Orta Doğu'da Filistin-İsrail İlişkileri, Hamas ve Terör
Sorunu
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
1.) Giriş
Hamas, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Kanada ve birçok diğer ülke tarafından
terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Hamas, İsrail'e karşı şiddet içeren saldırılar düzenlemiş ve İsrail'in varlığını tanımadığı bir politika benimsemiştir. Ancak, Hamas'ı destekleyenler, örgütün
Filistin halkının haklarını savunduğunu ve işgal altındaki topraklarını kurtarmak için mücadele ettiğini savunurlar. Orta Doğu'da son dönemde yaşanan çatışmalar ve siyasi gelişmeler, bölgenin karşı
karşıya olduğu karmaşık ve hassas sorunları bir kez daha gündeme getirmiştir. Bu makale, Orta Doğu'daki güncel olaylar, İran'ın bölgedeki rolü, İsrail'in iç siyasi dinamikleri ve çatışmanın sona
erdirilmesi için kullanılan arabuluculuk seçenekleri gibi önemli konuları ele alacaktır. Bu girişin ardından, makalenin detaylarında bu faktörlerin karmaşıklığını ve etkilerini anlatan ayrıntılı bir
değerlendirme sunulacak ve bu bağlamda Siyonizm’in doğuşunu, temel prensiplerini ve tarihsel gelişimini ele alarak, bu önemli siyasi ideolojinin kökenlerini ve özelliklerini kısa açıklamayı da
amaçlamaktadır
Yalnız, bu makalenin temel odak noktası olan terör ve devlet terörü terimlerinin tanımı, bu
karmaşık konunun anlaşılmasında temel bir rol oynamaktadır. Bu terimlerin net bir tanımı, terörün özünü ve devlet terörünün karmaşıklığını anlamamız için gereklidir. Terörizm, siyasi veya ideolojik
amaçları yaymak amacıyla şiddet ve korku eylemleri uygulayan grupların faaliyetlerini ifade eder. Bu eylemler, genellikle sivilleri hedef alarak kamuya açık alanlarda veya diğer stratejik hedeflerde
gerçekleştirilir. Terör örgütleri, bu yöntemleri kullanarak siyasi veya ideolojik hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Devlet terörü ise bir devletin kendi vatandaşlarına veya diğer ülkelere karşı şiddet
ve korku eylemleri uygulayarak siyasi veya ideolojik amaçlarını desteklemek veya korumak amacıyla terör taktiklerini kullandığı bir kavramdır. Bu eylemler, devlet aktörlerinin ya da onların
desteklediği grupların faaliyetleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir.
Terör örgütleri ve devlet terörü, uluslararası toplum için ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturur. Bu
makale, terörün bu iki yönünü anlamamızı sağlayacak bir çerçeve sunarak Orta Doğu'daki güncel olayları daha iyi değerlendirmemize yardımcı olacaktır. Terör ve devlet terörünün Orta Doğu'daki siyasi
dinamiklerle nasıl ilişkilendirildiğini ve bölge için hangi sonuçlar doğurduğunu anlamak, uluslararası ilişkiler açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu makale, bu karmaşık ilişkilerin bir anlayışını
sunmayı amaçlamaktadır.
2.) Siyonizm: İdeolojik Kökenleri ve Siyasi Hareketi
Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarına doğru Yahudi halkının bağımsız bir devlet kurma arayışını ifade
eden bir siyasi hareket ve ideoloji olarak ortaya çıktı. Siyonizm’in tarihsel ve ideolojik kökenleri, Yahudi halkının tarih boyunca yaşadığı ayrımcılık, zulüm ve soykırımla sıkı bir şekilde
ilişkilidir. Bu hareketin öncüleri, özellikle Theodor Herzl, bir Yahudi devletinin gerekliliği üzerine yoğunlaşarak Siyonizm in temellerini atmışlardır. Siyonizm, Yahudi kimliğinin korunması ve
bağımsız bir Yahudi devletinin kurulmasını savunurken, aynı zamanda insan haklarına ve eşitliğe vurgu yapar.
Ancak, İsrail devletinin kuruluşu ve Filistin topraklarındaki anlaşmazlıklar gibi konular, Siyonizm
in tartışmalı yönlerini oluşturur. Siyonizm’in tarihsel kökenleri, Yahudi halkının tarih boyunca yaşadığı ayrımcılık, zulüm ve soykırımla sıkı bir şekilde ilişkilidir. Özellikle Theodor Herzl gibi
öncüler tarafından formüle edilen bu ideoloji, bir Yahudi devletinin gerekliliği üzerine yoğunlaşmıştır. Herzl, Yahudi halkının artan anti-semitizm tehdidi karşısında kendi devletini kurma fikrini
öne sürmüş ve bu, siyonizmin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Dolayısıyla, Siyonizm, Yahudi milliyetçiliği düşüncesinin tarih boyunca kökenlerine
dayanmaktadır.
