sorunların üstesinden gelmeye çalışmıştır. Vladimir Putin'in dünya görüşünü şekillendiren önemli düşünürlerden biri Aleksandr
Soljenitsin'dir. Soljenitsin, Rusya'nın sınırlarını koruma gerekliliğini vurgulamış ve NATO kuşatmasına karşı çıkmıştır. Aynı zamanda, Rusya'nın diğer eski Sovyet
cumhuriyetlerinden ayrılması gerektiğini savunmuştur. Bu düşünceler, Putin'in dış politika yaklaşımında etkili olmuştur.
Rus düşünür İvan İlyin de Putin için büyük bir öneme sahiptir. İlyin'in Rus ordusunu Rus halkının birliğinin ve gücünün sembolü olarak görmesi,
Putin'in dış politikasının temelinde yer almaktadır. Putin, İlyin'in Rus ordusunun dış tehditlere karşı hazır olması gerektiği düşüncesini benimsemiştir. Netice olarak, Vladimir Putin'in dış politika
yaklaşımı hem tarihsel hem de ideolojik kökenlere sahiptir. Putin, Rusya'nın değerlerini ve tarihini vurgulayarak ülkesinin uluslararası arenadaki rolünü şekillendirmeye çalışmıştır. Aynı zamanda,
içsel ve dışsal zorluklara uygun bir şekilde pragmatik bir yaklaşım benimsemiştir. Putin'in dünya görüşünü şekillendiren düşünürler de onun dış politikasının temelini oluşturmuştur. Bu faktörler bir
araya geldiğinde, Putin dönemi Rus dış politikasının karmaşık ve çok yönlü doğasını anlayabiliriz.
7.) Putin Döneminde Dış Politikada Realizmin Yükselişi
Vladimir Putin, dış politikada liberal ve milliyetçi düşünceleri bir araya getiren bir melez yaklaşım benimsemiştir. Özellikle 11 Eylül
saldırılarının ardından terörle mücadele ve iş birliği çabalarıyla Rusya ile ABD arasındaki ilişkileri geliştirmiştir. Ancak, zamanla Washington'un güvenlik politikalarında tek taraflı yaklaşımları
benimsemesi, Putin'i rahatsız etmiştir. Özellikle eski Sovyet coğrafyasında gerçekleşen yönetim değişiklikleri, Putin tarafından Rusya için bir tehdit olarak algılanmıştır. Ayrıca, 2003'te Gürcistan,
2004'te Ukrayna ve 2005'te Kırgızistan'da yaşanan renkli devrimler ve 2004'te AB ve NATO'nun Baltık bölgesi ve Doğu Avrupa'ya doğru genişlemesi, Putin tarafından Rusya'nın çevresinin kısıtlanma
politikasının yeni bir aşaması olarak değerlendirilmiştir.
Putin'in ikinci başkanlık dönemi (2004-2008) ile birlikte, Rusya'nın jeopolitik olarak kuşatılma endişesi daha da artmış ve dış politikada daha
fazla Realist akımın etkileri gözlemlenmiştir. Yevgeny Primakov ile birlikte öne çıkan Realizm savunucularına göre, Rusya, çok kutuplu dünya siyasetini benimsemeli ve uluslararası ilişkilerde
öncelikle kendi çıkarlarını korumalıdır. Primakov'a göre, Rusya Batı'nın yayılmacı politikalarını engellemeli ve çevresindeki dönüşüm hareketlerine kayıtsız kalmamalıdır. Bu bağlamda, Realistlerin
öncelikli hedefi, NATO'nun genişlemesini durdurmak ve uluslararası örgütlerde Rusya'nın çıkarlarını savunmaktır.
Bu dönemde, Moskova'nın ABD ile ilişkileri gerginleşirken, özellikle enerji alanında önemli bir iş birliği yaptığı AB ile ilişkiler de
değişmiştir. Putin, Rusya'nın AB ile bütüncül bir politika izlemesi yerine Almanya, Fransa ve İngiltere gibi AB'nin önemli üyeleri ile ikili ilişkileri geliştirmeyi tercih etmiştir. Ancak, 2004'te
Ukrayna'da yaşanan iktidar değişikliği sonrasında AB ile yaşanan enerji krizi, bu stratejinin zorluklarını ortaya koymuştur. Putin, enerjiyi siyasi bir hamle olarak kullanma olasılığını
göstermiştir.
Realist akım, Putin'in dış politika yaklaşımlarına da yansımıştır. Özellikle 2005 yılında Federal Meclis'te yaptığı bir konuşmada Sovyetler
Birliği'nin çöküşünü yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi olarak tanımlamış ve Sovyetler Birliği'nin vatan sevgisini öğrettiğini vurgulamıştır. Aynı dönemde, düşünürler ve siyasetçiler,
Neo-Avrasyacı ve yayılmacı jeopolitik görüşleriyle Rus dış politikasına etki etmiştir. Bu düşünürler, Rusya'nın jeopolitik olarak toparlanabilmesi için öneriler sunmuş ve küreselleşmeye karşı
çıkmışlardır.
