Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Ortadoğu'da ABD'nin İran'a Yönelik Askeri Müdahale Senaryoları: Jeopolitik Gerilimlerinin İncelenmesi

Ortadoğu'da ABD'nin İran'a Yönelik Askeri Müdahale Senaryoları:

Jeopolitik Gerilimlerinin İncelenmesi

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

Giriş:

Ortadoğu, tarih boyunca jeo-politik çalkantıların merkezin-de yer almasıyla bilinir. Son zamanlarda, bölgedeki geliş-melerin karmaşıklığı ve strate-jik önemi daha da belirgin hale gelmiştir. Özellikle, ABD'nin Ocak ayında İran'a yönelik gerçekleştirdiği askeri eylem-ler, bölgedeki gerginliği artır-mış ve uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcına işaret etmiştir. Bu makalede, Ortadoğu'daki son jeopolitik gelişmelerin mercek altına alınması amaçlanmaktadır. Özellikle, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ocak ayında İran'a karşı gerçekleştirdiği askeri operasyonlar ve bu operasyonların bölgedeki stratejik denge üzerindeki olası etkileri üzerinde durulacaktır. Ayrıca, söz konusu operasyonların uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcına işaret edip etmediği ve bölgedeki istikrar üzerindeki muhtemel etkileri de incelenecektir. Bu bağlamda, ABD'nin İran'a yönelik askeri müdahalesinin bölgedeki güç dengelerini nasıl etkileyebileceği ve buna bağlı olarak bölgedeki istikrarın nasıl etkilenebileceği tartışılacaktır. Son olarak, ABD'nin bölgedeki çıkarlarını güvence altına alma ve Tahran üzerindeki baskısını artırma amacıyla gerçekleştirdiği adımların, bölgedeki siyasi ve stratejik dinamikleri nasıl şekillendirebileceği ele alınacaktır.

 

Özet:

ABD'nin, Suriye ve Irak'ta İran'a ait olduğu iddia edilen hedeflere yönelik gerçekleştirdiği hava saldırıları, bölgedeki gerilimi artırmıştır. Pentagon'un açıklamalarına göre, bu saldırılar İran yanlısı bir grupla ilişkilendirilen bir drone'nin ABD tesislerine saldırması sonucunda gerçekleşmiştir. Ancak, Tahran'ın bu olayla doğrudan ilişkilendirilmesine dair somut kanıtların eksikliği, açıklamaların doğruluğu konusunda soru işaretleri doğurmaktadır.

 

ABD'nin İran'a yönelik askeri müdahalesi, bölgedeki güç dengelerini değiştirme potansiyeline sahiptir. Bu durum, Washington'un Tahran üzerindeki baskısını artırma ve bölgedeki çıkarlarını güvence altına alma çabalarının bir yansıması olarak görülmektedir. Ancak, bu adımların bölgedeki istikrarı daha da zayıflatabileceği endişesi de mevcuttur.

 

Jeopolitik Gerilimler

Ortadoğu'da son yaşanan gelişmeler, bölgedeki karmaşık jeopolitik durumu daha da belirginleştiriyor. ABD'nin Ocak ayındaki eylemleri, özellikle İran'a karşı gerçekleştirilen hedefli saldırılar, bölgede önemli sonuçlara yol açmış görünüyor.

 

ABD'nin, Suriye ve Irak'ta İran'a ait olduğu iddia edilen 85 hedefi hassas silahlarla vurması, komuta merkezlerinden drone depolarına kadar geniş bir yelpazede gerçekleştirilen saldırılar, ciddi bir tırmanışın işareti olarak yorumlanıyor.

 

Washington'un bu askeri harekatı, Ürdün-Suriye sınırında bulunan Tower 22 üssünde üç Amerikan askerinin ölümüyle ilişkilendiriliyor. Pentagon'un açıklamalarına göre, İran yanlısı bir grupla ilişkilendirilen bir drone'un ABD tesisinin hava sahasına girmesi ve askerlere saldırması sonucunda bu askeri müdahale gerçekleşmiş. Ancak, Tahran'ın bu olayla ilişkilendirilmesine dair somut kanıtların eksikliği, açıklamaların doğruluğu konusunda soru işaretleri doğuruyor.

ABD'nin eski Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun The Wall Street Journal'da yayımladıkları makale, gerilimi daha da artırıyor. Onların, Tahran'a yönelik baskıyı artırmak ve Doğu'daki çevreleme stratejilerini yeniden güçlendirmek için bu adımları desteklemesi, ABD'nin İran konusunda nasıl bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor.

