Kürtlerin Geleceği bağlamında Federalizm!
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
"Sorun" kelimesi, bir durumun veya konunun çözülmesi ge-reken bir zorluk, anlaşmazlık, engel veya sorunlu bir durumu ifade eder. Bir sorun,
genellikle olumsuz sonuçlara yol açabilen veya çözüme ihtiyaç duyan bir durumu belirtir. Sorunlar farklı alanlar-da
ortaya çıkabilir, siyasi, toplumsal, ekonomik, çevre-sel veya kişisel olabilir, genel-likle çeşitli nedenlerden kay-naklanır ve çözüm gerektirir. Sorunun çözümü için analiz, uzlaşma ve planlama
gereke-bilir. Sık sık dile getirilen Kürt sorunu ‘da Kürtlerin siyasi temsil eksikliği, kültürel hakların kısıtlanması, ekonomik fırsat eşitsizliği, güvenlik endişeleri ve silahlı çatışmaların
sona erdirilmesi ile ilgilidir. Ayrıca, Kürtçe dilinin ve kültürünün tanınmaması ve kültürel haklarının sınırlanması da bu sorunu daha karmaşık hale getirmiştir.
Kürt Sorununun çözümü için toplumsal uzlaşı, siyasi reformlar ve Kürtlerin haklarını tanıyan yeni yasal düzenlemeler gereklidir. Sorun Doğu ve
Güneydoğu bölgelerinde yaşanan uzun süreli toplumsal ve siyasal sorundur. Kürt nüfusunun siyasal temsil, kültürel haklar, eşitlik, işsizlik, eğitim ve daha birçok alandaki taleplerinin yerine
getirilmesi eksikliği nedeniyle ortaya çıkmıştır. Ayrıca, Kürt kimliği ve Kürtçe dili ile ilgili birçok yasal ve siyasi kısıtlama ve inkâr politikaları da bu sorunu daha da karmaşık hale getirmiştir.
20. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Kürtlerin siyasi haklarını arama ve özerklik talepleriyle yükselmiş, bunun sonucunda silahlı çatışmalar ve terör olayları meydana gelmiştir. Özellikle
1984 yılında başlayan silahlı çatışma, yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve yüz binlercesinin yerinden edilmesine neden olmuştur.
Kürt meselesi, Orta Doğu coğrafyasının en önemli sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu sorun, İran, Irak, Suriye ve Türkiye gibi
ülkeler arasında paylaşılan topraklarda yaşayan milyonlarca Kürt vatandaşıyla ilgilidir. Her bir ülkedeki Kürtler, siyasal, sosyal, kültürel, hukuksal ve ekonomik açıdan bir dizi sorunla karşı
karşıyadır. Bu karmaşık sorun, uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür ve çok yönlü bir yapısı vardır. Kürt sorunu, bu coğrafyada yer alan devletlerin bu sorunu çözmek için yapıcı ve yaratıcı adımlar
atmamaları nedeniyle halen çözüme kavuşmamış bir sorundur. Sorunun çok boyutlu ve köklü bir tarihsel geçmişi olduğu açıktır. Ancak, ilgili devletler, bu sorunun varlığını kabul etmek yerine farklı
tezahürlerini bastırma yoluna gitmişlerdir. Bu tür politikaların sonucunda, Kürtler, Ortadoğu'da büyük bir nüfusa sahip olmalarına rağmen (Türkler, Araplar ve İranlılardan sonra dördüncü büyük etnik
grup), inkâr edilmekte ve yok sayılmaktadır.
Kürt sorununun inkâr edilmesi ve bastırılması, ilgili devletlerin bu soruna sivil, demokratik ve uzlaşmacı bir yaklaşım benimsememelerine yol
açmıştır. Devletler, sorunun çözümü için sivil toplumla iş birliği yapmak ve demokratik reformları teşvik etmek yerine inkâr ve şiddet politikalarına başvurmuşlardır. Bu politikaların sonucu olarak
Kürt meselesi, hala çözülememiş ve bu coğrafyadaki istikrarı tehdit eden bir sorun olarak devam etmektedir.
Kürt sorununun özünde, birçok insanın hala varlığından habersiz olduğu bir gerçekliği yatmaktadır. Bu gerçeklik, Kürt milletinin ayrı bir kimliği
olduğu, Kürtçe adında kendi dilleri olduğu ve bu dili milyonlarca insanın konuştuğu gerçeğidir. Ancak, yıllar boyunca resmi ideoloji ve eğitim sistemi, bu gerçekliği inkâr etmeyi empoze etmiştir. Bu
nedenle birçok kişi, Kürtlerin ve Kürtçenin varlığını öğrendiğinde şaşkınlık yaşamış ve bu gerçekliği kabullenmekte zorlanmıştır.
Kürt sorununun çözümü, öncelikle bu zihinsel engellerin kaldırılmasını gerektirir. Eğitim sistemi, insanların bu gerçekliği inkâr etmek yerine
kabul etmelerini teşvik etmelidir. Kürtlerin kimlikleri ve kültürleri, Türkiye'nin zengin mozaiklerinden biridir ve bu gerçeği kabul etmek, toplumsal barışın temel taşlarından biridir. Resmî
ideolojinin zihinlerimizi esir aldığı bir dönemden sonra, artık zihinsel özgürlüğe ve liberal düşünceye ihtiyaç vardır.