Siyonizm’in temel prensipleri arasında Yahudi kimliğinin korunması ve bağımsız bir Yahudi
devletinin kurulmasının savunulması bulunur. Herzl, bu devletin kurulmasıyla Yahudi halkının ayrımcılık ve soykırım gibi tehditlere karşı kendini savunabileceğine inanmıştır. Ayrıca, Siyonizm insan
haklarına ve eşitliğe vurgu yapar ve Yahudilere yönelik ayrımcılığın sona ermesini hedefler. Bu bağlamda, Siyonizm, insan haklarının evrensel bir ilke olarak kabul edilmesini ve ayrımcılığa son
verilmesini destekler. Siyonizm’in olumlu yönleri, soykırım gibi tarihsel trajedilerden ders çıkarma amacı taşırken, aynı zamanda insan haklarına vurgu yapar. Ancak, ideolojinin tartışmalı yönleri,
özellikle İsrail devletinin kuruluşu ve Filistin topraklarındaki toprak anlaşmazlıkları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Filistinli Arapların yerinden edilmesine ve sürgüne neden olan İsrail'in kuruluşu,
Siyonizm’i eleştirenlerin ana argümanlarından birini oluşturur.
Netice olarak, Siyonizm Yahudi tarihinde önemli bir rol oynamış ve Yahudi halkının kimlik, güvenlik
ve bağımsızlık arayışını yansıtan bir ideoloji olarak değerlendirilir. Olumlu yönleri, soykırımdan ders çıkarma ve insan haklarına vurgu yapma şeklinde ortaya çıkarken, tartışmalı yönleri özellikle
toprak anlaşmazlıkları ve siyasi gerilimlerle ilişkilidir.
3.) İran'ın Yükselişi ve İsrail'in Stratejik Tepkisi
Orta Doğu'da yaşanan son kriz, İran'ın bölgedeki hedefleri ve İsrail'in iç siyaseti üzerinde önemli
etkilere sahip. Aynı zamanda, İsrail'in Gazze Şeridi'nde nasıl bir politika izleyeceği konusunda farklı senaryoları gündeme getiriyor. İsrail ve Hamas arasındaki çatışmanın sona ermesi sonrası olası
senaryolar, uzmanlar arasında ciddi bir tartışma konusu.
Ancak, İsrail'de uzun süredir hüküm süren taktiksel yaklaşımın, son olayların ardından gözden
geçirilmesi gerektiği bir gerçektir. İstihbarat ve ordu tarafından alınan ahlaki darbeler, İsrail'in Gazze politikalarını yeniden düşünmesi gereken bir noktaya getirmiştir. Diplomatik bir çözümün
arayışının askeri operasyonların gerisinde olduğu ve çatışmanın askeri boyutta yönetilmesine vurgu yapılırken, bu yaklaşımın sınırlarının test edildiği açıkça
görülmektedir.
İsrail toplumu içinde, Gazze sorununun çözümüne aktif katkı sağlayacak bir siyasi iradenin
eksikliği söz konusu. Bu eksiklik, çatışmanın sürmesini veya kabul edilebilir bir düzeyde devam etmesini teşvik etmektedir. Ancak artık Gazze ile ilişkilerin geleceği konusunda yeni ve cesur
önerilere açık bir alan bulunmaktadır. Bu öneriler, İsrail'in stratejik müttefikler arayışından, uluslararası toplumu etkileme ve ABD'nin güdümü altına alma çabalarına kadar uzanmaktadır. İsrail'in
Gazze politikalarının, yeni ve kalıcı bir çözümün keşfedilene kadar bu tür çeşitli yaklaşımlara tabi tutulması gerekecektir.
Orta Doğu'da yaşanan son krizler ve çatışmalar, bölgenin karmaşıklığı ve hassasiyeti konusunda bir
kez daha düşünmemizi gerektiriyor. Bu makale, İran'ın Orta Doğu'daki rolünü bilimsel bir metotla ele almayı amaçlıyor. İran, bölgede genişlemeyi ve etki alanını artırmayı hedefliyor gibi görünüyor ve
bu hedefler bölgedeki siyasi dinamikleri büyük ölçüde etkiliyor.
