Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Kürtler ne istiyor, tarihe objektif bir bakış!

Kürtler ne istiyor, tarihe objektif bir bakış!

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

1.)   Toplumdaki kültürel çoğulculuk

Hepimizin bildiği gibi Kürtler, Mezopotamya dediğimiz coğrafyada tarihin çok eski döneminden beri yaşayan, buraların yerlisi olan bir halktır. Kürtler, bu coğrafyaya dışarıdan gelmemişlerdir.

 

Kürt sorununun kökenlerinde, I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüne kadar uzanıyor. Bir Kürt devletinin kurulması başlangıçta İngilizler tarafından talep edildi, ancak daha sonra Türkiye'nin Mustafa Kemal Atatürk yönetiminde güçlenmesi nedeniyle 1923'te bu talepten vazgeçildi. Osmanlı İmparatorluğu'nun halef devletleri arasındaki sınırların çizilmesi, öncelikle zamanın büyük ve sömürgeci güçlerinin güç çıkarlarını izledi. Kürtlerin yerleşim bölgeleri yeni kurulan birkaç devlet arasında bölündü. Yeni sınırlar mevcut aile ve ekonomik bağları kopardı. Kendilerini "ülkesiz en büyük halk" olarak tanımlayan Kürtler (yaklaşık 45-65 milyon), şu anda beş ülkede (Türkiye yaklaşık 23 milyon, Irak yaklaşık 12 milyon, İran yaklaşık 15,7 milyon) evlerinde., Suriye yaklaşık 3 milyon ve Ermenistan yaklaşık 900.000). Başta Sünni, Şii, Ezidiler, Aleviler ve Süryani Hristiyanlar olmak üzere üç Kürt dili ve farklı dini aidiyetler vardır. Çoğu durumda, kimin Kürt olduğu sorusunu yanıtlamak kolay değildir. Aynısı Kürt bölgelerinin sınırları ve tarih yazımı için de geçerlidir. Kürt çatışmasının bugün hala şiddetli olmasının temel nedeni, dört devletten hiçbirinin Kürtleri merkezi devlet, devlet fikri ve ulusal kimlikle bütünleştirmek için gerçek bir çaba göstermemiş olmasıdır. Bunda Kürtlerin kendilerini ulusal olarak öne çıkarma iradeleri de rol oynadı.

 

Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, yüz yıldır Kürt varlığı inkâr edilmesine rağmen, içte ve dışta yaşanan baş döndürücü gelişmeler Türkiye’ye Kürt sorunuyla yüzleşmeyi dayatmaktadır.  Sorun, sadece insanlara özel hayatlarında Kürtçe konuşma, Kürtçe şarkı söyleme, göstermelik Kürtçe yayınlar yapma ve kurslar açma ile çözülemez. Türkiye, homojen değil çoğulcu bir toplumdur. Kürtlerle beraber bütün diğer farklı kültürel gruplara kültürlerini, dillerini ve geleneklerini yaşama olanağı verilmelidir. Kürtlere verirsek diğerleri de ister mantığıyla özgürlükçü ve çoğulcu bir anlayışın geliştirilmesi mümkün değildir. Çoğulcu ve sivil nitelikte farklılıkların korunduğu barış içerisinde bir arada yaşama modeli geliştirilmelidir.  

 

Toplumdaki kültürel çoğulculuk kabul edilmeden ve meşru görülmeden soruna kalıcı, adil ve barışçıl bir çözüm bulamayız.  İnsanın ferdi hayatının yanı sıra bir de toplumsal bir yaşantısı vardır. İnsan yaratılış itibariyle toplumsal bir varlık olarak yaratıldığından yalnız yaşayamaz. İnsan iyi ve kötü, güzel ve çirkin birçok sıfatlarla donatılmış, sınırsız istek ve arzulara sahiptir. Her şeyin en iyisine sahip olma duygusu, makam hırsı, sınırsız özgürlük, dünya sevgisi ve bunların karşısında adaleti istemek, ilerlemek, medenileşmek, insanlara iyilikte bulunmak gibi her insanda var olan ve aynı zamanda birbiriyle çelişen istek ve arzuları vardır. Toplumun yaşaması, ilerlemesi ve fertlerin hak-hukuklarının korunması toplumda zulmün yok olup adaletin hâkim olması, korku ve kargaşanın yok olup huzur ve emniyetin hâkim olması, her ferdin toplumsal yaşantısının yanı sıra bireysel hayatının da korunabilmesi için bir takım kanun ve yasaya ve bunu uygulayacak bir devlete ihtiyaç olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Kürtlerin en önemli sorunu kimlik ve kültürle ilgili sorunlardır. Kürtlerin etnik kimliği ve kültürel hakları tanınmalı ve kültürel haklarını hiçbir baskıyla karşılaşmadan kullanmalarına uygun bir özgürlük ve hukuk ortamı sağlanmalıdır. Bunun için gerekli yasal ve bürokratik düzenlemeler çok çabuk yapılmalıdır.