Kürt sorunu, sadece Kürtlerin sorunu değil, aynı zamanda Türkiye'nin en büyük sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki problemlerinden
biridir. Silahlı çatışmalar ve askeri operasyonlar için harcanan büyük kaynaklar, ülkenin ekonomik kalkınmasını engellemiştir. İnsan hakları ihlallerinin çoğu da Kürt sorunuyla bağlantılıdır. Ayrıca,
Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin en sıkıntılı alanlarından biri de Kürt sorunudur. Ancak, bu sorunun en büyük bedeli insani boyutta yaşanmıştır. Yıllar süren çatışmaların sonucunda on binlerce
insan hayatını kaybetmiş, köyler tahrip edilmiş ve yüz binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştır.
Günümüzde Kürtler Türkiye'nin dört bir yanına yayılmıştır ve İstanbul gibi büyük şehirlerde de yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Bu durum, Kürt
sorununun sadece Kürtlerin sorunu olmaktan çıkıp, Türkiye'nin bir sorunu haline geldiğini göstermektedir. Sorunun çözümü için, toplumun farklı kesimlerinin bir arada yaşama kültürünü benimsemesi ve
zihinsel engelleri aşması gerekmektedir. Yalnızca hukuk, demokrasi ve özgürlük değerlerine dayalı bir yaklaşımla, farklı kimliklere sahip insanlar arasında barış içinde yaşamayı
öğrenebiliriz.
Etnik çatışmaların sonlandırmak veya barışçıl bir biçime aranje etmek ancak etnik kimliğin tanınmasıyla sağlanabilir. Azınlıkların korunma
hakları yeterli olmadığında, federal düzenlemeler birlik ve çeşitlilik arasında bir dengedir. Federalizm, bir ülkenin yönetim yapısını düzenleyen temel bir ilkedir ve anayasa hukuku açısından büyük
bir öneme sahiptir. Bu sistem, ülkenin idari birimleri arasındaki ilişkiyi şekillendirirken, aynı zamanda merkezi hükümet ile yerel yönetimler arasındaki yetki paylaşımını düzenler. Federal bir
sistemde, merkezi hükümet ve yerel yönetimler arasında anayasal bir çerçeve belirlenir.
O ki ülkemizde anayasa değişiklikleri yapılmak isteniyor, bu değişiklikler bağlamında bölge belediye başkanlıkları sistemi ve federalizm
tartışılmalıdır. Federal bir devlette merkezi hükümet, genellikle ulusal savunma, dış ilişkiler, gümrük ve federal yasaların oluşturulması gibi genel mevzularda yetkilidir. Yerel yönetimler ise belli
bir bölgenin veya eyaletin özerk işleyişini yönetirler. Anayasa, bu yetki paylaşımını ayrıntılı bir şekilde düzenler ve hangi konuların merkezi hükümete, hangilerinin ise yerel yönetimlere ait
olduğunu belirtir. Bu, yetki karmaşalarını ve anlaşmazlıkları önlemek için kritik bir rol oynar.
Federalizmin anayasal dayanağı, ülkenin temel hukuk belgesi olan anayasada bulunur. Anayasa, federal yapının nasıl işleyeceğini ve yetki
dağılımını net bir şekilde tanımlar. Federal sistem, hükümetin yapısını ve işlevini düzenlerken, aynı zamanda bireylerin temel haklarını ve özgürlüklerini de koruma altına alır. Federalizmin birçok
avantajı vardır. Özellikle yerel yönetimler, bölgeye özgü ihtiyaçları daha iyi anlayabilir ve bu ihtiyaçları karşılamak için daha etkili politikalar geliştirebilirler. Ayrıca, federalizm, farklı
kültürlerin ve kimliklerin korunmasına olanak tanır ve bu da çeşitliliği teşvik eder. Aynı zamanda bazı zorlukları da beraberinde getirir. Merkezi hükümet ve yerel yönetimler arasındaki iş birliği ve
koordinasyon gereklidir, aksi takdirde sorunlar ortaya çıkabilir. Yetki belirsizlikleri veya çakışmalar anayasal sorunlara yol açabilir.
Federalizm, bir ülkenin yönetim yapısını şekillendiren temel bir ilkedir ve anayasa hukuku açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu sistem,
demokrasi, çeşitlilik ve yerel ihtiyaçların karşılanması açısından büyük bir rol oynar. Federalizmin anayasal çerçevesi, ülkenin temel hukuk belgesi olan anayasada yer alır ve bu çerçeve, ülkenin
yönetimini düzenlerken bireylerin temel haklarını koruma görevini de üstlenir.
Federalizm bağlamında bir ulusun temel özelliği olan homojenliği irdelemek gerekir. Hukuk dilinde "homojenlik," bir ulusun temel özelliği olarak,
toplumun genel olarak benzer veya aynı etnik, dilsel, kültürel ve dini özelliklere sahip olma durumunu ifade eder.