İlk olarak, İran'ın bölgedeki nüfuzunu ve etkisini artırmak için kullandığı stratejileri
incelemeliyiz. İran, yerel milis güçlerini destekleyerek ve bölgesel müttefikler edinerek bölgede daha fazla etki alanı kazanmaya çalışıyor. Aynı zamanda, İran'ın nükleer programı ve buna yönelik
uluslararası müzakereler de bölgesel dengeyi etkileyen bir faktör haline geldi. İsrail için, İran'ın nükleer kapasitesi ciddi bir güvenlik endişesi oluşturuyor ve bu, İsrail'in iç siyasetinde önemli
bir rol oynuyor.
İsrail'in iç siyaseti, İran'ın bölgesel etkisine karşı bir dizi stratejik karar almış durumda.
İsrail, İran'ın nükleer programına karşı sıkı bir şekilde duruyor ve bu, İsrail içindeki siyasi gerginlikleri artırıyor. Ayrıca, İran ile olan gerilimler, İsrail'in bölgesel müttefikleriyle
ilişkilerini şekillendiriyor ve uluslararası düzeyde diplomatik ittifakların önemini vurguluyor. İsrail, İran'a karşı caydırıcı bir strateji izlemekte ve bu, iç siyasetin dinamiklerini etkiliyor.
Netice olarak, İran'ın bölgesel hedefleri ve İsrail'in iç siyaseti arasındaki bu karşılıklı etkileşim, Orta Doğu'da siyasi karmaşıklığı artırıyor. İran'ın genişleme stratejileri, bölgesel dengeyi
etkiliyor ve İsrail için önemli bir güvenlik sorunu oluşturuyor. İsrail'in tepkisi, iç siyasetteki gelişmelere yansıyor ve bu, uluslararası düzeyde diplomatik ittifakların oluşturulmasını etkiliyor.
Orta Doğu'da yaşanan son krizler, bu dinamiklerin daha iyi anlaşılmasını gerektiriyor ve çözüm yollarını düşünmemizi sağlıyor.
4.) İsrail ve Hamas Arasında Arabuluculuk Seçenekleri
Orta Doğu'da kökleri derinlere uzanan ve çeşitli boyutları olan İsrail-Filistin çatışması, bölge
barışı ve istikrarı için önemli bir engel oluşturmaktadır. İsrail ve Hamas arasındaki karşılıklı düşmanlık ve şiddet olayları, yıllardır süren bir döngüyü sürdürmektedir. Bu bağlamda, çatışmanın sona
erdirilmesi için arabuluculuk seçenekleri, büyük bir öneme sahiptir. Ancak bu seçeneklerin uygulanabilirliği ve etkinliği, karmaşık uluslararası ilişkiler bağlamında ele alınmalıdır.
Arabuluculuk sürecinin potansiyel aktörleri arasında bazı karmaşıklıklar ve zorluklar bulunmaktadır. Öncelikle, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin arabuluculuk rolünü üstlenmesi, İsrail açısından kabul
edilmesi zor bir senaryo gibi görünmektedir. İsrail ile bu ülkeler arasındaki ilişkiler, özellikle Birleşmiş Milletler ‘deki oy kullanmalarıyla tanınmıştır ve İsrail, bu ilişkilerin arabuluculuk
kapasitesine zarar vereceğinden endişe etmektedir. Ayrıca, İsrail'in Ukrayna'ya verdiği destek, Rusya ve Çin'in arabuluculuk rolünü üstlenmelerini zorlaştırmaktadır. Bu iki ülke, İsrail'e karşı
tavrını net bir şekilde ortaya koymakta ve kınamaktan kaçınmaktadır. Bu, İsrail'in bu ülkeleri arabuluculuk sürecine dahil etmeye istekli olmadığı anlamına gelmektedir. Ancak uluslararası ilişkiler
bağlamında, her ülkenin kendi çıkarlarını savunduğu bilinci yaygındır. İsrail, bu nedenle bu ülkelerin arabuluculuk yapma olasılığının düşük olmasına rağmen, çatışmanın sona ermesinin ardından farklı
seçenekleri ve müzakereleri değerlendirmeye devam edecektir.
Arabuluculuk seçenekleri göz önünde bulundurulduğunda, İsrail ve Hamas arasındaki çatışmanın nasıl
sona ereceği ve arabuluculuk sürecinin nasıl şekilleneceği, gelecekteki gelişmelere bağlı olarak netlik kazanacaktır. Bu, siyaset bilimi perspektifinden bakıldığında, uluslararası ilişkilerin
karmaşıklığını yansıtmaktadır ve çözüm için birçok farklı değişkeni içermektedir. Bu değerlendirme, İsrail-Filistin çatışması ve Orta Doğu'daki barış süreci üzerine daha fazla düşünmemiz gerektiğini
göstermektedir. Arabuluculuk, taraflar arasındaki güvenin olmadığı ve tıkanmış müzakereler dönemlerinde bir çıkış yolunu temsil edebilir. Ancak İsrail'in bu arabuluculuk seçeneklerine yönelik tutumu
ve tercihleri, tarih, siyasi dinamikler ve uluslararası ilişkilerin karmaşıklığı içinde dikkatle ele alınmalıdır.