8.) Putin Döneminde Rusya'nın Jeopolitik Değişimleri
Bu dönemde küresel siyasetin odak noktası, füze savunma kalkanı projesi ve ABD ile Rusya arasındaki bu projeye ilişkin yaşanan gelişmeler
olmuştur. 2002 yılında Başkan George W. Bush'un, 1972 tarihli Anti-Balistik Füze Anlaşması'nı sonlandırması sonrasında ABD, "güvenilmez devletler" olarak kabul edilen doğudaki ülkelerden
kaynaklanabilecek uzun menzilli füze tehdidine karşı ulusal füze savunma sistemi kurmayı hedeflemiştir. Bu kapsamda, 2007'de Çek Cumhuriyeti'ne radar ve Polonya'ya önleyici füze sistemleri
yerleştirilmesi planlanmıştır. Putin ise bu projeyi açık bir şekilde saldırı amaçlı olarak tanımlayarak Rusya'nın hedef alındığını dile getirmiş ve iddia etmiştir.
2007 Şubat'ında düzenlenen 43. Münih Güvenlik Konferansı'nda Vladimir Putin, dikkat çeken bir konuşma yapmış ve yeni Rus dış politikasının
temellerini atmıştır. Putin, ABD'nin tek kutuplu bir dünya oluşturma çabalarını eleştirmiş, kendi kurallarını dünya toplumuna dayatmanın istikrarı değil sorunları artıracağını belirtmiştir. Ayrıca
Putin, NATO'nun genişlemesi konusundaki rahatsızlığını dile getirmiş ve Rusya'nın bağımsız bir dış politika izlemeye devam edeceğini vurgulamıştır. Bu konuşma, Soğuk Savaş sonrası Rus dış
politikasında bir değişimin işareti olarak kabul edilmiştir.
Putin'in üçüncü başkanlık dönemiyle birlikte, Rus milliyetçiliği ve Avrasyacılık düşüncesi daha fazla belirgin hale gelmiştir. Putin,
küreselleşmeye karşı olduğunu vurgularken, Rusya'nın kültürel ve manevi değerlerini koruma gerekliliğini savunmuştur. Aynı zamanda Rusya'nın uluslararası arenada daha fazla güçlü ve etkin bir rol
oynaması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak Batı ile ilişkilerdeki zorluklar devam etmiştir. 2008'de Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesi ve NATO'nun Gürcistan ve Ukrayna'nın üyeliklerini gündeme
getirmesi, Rusya tarafından çevreleme politikasının bir yansıması olarak algılanmıştır. 2008 Ağustos'unda Güney Osetya'ya yönelik Gürcistan'ın askerî operasyonuna Rusya'nın müdahalesi, Rusya'nın
Gürcistan'a yönelik ilk askerî müdahalesini temsil etmiştir ve bu müdahaleyle Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlıkları Rusya tarafından tanınmıştır. Bu adımlar, Kosova'nın bağımsızlığının
tanınmasına karşılık veren bir tepki olarak görülmüştür ve Rusya'nın bölgedeki güç dinamiklerini etkilemiştir.
9.) Rus Dış Politikasında Putin Dönemindeki Değişim
2010'ların sonlarına doğru Vladimir Putin'in dış politika yaklaşımı önemli değişikliklere uğramıştır. Özellikle 2010 Aralık ayında başlayan Arap
isyanlarının hızla yayılması ve Rusya'da 2011 yılında gerçekleşen kitlesel sokak gösterileri, Putin'in dikkatini çekmiş ve Rusya'nın kuşatıldığı veya çevrelendiği algısını güçlendirmiştir. Bu
dönemde, Putin milliyetçi düşünceleri benimseyerek ve Avrasyacılık fikirlerini daha fazla ön plana çıkararak dış politikasını yeniden şekillendirmiştir. Rus milliyetçileri, Rus diasporasını bir araya
getirme ve Rusya'nın sınırlarını genişleterek Batı'nın çevrelemesinden kaçınma gerekliliğini vurgulamışlardır. Ayrıca Putin, üçüncü başkanlık dönemi ile birlikte Rusya'nın ulusal ideolojisini
oluştururken Ortodoks dini ve Avrasyacılık fikirlerine daha fazla bağlanmaya başlamıştır. Ona göre Ortodoks dini, Rusya'nın Slav medeniyeti üzerinde etkili olma hakkını vurgularken, Avrasyacılık,
ülkenin doğu ve güney sınırlarını korumak için stratejik bir öneme sahiptir. Putin, Rusya'nın bölünme riskini ön plana çıkararak egemenlik kavramını sık sık vurgulamıştır.