 

Bu gelişmeler, Ortadoğu'daki güç dengeleri ve stratejik manevraların karmaşıklığını gösterirken, bölgedeki devletler arası ilişkilerin ne kadar karmaşık ve etkileyici olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bu bağlamda, bölgedeki güncel olayların altında yatan nedenleri ve sonuçları anlamak için daha derinlemesine bir analiz gerekiyor.

 

Görünüşe göre, 5 Şubat'ta yaşanan olaylar konusunda yetkililerin haberdarlığı tartışmalı bir noktada bulunmaktadır. Özellikle, İran'ı caydırmak amacıyla tasarlanan büyük çaplı ABD hava saldırısının ardından, Amerika'nın Suriye'deki müttefikleri önemli sıkıntılar yaşamıştır. Pentagon'un, Suriye'deki El-Omar üssüne yönelik drone saldırısını engelleyememesi ise dikkat çekicidir. Bu saldırı sonucunda 6 Suriye Demokratik Güçleri (SDG) mensubunun hayatını kaybetmesi, sorumluluğun Irak'taki İslami Direniş adlı İran bağlantılı bir grup tarafından üstlenilmesiyle birlikte gerilimi artırmıştır. İsyancılar, eylemi, İsrail'in Gazze'deki eylemlerine ve ABD'nin İsrail'i destekleyen politikalarına karşı bir protesto olarak gerekçelendirmişlerdir.

 

Bu gelişmeler, doğrudan bir çatışma tehdidi olarak Washington ile potansiyel olarak nükleer silahlara sahip olan Tahran arasındaki gerilimi artırmıştır. Amerika, Bağdat'taki büyükelçilik personelini tahliye etmeye başlamış ve Ürdün'deki üssünü, İran yanlısı bir insansız hava aracının saldırdığı hava savunma sistemleriyle güçlendirmiştir. Bölgedeki ABD üslerine yönelik 17 Ekim'den bu yana en az 165 saldırının gerçekleştiği belirtilmektedir. Bu saldırılar, bölgedeki 30 binden fazla askeri personelin silahlı çatışma riskiyle karşı karşıya kaldığını göstermektedir.

 

Öte yandan, İranlıların, yeni bir saldırı beklentisiyle birliklerini Humus'taki T-4 hava üssünden çekme sürecini başlatmaları, bölgedeki gerilimi daha da artırmaktadır. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Raisi'nin, ABD'nin Suriye ve Irak'taki askeri varlığının bölge için sadece haksız olmadığını, aynı zamanda Batı Asya için de doğrudan bir tehdit oluşturduğu yönündeki açıklamaları, bu gerilimin derinliğini göstermektedir.

 

ABD'nin Irak'a ve Irak'taki İran destekli gruplara yönelik saldırıları, yerel otoritelerin Amerikan birliklerinin ülkeden çekilmesi taleplerini güçlendirmiştir. Bağdat yönetimi, uluslararası koalisyonun varlığının ulusal güvenliğe ve istikrara tehdit oluşturduğunu belirterek bu saldırıları kınarken, daha önce Ocak ayında da Amerikan insansız hava araçlarının Bağdat'ı hedef alması sonrasında aynı tutumu sergilemiştir. Bu gelişmeler, hükümetin Amerikalıların ülkeyi terk etmesi çağrısını yinelemesine yol açmıştır.

 

Son olarak, geçmişte savunma konusunda Washington'la işbirliği yapan Basra Körfezi monarşilerinin, güvenliklerini kendi aralarında müzakere etme eğiliminde oldukları gözlemlenmektedir. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin politikaları bu yönde ilerlemektedir. Bölgedeki İslamcı aktörleri İran karşıtı bir koalisyona çekme girişimleri ise başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

 

Washington'un Tahran'ı kontrol altına alması, çeşitli nedenlerden dolayı son derece zorlu bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle, İran'ın stratejik müttefikleri olan Rusya ve Çin'in, Amerika'nın bu yöndeki çabalarını desteklemeye niyetli olmadıkları açıktır. İran'ın Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Şahram İrani'nin açıklamaları, yakın gelecekte Rusya ve İran arasında ortak deniz tatbikatlarının gerçekleştirileceğine dair bir işaret sunmaktadır. Ayrıca, Moskova'nın Tahran ile büyük ölçekli devletler arası bir anlaşma imzalamayı planladığına dair bilgiler de mevcuttur. Bu anlaşmanın, Hazar Denizi'nin statüsüne ilişkin belirleyici etkilere sahip olabileceği değerlendirilmektedir. Rusya ve İran, Batılı güçlerin bölgedeki etkisini azaltmayı hedefleyen bir işbirliği içinde bulunmaktadırlar.