Orta Doğu'da yaşanan İsrail-Hamas gerilimi, bölgenin karmaşıklığına ve tarihine ışık tutan bir
olaydır. İsrail, büyük güçlerin, özellikle Rusya ve Çin'in arabuluculuk yapma potansiyelini değerlendirmektedir. Ancak bu durum, Orta Doğu'daki büyük güçlerin etkisinin sınırlı olması ve İsrail'in
büyük güçlerle ilişkilerindeki çeşitliliğin bir sonucu olarak karmaşık bir konuyu gündeme getirir. Türkiye, bu bağlamda arabuluculuk rolü oynayabilme potansiyeli açısından önemli bir
aktördür. Türkiye hem İsrail hem de Arap dünyasıyla yakın ilişkilere sahiptir ve bu ilişkileri siyasi bir avantaja dönüştürebilir. Ancak son yıllarda Türkiye'nin dış politikası değişti ve bu nedenle
arabuluculuk rolünü üstlenmesi iç ve dış politika konularına dikkatle yaklaşmayı gerektirir. Kürdistan Bölge Yönetimi, bu çatışmanın arabuluculuğunu yapabilecek bir diğer aktördür.
İsrail ile yakın ilişkilere sahip olmalarının yanı sıra, bölgesel istikrarı koruma kapasiteleri de vardır. Ancak bu yönetim uluslararası arenada tam tanınmış bir devlet değildir, bu da arabuluculuk
yeteneklerini sınırlayabilir.
Bu çatışmanın büyüme riskleri oldukça ciddidir. İsrail, ikinci bir cephenin kuzeyde açılma
ihtimalini görmektedir ve bu stratejik bir tehdit oluşturur. İkinci bir cephede savaşmak hem askeri hem de siyasi açıdan büyük zorluklar doğurur. Ayrıca, Yemen'den gelen füze tehdidini göz ardı
etmemek gereklidir. Bu füzelerin amaçları ve kaynakları belirsizdir, ancak bölgedeki tansiyonu artırabilir. Bu da İsrail'in savunma sistemlerinin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha
gösterir.
İsrail toplumu genellikle ikinci bir cephenin kuzeyde açılmasının önlenmesinin önemli olduğuna
inanır. Ancak bu, önceden önlemler alınmadığı takdirde askeri olarak önleyici bir saldırının düşünülebileceği anlamına gelir. Bu, İsrail için ciddi bir stratejik karar ve risklerle dolu bir yaklaşımı
gerektirir.
Filistin-İsrail çatışması, uzun ve karmaşık bir tarihsel geçmişe sahiptir. Bu çatışmanın çözümü
için uluslararası arabuluculuk sık sık diplomatik bir çözüm yolu olarak tartışılmıştır. Ancak İsrail'in arabuluculuk seçeneklerine yaklaşımı ve tercihleri oldukça
karmaşıktır.
İsrail, tarih boyunca doğrudan müzakereleri tercih etmiştir. İsrail ve Filistin Yönetimi gibi
doğrudan taraflar arasında müzakereler, İsrail için güvenilir bir yol olarak kabul edilmiştir. Ancak bu yaklaşım, taraflar arasında güvenin sık sık eksik olduğu ve çatışmanın tıkandığı dönemlerde
sıkça başarısız olmuştur.
Uluslararası toplum, özellikle Birleşmiş Milletler ve bazı ülkeler, İsrail ve Filistin arasındaki
arabuluculuk teklifleri sunmuştur, ancak bu teklifler İsrail tarafından çoğu kez reddedilmiştir. İsrail, özellikle BM Güvenlik Konseyi'nde Filistin yanlısı bir tutum sergileyen ülkelerin arabuluculuk
rolünü sorgulamaktadır. Bu nedenle Rusya ve Çin gibi ülkelerin arabuluculuk rolünü üstlenmesi pek mümkün görünmemektedir.