Homojen bir toplum, üyeleri arasında büyük ölçüde benzer özelliklere sahip olan ve ortak bir kimlik, dil veya kültürü paylaşan bir topluluğu
temsil eder. Homojen bir ulus, genellikle aynı hukuki ve siyasi çerçeveyi paylaşır ve bu birliktelik, toplumun birlik ve istikrarını destekleyebilir. Ancak homojenlik, çeşitliliğin olmadığı ve
farklılıklara yer verilmeyen toplumları ifade ettiği için bazen eleştirilebilir. Ayrıca, hukuki eşitlik ve hakların korunması gibi ilkelere vurgu yapar. Hukuk dilinde homojenlik, ulusal kimlik, etnik
yapı ve kültürel birliği belirtmek için kullanılır. Bir ulusun temel özelliği olan homojenlik doğal bir şey değil, toplumsal bir yapıdır. Üstelik milletin siyasal biçime sokularak ulus devlet
haline getirilmesi sürecinden doğan bir iktidar ürünüdür. Heterojenlerin birleşmesi bir yandan fiziksel güçle, bugün var olan ulus devletlerin yalnızca birkaçı savaştan doğmamıştır, diğer yandan da
egemen gurubun kültürel gücüyle sağlandı. Milletler "hayali topluluklardır" düşüncesinde olan bilim insanları’ da mevcuttur.
Dünyadaki hiçbir ülke etnik açıdan homojen değildir. Federal Cumhuriyet'te dört etnik grup daha yaşıyor: Sorblar, Frizyalılar, Danimarkalılar,
Sintiler ve Romanlar. Avrupa devletlerinde sayıları 3500 civarında, dünya çapında ise 10.000 civarında. Tarih boyunca devlet kurma süreçleri ve sınır değişiklikleri yoluyla mevcut devletlere dahil
edilmişler, ancak yine de kendilerini "devlet" veya "tamamen halka ait hissetmiyorlar. Milliyetçilik çağı "Kudüs'e Yolculuk" gibiydi: Halkların sayısı, potansiyel olarak yaşayabilir devlet
birimlerinin sayısını aştı. Bir rekabet ortaya çıkıyor. "Müzik" durduğunda Kürtler, Tatarlar ve Osetler yersiz kalıyor. Diğer durumlarda ise İspanyollar, Basklılar ve Katalanlar sandalyede oturuyor.
Ancak herkes etnik kimliğini eşit şekilde yaşamak istiyor. Bununla beraber ulus devletin homojenlik iddiası, etnik heterojenliğin göz ardı edilmesiyle sonuçlanır. Ayrımcılık sıklıkla görülen bir
sonuçtur. Dört gruptan birinden fazlası kültürel, üçte birinden fazlası ise ekonomik veya sosyal olarak ayrımcılığa uğruyor. Her iki kişiden daha fazlası siyasi ayrımcılığa maruz
kalıyor.
Gerçek etnik heterojenlik, klasik siyasi düzen modeli olan ulus devlet kavramına taban tabana zıttır. Ortaya çıkan gerginlik çok sayıda etnik
çatışmaya yol açıyor. İster Balkan savaşlarında ister Doğu Timor çatışmasında olsun, şiddetin arkasında fiili olarak heterojen bir dünyada homojen bir devlet yaratma çabası vardır. Çoğu durumda
gruplar artık homojenlik kavramını itirazsız desteklemeye istekli değiller. Algılanan eşitsizlikleri adaletsizlik olarak algılıyorlar ve kimlik topluluğunun kültürel işlerini bağımsız olarak
düzenleyebilmek için siyasi katılım veya özyönetim talep ediyorlar. Bir ulus devlet genellikle bu tür talepleri egemenliğine yönelik bir saldırı olarak görür.
Sonuç, bilinen sıcak noktaların önerdiğinden çok daha sık meydana gelen etnik çatışmalardır: 2014'teki 347 yerel çatışmanın yaklaşık yüzde 60 ila
70'i “etnik” olarak ilan edilebilir. Neredeyse her üç çatışmadan biri özerklik veya ayrılma talepleri etrafında dönüyor. Avrupa, Asya-Okyanus bölgesinden sonra en yaygın ikinci sahnedir. Kendi
devleti veya özyönetim hakları için verilen mücadelelerin yüzde 28'i burada gerçekleşti. Kaynaklar veya arazi konusundaki anlaşmazlıkların aksine bu, çıkarlarla ilgili değildir. Etnik çatışmalar
kimlik çatışmalarıdır. Çatışan tarafların ne istediğine (veya istediklerini iddia ettiklerine) değil, ne olduklarına veya olduklarına inandıklarına dayanırlar. Etnik çatışmaların nedeni, devlet
içindeki gruplar arasındaki ilişkilerde de bulunabilir. Bunların barışçıl biçimde düzenlenmesi ancak o etnik Kürt kimliğinin anayasal bağlamda ülkede tanınmasıyla
sağlanabilir.
7 Kasım 2023 İstanbul