 

Şimdiye kadar Kürt gerçeğinin tanınması ve Kürtlerin kültürel haklarının önünde hep üniter devlet kavramı bir tabu olarak gündeme getirilmiştir. Üniter devlet kavramı tabulaştırılmadan, hukuk devleti anlayışı içerisinde çoğulcu ve özgürlükçü bir ruhla gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Sorunun çözümsüz görülmesi, bir Kürt paranoyası içerisinde Kürt sorununu bölücülük ve parçalanma vehmiyle düşünmekten kaynaklanmaktadır. Sorun, ülkenin parçalanması ya da bölünmesi sorunu değildir. Sorun diğer etnik, dini, kültürel farklılıklara mensup insanlarla beraber Kürtlerin özgürlük, hukuk ve refah standartlarının yükseltilmesidir. Her türlü şiddeti dışlayarak barış, hukuk ve özgürlük değerleri içerisinde etnik, dini, kültürel ve mezhepsel kimliğimizi koruyarak bir arada yaşamamız mümkündür.

 

2.)   Kürtleri anlamalıyız

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve toprak bütünlüğüne temel oluşturan en önemli uluslararası hukuk belgesidir.  Cumhuriyet’in kuruluş yılları, ulus-devlet ideolojisinin çerçevesini belirleyen, tarih ve vatandaşlığa ilişkin araştırmaların yapıldığı yıllar olmuştur. Yurttaşlık Bilgisi ders kitapları, ulus-devletin vatandaşını yaratmada temel metinler olarak Türkiye tarihinde yer almıştır.

 

Mustafa Kemal, Bağımsızlık Savaşı yıllarında Türkiye’nin Müslüman nüfusunun çok- etnikli niteliğini kabul ederken, aralarındaki kardeşliği de vurgulamıştır. Çünkü dinler ülkelerin sosyolojik bir parçasıdır ve siyasal meşruiyet konusunda etkilidirler. Gerçeklik olarak siyaset ile din, din ile siyaset bir şekilde ilgilidir ve tarihsel süreçte bu böyle olmuştur.  Ayrıca o dönem yerel yönetimlerde etnik özelliklerin gözetileceğinin vaat edilmesine rağmen, 1923’ten sonra bu fikri Türk siyasi gündeminin dışında bırakılmıştır. Bunun nedeni modern ulus devleti kurma gerekliliğinin ön plana çıkmasıdır. Mustafa Kemal in başlangıçta Kürtlere sınırlı özerklik vaat etmesine rağmen, korunan bir azınlık statüsü nihayetinde yalnızca Rumlara, Ermenilere ve Yahudilere verildi. O zamandan beri Kürt gelenekleri, dilleri ve kültürleri büyük ölçüde reddedildi ve bastırıldı. 1920 ve 1931 yılları arasında çeşitli bölgesel ayaklanmalar patlak verdi. Kürt sorunu ancak 1970'lerde yeniden ulusal siyasetin konusu haline geldi; 1978'de Marksist PKK kuruldu. 1980 askeri darbesinden sonra baskı yoğunlaştı ve PKK 1984 yılında silahlı mücadeleye başladı. PKK'nın repertuarında adam kaçırma ve silahlı soygunların yanı sıra cinayet ve intihar saldırıları da yer aldı. Türk ordusu, Kürt mevzilerine ve zaman zaman da kuzey Irak'taki PKK geri çekilmelerine hava saldırılarıyla karşılık verdi. Kürt lider Abdullah Öcalan'ın 1999'da tutuklanmasının ardından ateşkes imzalandı. Barış görüşmeleri 2009 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan döneminde başladı