Ancak İsrail, diğer ülkelerin arabuluculuk yapmasına tamamen kapalı değildir. Örneğin, ABD'nin
arabuluculuk çabaları ve aracılık girişimleri İsrail tarafından daha kabul edilebilir olarak görülmüştür. Ancak İsrail bu konuda seçici bir yaklaşım sergilemektedir ve kendisine karşı olumsuz bir
tutum takınan ülkelerin arabuluculuk rolünü sorgular. Sonuç olarak, İsrail'in arabuluculuk seçenekleri, çatışmanın tarafları, uluslararası toplumun tutumu ve siyasi dinamiklere bağlı olarak
değişmektedir. İsrail, müzakereleri tercih ederken, arabuluculuk tekliflerini de göz önünde bulundurur, ancak bu tekliflerin kabul edilme olasılığı belirli koşullara ve ilişkilere
bağlıdır. Elbette, İsrail ve Hamas arasındaki sorunun çözümü için arabuluculuk yolları incelendiğinde, karşımıza karmaşık bir tablo
çıkmaktadır. İki taraf arasındaki derin tarihsel, siyasi ve insani anlaşmazlıkların üstesinden gelmek için arabuluculuk yapmak, birçok zorluğu beraberinde getirir. Bu bağlamda, çeşitli arabuluculuk
seçenekleri ve aktörler göze çarpmaktadır.
Birinci olarak, Birleşmiş Milletler (BM), tarihsel olarak bu tür uluslararası anlaşmazlıkların arabuluculuğunu yapma konusunda deneyime
sahip bir aktördür. BM, İsrail ve Filistin arasındaki sorunun çözümünde arabuluculuk yapabilir ve daha önce bu rolü üstlenmiştir. Ancak BM'nin bu rolünü üstlenmesi, İsrail tarafından sıklıkla
reddedilmiştir, özellikle Güvenlik Konseyi'ndeki bazı üyelerin İsrail karşıtı bir tavır sergilemesi nedeniyle.
İkinci olarak, bölgesel aktörler arasında Mısır ve Katar, İsrail ve Hamas arasındaki anlaşmazlığın arabuluculuğunu yapma kapasitesine
sahiptir. Özellikle Mısır, Gazze Şeridi'ne komşu olması ve hem İsrail hem de Hamas ile ilişkilere sahip olması nedeniyle arabuluculuk yapma konusunda potansiyel bir rol üstlenebilir. Mısır, daha önce
ateşkes anlaşmaları konusunda arabuluculuk yapmıştır.
Üçüncü olarak, uluslararası toplum içinde Norveç gibi tarafsız ülkeler, İsrail ve Hamas arasındaki çatışmanın çözümü için arabuluculuk
yapma kapasitesine sahiptir. Bu ülkeler, tarafsız bir zeminde taraflar arasında köprüler kurabilir ve müzakereleri kolaylaştırabilir.
Sonuç olarak, İsrail ve Hamas arasındaki sorunun çözümü için birçok arabuluculuk seçeneği bulunmaktadır. Ancak bu arabuluculuk sürecinin
başarıya ulaşması, taraflar arasındaki güvensizlik, derin tarihsel anlaşmazlıklar ve siyasi gerilimler nedeniyle zorlu bir görevdir. Arabuluculuk yapacak aktörlerin tarafsızlığı, güvenilirliği ve
etkili iletişim yetenekleri büyük önem taşımaktadır. İsrail ve Hamas arasındaki bu çatışmanın sona erdirilmesi, bölgesel istikrar ve barışın sağlanması açısından büyük bir öneme
sahiptir.
5.) Abbas ile müzakere yapma neredeyse imkânsız
Filistin-İsrail çatışması tarihsel bir derinliğe sahip ve çok karmaşık bir meseledir. Bu konuda
birçok uzmana göre, çözümün yakın gelecekte mümkün olması oldukça zor. Bu çatışmanın çözümü, bir dizi iç ve dış dinamik tarafından etkilenmektedir. Şu anki durumda, Filistin, Batı Şeria ve Gazze
Şeridi olarak iki ayrı bölgeye ayrılmış durumda. Bu iki bölge farklı yönetimler tarafından idare edilmekte. Filistin Yönetimi'nin lideri Mahmud Abbas, artık etkisiz ve yaşlı bir lider olarak
görülüyor. Ayrıca, İsrail karşıtı politikalarını yeniden gözden geçiremiyor.