Bu dönemde, Ukrayna'daki değişikliklere yanıt olarak Kırım'ın ilhakı ve Ukrayna'ya müdahale gibi eylemlerle Putin, Rusya'nın çevrelenme
politikasına karşı bir tepki olarak hareket ettiğini belirtmiştir. Rusya'yı "kuşatılmış bir kale" olarak tanımlamış ve Napolyon ve Hitler'in kaybettiği Rusya seferlerine atıfta bulunarak Rus halkının
desteğini kazanmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Putin, Rusya Federasyonu Askeri Doktrininde NATO'yu Rus nüfuz alanında bir tehdit olarak göstermiştir. Putin, Ukrayna'daki jeopolitik krizi Rusya lehine
çözüme kavuşturarak Suriye'deki savaşa daha fazla dahil olmuş ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde DAEŞ'e karşı uluslararası bir koalisyon kurulmasını önermiştir. Ancak bu önerinin
olgunlaşmasını beklemeden Suriye'ye askeri müdahalede bulunmuştur. Netice olarak, Putin için sınırlarından uzak bölgelerde etkide bulunmanın Rusya'nın egemenliği, büyüklüğü ve güvenliği ile yakından
ilişkili olduğunu söylemek mümkündür. Bu dönemde, Rusya'nın Batı ile iş birliği yerine rekabete yönelik bir dış politika benimsemeye başladığı görülmektedir.
10.) Rusya Dünyanın Geri Kalanının İlerisinde
Hâlihazırda Rusya, "dünyanın geri kalanının ilerisinde" olduğunu savunmaktadır ve bu ifadeler kesinlikle bir ironi değil, bir gerçeğin
ifadesidir. Vladimir Putin'in siyasi pratiğinde, medeniyet yaklaşımının ilkelerini sadece iç politika için değil, aynı zamanda uluslararası siyasi gündemin temeli olarak önerme çabası dikkat
çekicidir. Valdai Forumunda ortaya koyduğu tezlerin birçoğunun bu çerçeve içinde değerlendirilmesi gerektiği görülmektedir. Sadece bazılarını örnek vermek gerekirse: "Çeşitli medeniyetler vardır ve
hiçbiri diğerinden üstün değildir; kendi kültürleri, gelenekleri ve halklarının temsilcileri olarak eşit haklara sahiptirler."; "Modern dünya, herhangi bir birleşmeye yabancıdır; her devlet ve
toplum, kendi kalkınma yolunu bağımsız olarak geliştirmek ister. Coğrafya, hem eski hem de modern tarihi deneyimler ve halkın değerleri üzerine inşa edilir.
Bu, karmaşık bir sentezle sonuçlanan benzersiz bir medeniyet topluluğunun oluştuğu bir süreçtir. Heterojenlik ve çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve
kalkınmanın anahtarlarıdır"; "İnsanlık, rekabetçi kesimlere bölünmek, yeni bir blok çatışması veya ruhsuz evrensel bir küreselleşme yolunda ilerlemek istemiyor. Dünya, bir küreselleşme sinerjisi
doğrultusunda ilerlemek istiyor: devletler-medeniyetler, geniş topraklar ve kendi kimliğinin bilincinde olan topluluklar bunun bir parçasıdır." Putin'in bu yaklaşımını ilk kez Münih konuşmasıyla
duyurduğu bilinmektedir, ancak görünüşe göre ilk kez Rusya ve dünya toplumu için yeni bir dünya düzeninin ve Anavatan'ın varoluşunun teorik temelini ve gerekçesini sunmuştur. Ayrıca, bu yeniden ifade
edilen fikirlerin gerekçesi, Rus geleneksel değerlerinin yeniden canlandırılmasıyla paralellik göstermektedir. Medeniyet yaklaşımı, Rus entelektüel atılımının geleceğe dönük bir buluşu olarak
görülmektedir, belki de sonsuz bir geleceğe yönelik.
11.) Sonuç:
Bu makalem, Rusya'nın dış politikasında Medeniyet Yaklaşımı Teorisinin oynadığı belirgin rolü vurgulamış ve Vladimir Putin'in liderliği altında bu teorinin önemini incelemiştir. Putin, ulusal
kimliğin güçlendirilmesi ve küresel sahnede Rusya'nın yeniden yükseltilmesi amacıyla bu teoriyi dış politika pratiğine etkili bir şekilde uyarlamıştır. Medeniyet Yaklaşımı Teorisi, Rusya'nın yalnızca
jeopolitik bir oyuncu değil, aynı zamanda bir medeniyetin temsilcisi olarak algılanması gerektiğini öne sürmektedir.
Başkan Putin döneminde, Rusya'nın tarih, kültür ve değerlere dayalı bir dış politika benimsenmiş ve bu yaklaşım, ülkenin uluslararası ilişkilerde daha etkili bir konum elde etmesine
katkıda bulunmuştur. Sonuç olarak, Vladimir Putin liderliğindeki Rusya, Medeniyet Yaklaşımı Teorisi aracılığıyla dış politikasını şekillendirerek uluslararası sahnede etkin bir aktör haline
gelmiştir. Bu teorinin, Rus dış politikasındaki rolü, Rus kimliğini güçlendirmenin yanı sıra küresel ilişkilerde de önemli bir değişim yaratma bağlamında büyük bir vurguya sahiptir.
Medeniyet temelli bu dış politika, Rusya'nın uluslararası sahnede oynadığı rolün anlaşılması ve değerlendirilmesi için kritik bir faktördür.
14 Ekim 2023, Lüksemburg