 

Kürt sorununda ayrılma, tam bağımsızlık ya da federasyon bağlamında tezler ileri sürülmektedir. Şahsen bu tip tezleri gerçekçi bulmadığımı ifade etmek istiyorum. Bence sorun üniter yapı içerisinde çözülmelidir. Kürt sorunu konusunda ifade edilen görüşleri, hemen Kürtçülük suçlamasıyla susturmaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktur. "Irkçılık ideolojisini bayraklaştıran Türk'ü de Kürt'ü de kendimizden bilmiyoruz, bilmeyeceğiz." Kürt sorununun aynı zamanda Türk sorunudur. Biz Kürtler, asla ayrılıktan yana değiliz. Biz Kürtler, her türlü etnik ve siyasi bölücülüğe karşıyız. Biz Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti   Devletini kendi devletimiz olarak görüyoruz. Biz başkasının Kürtleri değiliz, Türkiye Kürtleriyiz. Türkiye, bizim ana vatanımızdır.  

 

Bu bağlamda Kürtleri anlamak önemlidir, çünkü Kürtlerin en çok anlaşılmaya ihtiyaçları vardır. Var olan durum, Kürtlere güvenmeme üzerine kurulmuştur. Sözde herkesin eşitliğinden söz edilmesine rağmen, gerçek hayatta Kürtlere yönelik açık ya da gizli bir diskriminasyon yürürlüktedir. Bu diskriminasyon, değişik biçimlerde gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde ırkçılıkla mücadele için ciddi bir diskriminasyon yasasına ihtiyaç vardır. Kürtlere uygulanan diskriminasyonlar ve onlara güven duymayan tutumlar, Kürtleri diğer toplum kesimlerine karşı yabancılaştırmakta ve onların daha çok içe kapanmalarına neden olmaktadır. Büyük şehirlerin etrafını saran Kürt gettoları, diskriminasyonun ve içe kapanmanın önemli bir tezahürüdür. Bu coğrafyanın doğal yerlileri olan Kürtlerin, içe kapanmaktan çok onların barış içerisinde diğer topluluklarla beraber yaşamaları ve güçlü bir şekilde kendilerini buralara ait hissetmeleri gerekmektedir

 

Mustafa Kemal’in ülke genelindeki yerel yönetim çerçevesinde Kürt özerkliğini düşünmeye devam ettiği, Lozan Konferansı’na ara verildiği 16/17 Şubat 1923’tarihinde, İzmit’te gazetecilere verdiği brifingde Kürtlere yaptığı atıfta dile getirdiği şu cümlelerde çok önemlidir. ‘’Biz yani Türkiye söz konusu olduğu müddetçe, ortada bir Kürt meselesi olamaz. Çünkü sizin de bildiğiniz gibi, milli sınırlarımız içindeki Kürt unsurlar, sadece çok sınırlı alanlarda yoğunlaşmış şekilde yerleşmiş vaziyettedirler. Yoğunlukları azaldığında ve Türk unsurlar arasına nüfuz ettiklerinde, etnik bir sınır tayin etmek öyle bir hal alır ki, eğer Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek, Türklüğü ve Türkiye’yi ortadan kaldırmamız gerekir. Mesela Erzurum, Erzincan, Sivas ve Harput’a kadar uzanan bir sınır çizmek gerekir. Ayrıca Konya ovasındaki Kürt aşiretlerini de unutmamak gerekir. Bu yüzden, böylesi bir Kürtlük tasavvur etmekten ziyade, her durumda anayasamıza (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) uygun türde yerel özerklikler oluşturulacaktır. Sonuç olarak, nüfusu Kürt olan her bölge (liva) özerk olarak kendi kendini yönetecektir. Bunun dışında, ne zaman Türkiye’nin halkından bahsedilirse, onlar (yani Kürtler) da dahil edilmelidir. Eğer dahil edilmezlerse, bu durumdan yakınmaları her zaman olasıdır. Şu an Türkiye Büyük Millet Meclisi hem Türk hem de Kürt yetkili temsilcilerden oluşmaktadır ve bu iki unsurun çıkarları ve kaderleri birdir. Onlar bunun ortaklaşa sahip olunan bir şey olduğunu bilmektedirler. Ayrı bir sınır çizmek veya buna teşebbüs etmek doğru olmaz.’’[1]