Bu bağlamda, Abbas ile müzakere yapmanın neredeyse imkânsız olduğuna inanılıyor. İsrail, özellikle
son yıllarda bir dizi adım atmış durumda. Ancak Filistinliler, İsrail'in adımlarına yanıt vermek yerine, sadece İsrail'den tavizler bekliyor gibi görünüyorlar. Bu, Oslo Anlaşmaları ve Gazze'den tek
taraflı çekilme gibi İsrail'in barışçıl çabalarını dikkate almayan bir tavırı yansıtıyor. Ancak Orta Doğu, hızlı değişen bir bölge ve gelecekte ne olacağını tam olarak öngörmek zor. İsrail,
caydırıcılığını yeniden kazanabilirse ve Siyonist hedefini sürdürebilirse, durum değişebilir. Bu, Abbas'ın görevini bırakmasına, Gazze'deki Hamas'ın iktidardan düşmesine ve İsrail'in daha fazla
tavize açık hale gelmesine işaret edebilir.
Gazze'nin geleceği hakkında ise farklı senaryolar ve yaklaşımlar düşünülmekte. İsrail, Gazze
üzerinde daha fazla kontrol elde etme yolunu seçebilir ve bu durum bölgesel istikrara katkıda bulunabilir. Ancak kesin sonuçları belirlemek şu an için mümkün değil. Bu nedenle, Filistin-İsrail
çatışmasının çözümü için birçok değişken ve belirsizlik bulunuyor. Çözümün yakın gelecekte mümkün olup olmayacağına dair kesin bir tahminde bulunmak zor, ancak bu konu, uluslararası ilişkiler ve
bölgesel istikrar açısından kritik bir mesele olarak önemini koruyor.
"Filistin-İsrail anlaşmazlığı artık Filistin tarafının tutumuna bağlı. Günümüzde Filistin, fiilen
iki ayrı bölgeye bölünmüş durumda: Batı Şeria, Yahudiye ve Samiriye ile Gazze Şeridi. Bu bölgeler farklı hükümetler tarafından yönetiliyor ve Filistin Yönetimi'nin lideri Mahmud Abbas oldukça zayıf
bir konumda. Abbas, çok yaşlı ve temel İsrail karşıtı stratejileri gözden geçirme yeteneğine sahip değil.
Gerçek şu ki, Abbas ile müzakerelerin imkânsız olduğu genel bir görüş olarak kabul ediliyor. Abbas,
çözüm konusundan kaçınmaya eğilimlidir. Ayrıca uzlaşma sadece bir taraftan değil, her iki taraftan gelmelidir. İsrail zaten bir dizi adım atmışken, Filistinliler yalnızca İsrail'in hareket etmesini
bekliyor. Ancak bu yaklaşım, uzun yıllardır hiçbir değişikliğe yol açmadı.
Ancak Ortadoğu, her an değişebilen bir bölge. Çoğu şey, şu andaki savaşın sonuçlarına bağlı olacak
gibi görünüyor. Eğer İsrail, caydırıcılığını yeniden kazanmayı başarır ve Siyonistlerin İsrail devletini kurma projesini sonlandırmadığını gösterebilirse, durum değişebilir. Bu durumda Filistin
lideri Abbas'ın istifası gündeme gelebilir. Gazze'deki Hamas yönetimi zayıflayabilir ve bölgeleri geri alamayabilir. Bu durum, İsrail'in daha fazla tavize hazır olmasına neden olabilir ve
uluslararası toplumu yeni kurallarla tanıştırmak zorunda kalabilir. Dolayısıyla denge değişirse, İsrail'in toprak anlaşmalarına daha açık olması mümkün olabilir. Örneğin, herhangi bir füze saldırısı,
yaralama veya öldürme olmasa bile bir "casus belli" olarak kabul edilebilir."
6.) Terör ve Devlet terörü ‘nün tanımı
Bir terör örgütü, şiddet ve korku yoluyla siyasi veya ideolojik amaçlarını yaymaya çalışan ve sivil
halkı hedef alan bir grup veya organizasyondur. Terör örgütleri, genellikle sivilleri hedef alarak, kamuya açık alanlarda saldırılar düzenleyerek veya kaos yaratarak kendi amaçlarını elde etmeye
çalışırlar. Terörizm, ulusal ve uluslararası düzeyde ciddi bir güvenlik tehdidi olarak kabul edilir ve uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştır. Terör örgütleriyle mücadele uluslararası toplumun
bir önceliğidir ve teröre karşı ortak bir mücadele gerektirir.