 

Rusya ile İran arasındaki stratejik işbirliği, bölgesel istikrarın sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Rusya'nın Suriye'deki başarılı operasyonları, bu işbirliğinin etkisini açıkça göstermektedir. Rusya ve İran'ın ortak çabaları, Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasına katkı sağlamış ve Rusya'nın bölgedeki askeri varlığını güçlendirmiştir.

 

Ekonomik işbirliği açısından da, Rusya ve İran arasındaki ilişkiler önemlidir. İki ülke arasındaki ticaret, her geçen gün artmakta ve birçok alanda derinleşmektedir. Özellikle, İran üzerinden geçen Kuzey-Güney ulaşım koridoru projesi, ticari ilişkilerin gelişmesine büyük katkı sağlamaktadır. Ayrıca, Avrasya Ekonomik Birliği'nin (EAEU) İran ile imzaladığı serbest ticaret anlaşması, ticaretin daha da artmasına olanak sağlayacaktır. Bu anlaşma ile ithalat vergilerinin büyük ölçüde kaldırılması ve ulusal para birimlerinin kullanımına ilişkin anlaşmalar, ticari ilişkilerin daha da güçlenmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda, Rusya ve İran arasındaki işbirliği, bölgesel ve küresel düzeyde önemli etkilere sahip olmaya devam etmektedir.

 

İran, hem Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinde hem de savunma kapasitesinde önemli bir seviyeye ulaşmış durumdadır. Nükleer silah sahibi olmasa bile, Tahran'ın ABD ordusunu bekleyen pek çok sürprizle karşı karşıya kalabileceği düşünülmektedir. Bu sürprizler arasında, kayalar arasına gizlenmiş konvansiyonel silahlı İran füzeleri, gelişmiş bir hava savunma sistemi, Hürmüz Boğazı'nda petrol tankerlerini abluka altına alma yetenekleri ve daha birçok unsurlar yer almaktadır. Ayrıca, İran'ın ilk saldırıyı gerçekleştirmeyeceği, ancak kendisini savunma konusunda son derece akıllı davranacağı kabul edilmektedir.

 

Öte yandan, Batı medyası ve kamuoyu, Yemen'deki Husi gruplarının İran'ın vekilleri olarak algılanmasıyla meşgul durumdadır. İran'a erişilebilirlik konusunda ise Husiler, ABD'nin Yemen'deki havaalanlarına yeniden saldırması durumunda, Kızıldeniz'in tabanına uzanan fiber optik kabloları kesme tehdidinde bulunmuşlardır. Bu kablolar, Avrupa, Afrika ve Orta Doğu arasındaki iletişim kanallarını beslemekte olup, jeopolitik istikrarın yanı sıra küresel finans piyasaları ve bilgi güvenliği açısından da kritik bir role sahiptir. Bu nedenle, bu kabloların devre dışı bırakılması, ciddi ve hızlı sonuçlar doğurabilecek bir durumdur. Çünkü dünya genelindeki internet trafiğinin neredeyse tamamı ve uluslararası telefon hatlarının büyük bir kısmı bu denizaltı kabloları üzerinden gerçekleşmektedir.

 

Bu çerçevede, Washington'un Tahran'a karşı açık bir savaş başlatması pek mümkün görünmemektedir, en azından Amerika Birleşik Devletleri için telafisi olmayan sonuçlara yol açmadan. Ancak, İran'ın bölgedeki pozisyonlarından vazgeçmeyeceği açıktır. Ayrıca, Rusya ve Çin gibi İslam Cumhuriyeti'ni desteklemeye hazır olan ülkelerin de İran'ı geri çevirmeyeceği öngörülmektedir.

 

Sonuç:

Ortadoğu'daki son gelişmeler, bölgedeki jeopolitik durumun karmaşıklığını ve stratejik önemini vurgulamaktadır. ABD'nin İran'a karşı gerçekleştirdiği askeri eylemler, bölgedeki güç dengelerini etkilemekle kalmamış, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcına işaret etmiştir. Ancak, bu tür askeri müdahalelerin bölgedeki istikrarı daha da zayıflatabileceği ve çatışma riskini artırabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle, bölgedeki tüm tarafların diplomasi ve diyalog yoluyla çözüm arayışına devam etmeleri önemlidir.

 

15 Şubat 2024, Lüksemburg

 

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}