 

Özetlemek gerekirse, Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal, Türkiye’deki Müslüman nüfusunun çok etnik unsurlu karakterini özel olarak tanımış ve bunu yaparken de onların kardeşçe birliği üzerinde ısrarla durmuştur. Aynı zamanda yerel yönetimlerin etnik özgüllüğü sağlayacağına söz vermiştir.

 

3.)   Yurttaşlık İçin Medeni Bilgiler

1923’ten sonra, Müslüman etnik toplulukların şahsi özerkliği fikri, Türk siyasi gündeminin dışında kaldı. Mustafa Kemal, tüm enerjisini iktidarını sağlamlaştırmaya ve kültür devrimine ayırdı. Etnik ve kültürel açıdan Türkiye, çeşitli, karmaşık ve karışıktır. Ancak, Atatürk’ün yurttaşlarına miras bıraktığı efsane sadece tek bir etkin grubun, yani Türklerin varlığını öne sürmüştür düşüncesinde olanlar da mevcuttur.  Bu nedenle daha şimdiden Henry Kissinger’ın şu sözünü hatırlatmakta fayda var, “ABD’nin daimî dostu veya düşmanı yoktur, sadece [daimî]çıkarları vardır”. Ortadoğu'da tarihlerinden ders almayan tek millet vardır, o da Kürtlerdir. Diğer taraftan Kürtler Tarihlerinden ders almalılar. Eğer Kürtler tarihten ders alırlarsa Tarih tekerrür etmez. Yoksa Tarih her zaman tekerrür eder. "Kürdistan devletinin bağımsızlık ilanı her zamankinden daha yakın!", diyerek halkımızı umutlandırmayalım, bağımsızlık en az elli yıl sonraya kaldı. Kürdistan’da işbirlikçilik ve ihanetin tarihçesi eskilere dayanır ve köklüdür. Kürdistan ve Kürt halk tarihi bu konuda önemli sonuçlar çıkarılabilecek, dersler alınabilecek örneklerle doludur.

 

Kürt Milleti Emperyalistlere ve Sömürgecilere güvenmemeli. Niçin güvenmesinler diye bir soru sorarsanız? Cevabı basittir. Hep Kürtlere ihanet etmişlerdir de ondan. Bizim rahatsızlık duyacağımız ve kabul etmeyeceğimiz tek şey, Türk milletine, Kürtlüğe etnikçi, ırkçı bir ideolojinin giydirilmesidir ve bu bağlamda biz Kürtlerin de Türk olduğu iddiası üzerinde yok saymalarıdır. Çok şükür, bu inkâr ve asimilasyon anlayışı tüm acılarıyla birlikte tarihe uğurlandı.

 

8 Aralık 1925’te, Millî Eğitim Bakanlığı, Kürt, Çerkez ve Laz, Kürdistan ve Lazistan gibi bölücü ifadeler kullanılmasını yasaklayan bir genelge yayınladı. Mustafa Kemal düşüncesini, 1930’da manevi kızı Afet İnan’a yazdırdığı “Yurttaşlık İçin Medeni Bilgiler” adlı eserinde açıklamıştır. Konuyla ilgili paragrafta şöyle yazmaktadır. ’’Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri, Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti mürteci beyinsiz haricinde, hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu milletin fertleri de Türk toplumunun geneli ile aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyorlar.[2] Türk'ü İslam'dan kopartmaya çalışanlar, bilesiniz Türklüğe de Kürtlüğe de zarar verenlerdir, bu toprakların manevi manasını bozmak isteyenlerdir. İslamsız Türklük, Kürtlerin varlığını inkâr ederek, Kürtleri etnik anlamda Türk sayarak bu ülkenin birlik ve kardeşliğine zarar vermiştir. Bu tarz bir Türklük anlayışı devletimizin bekası için bir tehdit, milletimizin birliği açısından da bir tahrip niteliği taşımaktadır.