Terör örgütü" terimi, siyasi, ideolojik veya dini amaçları elde etmek için şiddet ve terörü bir
araç olarak kullanan bir grubu tanımlar. Bu, uluslararası ilişkilerde ve hukuk uygulamalarında yaygın olarak kullanılan bir tanımdır. Bu tür örgütler genellikle sivilleri veya savaşa katılmayanları
hedef alırlar. Terörizm, ulusal ve uluslararası düzeyde ciddi bir güvenlik tehdidi olarak kabul edilir ve uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştır. Terör örgütleriyle mücadele uluslararası
toplumun bir önceliğidir ve teröre karşı ortak bir mücadele gerektirir. Dünya çapında birçok terör örgütü bulunmaktadır ve bunlar faaliyetleri ve amaçlarına göre tanımlanır. Bu örgütler genellikle
Al-Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi, etkinliklerine ve amaçlarına göre terörist örgüt olarak kabul edilirler. El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi örgütler, bu tanıma uyan terör örgütlerine örnek olarak
verilebilir. Ancak dünya genelinde birçok terör örgütü daha bulunmaktadır:
Taliban
FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri)
ETA (Bask Ülkesi ve Özgürlük)
PKK (Kürdistan İşçi Partisi)
IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu)
Al-Shabaab
Al-Nusra Cephesi
Hindu Rashtra Sena
Hizbullah
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi (DHKP/C)
Bu örgütleri, farklı amaçlar ve bölgeler doğrultusunda faaliyet göstermektedirler. Terörizmle
mücadele, bu örgütlerin etkinliklerinin engellenmesi, sivil halkın korunması ve uluslararası güvenliğin sağlanması için uluslararası düzeyde büyük bir önem
taşır.
Devlet terörü, bir devletin kendi vatandaşlarına veya diğer ülkelere karşı şiddet ve korku
eylemleri uygulayarak siyasi veya ideolojik amaçlarını desteklemek veya korumak amacıyla terör taktiklerini kullandığı bir kavramdır. Bu eylemler, hükümetin resmi politikaları veya gayri resmi
gruplar aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Devlet terörü, baskı, zulüm, kitlesel gözaltılar, işkence, keyfi infazlar ve benzeri yöntemleri içerebilir. Bu tür eylemler, hükümetin meşruiyetini
sürdürmek, muhalefeti bastırmak veya siyasi rakipleri sindirmek için kullanılabilir. Devlet terörü aynı zamanda savaş durumlarında sivilleri hedef alarak, savaş suçlarını içerebilir. Uluslararası
hukuk açısından, devlet terörü, insan haklarına ve uluslararası hukuka aykırıdır ve genellikle ciddi bir insan hakları ihlali olarak kabul edilir. Devlet terörü, terörizmin daha genel bir biçimi
olup, devlet aktörlerinin terör taktiklerini kullandığı özel bir alt kategoriyi temsil eder. Bu tür eylemler, uluslararası toplum tarafından ciddi bir tehdit olarak kabul edilir ve çözümü için
uluslararası iş birliği gerekebilir.
7.) Sonuç
Sonuç olarak, Orta Doğu'da yaşanan terör olayları, terörizmin tanımı ve devlet terörünün kullanımı
konuları, bölgenin siyasi ve güvenlik dinamikleri açısından hayati öneme sahiptir. Bu makalede ele alınan konuların anlaşılması, terörizmle mücadelede daha etkili stratejiler geliştirilmesine
yardımcı olabilir. Terör örgütleri ve devlet terörünün etkisi yalnızca bölgeyle sınırlı değildir, aynı zamanda uluslararası düzeyde de hissedilmektedir. Terörün kök nedenleri ve çözüm yolları
üzerinde düşünmek, bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunabilir. Orta Doğu'da terörün tanımı, terör örgütlerinin faaliyetleri ve devletlerin terörü nasıl kullandığı gibi konular,
daha geniş siyasi ve güvenlik bağlamında ele alınmalıdır. Bu, bölgedeki karmaşık sorunların daha iyi anlaşılmasına ve çözülmesine yardımcı olabilir.
Siyonizm, Yahudi halkının kimlik, bağımsızlık ve güvenlik arayışını yansıtan önemli bir siyasi
hareket ve ideolojidir. Tarihsel kökenleri, Yahudi halkının tarih boyunca karşılaştığı ayrımcılık, zulüm ve soykırımla sıkı bir şekilde bağlantılıdır. Siyonizm, bir Yahudi devletinin kurulması
gerekliliğini vurgularken, aynı zamanda insan haklarına ve eşitliğe vurgu yapar. Ancak, İsrail devletinin kuruluşu ve Filistin topraklarındaki anlaşmazlıklar gibi konular Siyonizm’in tartışmalı
yönlerini oluşturur. Özellikle Filistinli Arapların yerinden edilmesine ve sürgüne neden olan İsrail'in kuruluşu, Siyonizm’i eleştirenlerin ana argümanlarından birini oluşturur. Siyonizm, tarih
boyunca Yahudi halkının kendi bağımsızlığını ve güvenliğini sağlama arayışını yansıtan bir ideoloji olarak değerlendirilir. Olumlu yönleri, soykırımdan ders çıkarma ve insan haklarına vurgu yapma
şeklinde ortaya çıkarken, tartışmalı yönleri özellikle toprak anlaşmazlıkları ve siyasi gerilimlerle ilişkilidir. Bu ideoloji, bugün hala Orta Doğu'daki siyasi gelişmeler üzerinde etkili bir rol
oynamaktadır ve tartışmaların odağında bulunmaktadır.