 

Anlaşıldığı gibi Türkiye’de yurttaşın yaratılmasında Cumhuriyet pedagoglarının ihtiyacı olan, inşacı bir yurtseverlik formülüne ihtiyaç vardır.  Yurttaşlık Bilgisi dersi, “millet” tanımından yola çıkarak vatandaş ve devletin birbirine karşı görevlerini, vatandaşaın devlete sevgisini, bağlılığını, özgürlük, dayanışma, seçim gibi konular çerçevesinde öğretimde yer almalıdır. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 1930’dan 1939’a kadar ortaokullarda yurttaşlıkla ilgili tek ders kitabı olarak okutulmuş, ancak Atatürk’ün ölümünden sonra uzun süre ders kitabı olmadığı halde yeni basımları yapılıp genel okuyucu kitlesine de ulaştırılmamış, sadece bir kuşağın siyasal eğitiminin temel dayanağı olmuştur. Bu konudaki eksiklikler acilen giderilmelidir.

 

4.)   Irak, İran ve Suriye’ deki tarihi gelişmeler

Irak'ta, bu ülkenin bağımsızlığından on dört yıl sonra, 1946'da Mustafa Barzani'nin önderliğinde Kürt partisi KDP kuruldu. 1958'deki Irak Hür Subaylar darbesinden sonra, liderleri Abdülkerim Kasım ve Barzani arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifak aynı zamanda, daha sonra Irak Devlet Başkanı Celal Talabani'yi de içeren Kürtler arasındaki sol akımlara karşı yönlendirildi. Kasım, komünistlerin etkisini başarılı bir şekilde geri püskürttükten sonra, artık eskisinden daha kesin bir şekilde bir özerklik düzenlemesi talep eden Kürt ortaklarından giderek uzaklaştı. 1960'larda ve 1970'lerde tekrar tekrar isyanlar patlak verdi. Özerklik düzenlemelerini içeren barış anlaşmaları hiçbir zaman uygulanmadı. Bağdat, 1974/75'te Irak ordusu ile KDP ve KYB arasında yeniden başlayan silahlı çatışmalara, özellikle Kerkük çevresindeki petrol zengini bölgelerde bir Araplaştırma kampanyasıyla yanıt verdi. 1987'de çeşitli Kürt grupları ittifak kurdu. Dönemin Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin buna, diğer şeylerin yanı sıra zehirli gazla yaklaşık 180.000 kişinin öldürüldüğü Enfal kampanyasıyla tepki gösterdi; 1,5 milyondan fazla insan bölgeden kaçtı.

1987'de çeşitli Kürt grupları ittifak kurdu. Dönemin Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin buna, diğer şeylerin yanı sıra zehirli gazla yaklaşık 180.000 kişinin öldürüldüğü Enfal kampanyasıyla tepki gösterdi; 1,5 milyondan fazlası kaçtı. Kürtler 1990'daki Körfez Savaşı'nda Amerikalıları destekledikleri için Saddam yeniden cezalandırma emri verdi - 2 milyondan fazla yerinden edilmiş insanla. İnsani felakete yanıt olarak, BM Güvenlik Konseyi Kürt bölgelerini uçuşa yasak bölge ilan etti. O zamandan beri Kürtler pratikte kendi kendilerini yönetiyorlar ve 2003'ten beri de bir bütün olarak Irak'ın kaderine aktif olarak dahil oldular. Kürtler, IŞİD'le mücadele kapsamında Kerkük çevresindeki tartışmalı bölgeleri de geçici olarak kontrol altına alabildi.

 

Kürtler 1990'daki Körfez Savaşı'nda Amerikalıları destekledikleri için Saddam yeniden cezalandırma emri verdi iki milyondan fazla yerinden edilmiş insanla. İnsani felakete yanıt olarak, BM Güvenlik Konseyi Kürt bölgelerini uçuşa yasak bölge ilan etti. O zamandan beri Kürtler IKB’sinde pratikte kendi kendilerini yönetiyorlar ve 2003'ten beri de bir bütün olarak Irak'ın kaderine aktif olarak dahil oldular. Kürtler, IŞİD'le mücadele kapsamında Kerkük çevresindeki tartışmalı bölgeleri de geçici olarak kontrol altına alabildi

 

İran'da Kürt ayaklanmaları I. Dünya Savaşı kadar erken bir tarihte patlak verdi. 1946'da kısa ömürlü "Kürt Mahabad Cumhuriyeti" ilan edildi. Ancak sadece on bir ay sonra İran birlikleri bölgeyi tekrar kontrol altına aldı. 1951'den sonra Kürtler Muhammed Musaddık hükümetini desteklediler. 1953 CIA destekli darbenden sonra yanlış taraftaydılar ve baskıyla karşı karşıya kaldılar. 1979'da İslam devrimi başladığında, Kürtler daha büyük özgürlüklerin kendileri için de mümkün olduğuna inanarak ayaklanmayı desteklediler. Ayetullah Humeyni bir tür vaatlerde bulundu, ancak yönetimi kurulduktan sonra bu vaatlerini bozdu. Cumhurbaşkanı Ruhaninin 2016 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde etnik azınlıkları destekleme vaadi büyük ölçüde yerine getirilmedi. Ruhaninin Kürt siyaseti üzerindeki sınırlı etkisi, Muhafazakarların Şubat 2020'deki parlamento seçimlerini kazanmasının ardından daha da azaldı. İran'ın Irak'a müdahalesi ve ortak sınır bölgesindeki çok istikrarsız bölgesel durum, Kürt sorununun çözümünü zorlaştırıyor. PDKI, PAK ve Komalah'ın hükümetle ateşkesi iptal etmesi İran-Kürt tarafında beklentilerin azaldığını gösteriyor. Kürt sorununu çözmenin anahtarı şu anda komşu Irak'ta.

 

1946'da Suriye'deki bağımsızlıktan sonra Kürtler, büyüyen Arap milliyetçiliğinin artan baskısı altına girdiler. Siyasi istikrarsızlık döneminden sonra, Suriye 1950'lerin sonlarında Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır liderliğindeki Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni (1958-1962) oluşturmak için Mısır ile birleşti. Milliyetçi propaganda, Suriyeli Kürtleri emperyalizmin ve İsrail'in araçları ve ulusal egemenlik için bir tehdit olarak resmetti. 1962'deki plansız nüfus sayımı sırasında, yaklaşık 120.000 Kürt uyruklarını kanıtlayamadı ve bundan böyle yabancı olarak sınıflandırıldılar. 1965'ten itibaren iktidardaki Baas Partisi "Arap Kuşağı" politikasını uyguladı. Sınıra yakın yaşayan Kürtlerin toprakları, Suriyeli Araplar tarafından kamulaştırıldı, yeniden iskân edildi. Marjinalleştirme politikası, Başkan Hafız Esad (1971-2000) ve oğlu şimdiki Devlet Başkanı Dr. Beşar Esad döneminde devam etti. Kürtler, rejimin zayıflığından ve savaşın yarattığı kargaşadan yararlanarak, ülkenin kuzeydoğusunda kendi yönetimleri altında özerk bir bölgeyi ("Rojava") kurmayı başardılar.

 

Suriye'de Kürtler giderek daha fazla savunmaya geçiyor. Türkiye, 2018'de Suriye'nin kuzeyini çeşitli nedenlerle ilhak etti. ABD Başkanı Trump'ın Ekim 2019'da Amerika'nın kuzey Suriye'den çekileceğini açıklamasının ardından Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı ile kontrolünü daha da genişletti. Türkiye, Suriye'de öncelikle PKK'nın kardeş partisi "Demokratik Birlik Partisi" (PYD) ve onun silahlı kanadı "Halk Koruma Birlikleri" (YPG)'ne karşı harekete geçti. Türk ilerlemesi nedeniyle, kuzey Suriye'deki Kürtler, kontrolleri altındaki bölgelerin kontrolünü Esad'ın ordusuyla paylaşmak zorunda kaldılar. Ayrıca Rusya'nın sınır bölgesindeki nüfuzu da önemli ölçüde arttı. Putin, Suriye'deki Kürtlerin ortakları olarak geri çekilen Amerikalıların yerini almaya çalışıyor. Aralarında PYD ve "Kürt Ulusal Konseyi’’ (ENKS) inde bulunduğu 25 Kürt örgütü, konumlarını güçlendirmek amacıyla Fransa’nın direktifinde güçlerini birleştirerek "Kürt Ulusal Birlik Partileri’ni kurdular.