Orta Doğu'daki İsrail-Hamas gerilimi, bu bölgede karmaşık tarihsel ve stratejik dinamiklerin bir
yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. İsrail, bu gerilimin sonlandırılması amacıyla büyük güçlerin arabuluculuk yapma potansiyelini değerlendirmektedir. Ancak bu, Orta Doğu'daki büyük güçlerin
sınırlı etkisi ve İsrail'in bu büyük güçlerle olan karmaşık ilişkileri nedeniyle son derece karmaşık bir konuyu işaret etmektedir.
Türkiye'nin arabulucu bir rol oynama kapasitesi, sahip olduğu yakın ilişkiler ve siyasi dengeleme
yetenekleri sayesinde oldukça mümkündür. Diğer yandan Kürdistan Bölge Yönetimi, İsrail ile güçlü ilişkilere sahiptir ve bölgesel istikrarı koruma potansiyeline sahip olmakla birlikte, uluslararası
alanda tanınmış bir bağımsız devlet statüsüne sahip olmaması, arabuluculuk kabiliyetlerini sınırlayabilir.
İsrail'in karşı karşıya olduğu büyüme riskleri oldukça ciddidir ve ikinci bir cephenin kuzeyde
açılma ihtimalini içermektedir. Yemen'den kaynaklanan füze tehdidi, bölgedeki gerginliği artırmakta ve bu, İsrail'in savunma sistemlerinin ne kadar kritik bir unsuru olduğunu bir kez daha
göstermektedir. İsrail toplumu, ikinci bir cephenin kuzeyde açılmasının önlenmesinin hayati derecede önemli olduğuna inanmaktadır. Ancak bu, önceden uygun önlemler alınmazsa askeri bir önleyici
saldırının düşünülebileceği anlamına gelebilir. Filistin-İsrail çatışması, karmaşık ve uzun bir tarihsel geçmişe sahiptir. İsrail'in arabuluculuk seçeneklerine yaklaşımı ve tercihleri, sürekli olarak
değişen koşullara tabi tutulmaktadır. Sonuç olarak, İsrail'in arabuluculuk seçenekleri, bölgedeki taraflar, uluslararası toplumun tutumu ve siyasi dinamiklere bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
İsrail, müzakereleri önemseyerek yaklaşsa da arabuluculuk tekliflerini de dikkate almakta ve bu tekliflerin kabul edilme olasılığının, belirli koşullara ve ilişkilere dayalı olduğunu belirtmek
gerekir.
Başbakan Netanyahu'nun siyasi geleceği, 7 Ekim'de meydana gelen olaylar sonrasında oldukça belirsiz
bir hale gelmiştir. Kamuoyu yoklamaları, İsrail halkının bu olaylarla Başbakan Netanyahu'yu doğrudan sorumlu tuttuğunu göstermektedir. Ancak Netanyahu'nun siyasi kariyeri hala birçok değişkene
bağlıdır. İsrail sivil toplumu açısından, olayların ardından
hükümetin sorumluluğu üstlenmesi ve istifasını sunması gerektiği yaygın bir görüştür. Ancak, bu kararın alınması ve yeni seçimlerin çağrılması, Netanyahu'nun mevcut koalisyon hükümetinin desteği ile
belirsiz bir meseledir.
Netanyahu'nun hükümeti, mevcut durumda 64 sandalye ile çoğunluğa sahiptir
ve bu nedenle Netanyahu'nun iktidarı elinde tutma kapasitesi hala mevcuttur. Ancak, eğer hükümet istifasını sunmazsa, toplumsal baskı ve hükümet karşıtı gösteriler artabilir. Bu, İsrail'in demokratik
yapısı içinde mevcut olanaklara dayanmaktadır. Özetle,
Netanyahu'nun siyasi kaderi şu anda belirsizdir. Ancak kişisel görüşüm, uzun vadede Netanyahu'nun hükümeti yönetmeye devam etme olasılığının zayıf olduğu yönündedir. Er veya geç, erken seçimlerin
yapılacağı ve Netanyahu'nun yeniden seçilme şansının düşük olduğu bir senaryo ortaya çıkabilir.
25 Ekim 2023, Cambridge