 

Irak Kürdistanı'nda, uzun süredir Kürt Bölgesel Hükümeti'nin (KBY) başkanı Mesud Barzani, Irak merkezi hükümetinin orduyu kullanarak bağımsızlık referandumunu geçersiz ilan etmesi için 2017'de istifa etti. 2020'nin başından bu yana, "Kürdistan Yurtseverler Birliği" (KYB), kontrol ettiği Irak Kürdistanı'nın doğu kesiminde idari ve mali ademi merkeziyetçiliği yönetiyor. Rakip Kürdistan Demokrat Partisi (PDK), bunun Kürt bölgesinde bir bölünmeye yol açabileceğinden korkuyor. Merkezi hükümet ile KBY arasındaki farklılıklar Bağdat'tan yapılan ödemeleri aksattı. Sonuç olarak, KBY şu anda memurlarına ödeme yapamıyor. Ortaya çıkan gösterilerden bazıları polis şiddetiyle dağıldı. Korona krizi ve buna bağlı düşük petrol fiyatı nedeniyle sosyal ve ekonomik durum şimdi daha da kötüleşiyor. Buna ek olarak, bölgesel hükümet Bağdat'ı özellikle Arapların Kerkük çevresindeki tartışmalı yerleşim bölgelerine yerleşmesini teşvik etmekle suçluyor.

 

İran'da durum istikrarsız. 2016 yılında "İran Kürdistan Demokrat Partisi" (PDKI), "Kürt Özgürlük Partisi" (PAK) ve "Komalah" dipnotu dağıtmak için ateşkesin sona erdiğini ilan etti ve o zamandan beri çeşitli saldırılar gerçekleştirdi. İran tesislerinde. Özellikle İran Devrim Muhafızları savaşçıları hayatlarını kaybetti. Aynı zamanda İran birlikleri ile "Kürdistan'da Özgür Yaşam Partisi" (PJAK) birimleri arasında tekrar tekrar düzensiz çatışmalar yaşanıyor. 2018'de İran hükümeti birkaç Kürt aktivisti idam etti ve PDKI karargahını bombaladı.

 

PDKI'ye göre, Kürt bölgelerindeki insani durum Korona krizi nedeniyle büyük ölçüde kötüleşti. İran Kürtlerinin farklı hareketlere bölünmesi, ilgili herhangi bir siyasi etkiyi engellemeye devam ediyor. Bununla birlikte, İran da Irak'taki Kürt işlerine karıştığı ve son zamanlarda Irak'a çekilen PDKI savaşçılarına karşı giderek artan bir şekilde insansız hava araçları kullandığı için, Kürt çatışması tek başına görülemez. Eylül 2020'de Ruhani ve Erdoğan, gelecekte PKK ve İran'daki kardeş partisi PJAK'a karşı mücadelede birlikte çalışmak için bir anlaşmaya vardılar.

 

5.)   Hukuki ve siyasi gerçekler karşısında self-determinasyon ilkesi

Hukuki ve siyasi gerçekler karşısında self-determinasyon ilkesi, uluslararası hukukun genel bir ilkesi olarak kabul edilmektedir. Kürtlerin bağımsız devletlerini kurmak istemeleri de son derece meşrudur. Bu bağlamda günümüzdeki siyasi ortamı değerlendirecek olursak. Ortadoğu’da Kürdistan ‘ın bağımsızlık ilan edebilmesi için onu paylaşan devletlerden birinin izlediği Kürt politikasından vazgeçmesi gerekir. Örneğin KBY'inin bağımsızlık ilan edebilmesi için Kürdistanı paylaşan devletlerden en az birinin Kürtlerin millet-devlet olma hakkını tanıması gerekir. Diğer taraftan Ortadoğu'da Kürdistan ‘ın bağımsız olabilmesi için onu paylaşan devletlere rağmen Kürdistan’ın denizle irtibatlandırılmasının sağlanması gerekir. Bunların yerine getirilmemesi nedeniyle Kürdistan’ın bağımsızlığının ilan edilebilmesi epey zordur. Diğer taraftan Ortadoğu’da bölge devletlerinin zayıflaması ve bölünmesi ABD ve İsrail’in çıkarlarına uyuyor. Fakat aynı devletler Bağımsız bir Kürt devletinin oluşmasının İran ve Türkiye acısından bölgede baş ağrısı yapacağı kanaatindeler. Dolayısıyla destek vermezler.

 

ABD’nin bugünkü politikaları, az sayıda gelişmiş kapitalist ülkenin, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu sömürge bağımlılığı altına almak üzere mali, diplomatik, politik ve askeri güç dayatmaya başvurması kapsamında gelişmektedir. Günümüzde Ortadoğu, dünyanın en sıcak gelişmelerinin yaşandığı noktalardan biri haline geldi. Bu bölge bir yandan, başta ABD olmak üzere tüm emperyalist ülke ve blokların saldırı odağı, diğer yandan da emperyalizme karşı güçlü mücadelelerin yürütüldüğü bir alandır. ABD emperyalizmi, tüm askeri, ekonomik ve politik ağırlığıyla, Ortadoğu bölgesinin yeniden paylaşımına girişmiştir ve amacına ulaşabilmek için, başta askeri gücü olmak üzere, elindeki tüm imkanları kullanmaktadır. 

 

Ortadoğu eksenli ABD’lerinin Kürt politikasının özünde bağımsız Kürdistan’ın kurulması ve Kurulacak olan bu bağımsız Kürdistan’ın Akdeniz’e açılım politikası mevcuttur.

 

Aslında Türkiye’yle Amerika arasında dolaylı bir sıcak çatışma var.

 

ABD’nin askeri olarak eğittiği ve silahlandırdığı birkaç gurup Türkiye’yle savaşıyorlar, çünkü PKK’nın Suriye kolu olan YPG ‘yi ABD destekledi ve halen destekliyor. ABD bu politikasıyla Türkiye’nin çıkarlarını bölgede tehdit edeceğini görmemezlikten geldi. Dolayısıyla bu politika, Amerika’yı kısa ve uzun dönemde Türkiye açısından hileci, sözüne güvenilmez bir duruma soktu. Bu sorun her iki ülke arasındaki ilişkileri zedeledi ve bundan sonra düzelmesi epey zor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında ‘’Türkiye’ye stratejik ortağımız" diyeceksiniz, sonra teröristlerle iş birliği yapacaksınız. Bizimle stratejik ortaksan bizimle birlikte yürüyeceksiniz. Bizi aldatmaya kalktınız. Öyle bir aldatmaca ki, 5 bin TIR buraya silah soktunuz. O açılan tüneller, tünellerin içindeki silah mühimmat depoları, silah mühimmat evleri. Bunların hepsini yıkıyoruz. Onlar kaçıyor biz kovalıyoruz. Bütün mühimmat da yavaş yavaş bizim elimize geçiyor, geçecek.” açıklamasını yaptı.

 

ABD ise bölgedeki Kürt kartını oynarken Türkiye’yi ve Arapları rahatsız etmek istemediği görünümünü vermek istiyor, ama kimse ABD’nin ajitasyonlarına inanmıyor. Çünkü ABD ve İngiliz yönetimi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Winston Churchill’in taktiklerine benzer taktiklerle Türkiye’yi Ortadoğu “batağına çekmeye; işgal ordularının öncü kolu olarak kullanmaya çalışıyor. ABD kendisinin siyasi ve ekonomik çıkarlarından rahatsız olan Türkiye ve diğer birkaç bölge ülkesini rahatsız eder kuşkusuna kapılarak, bölgedeki çıkarlarından da vazgeçmiyor. Emperyalist İngiltere’nin bölgedeki mirasını da devralan ABD’nin Kürtlere olan ilgisi Rusya ile çekişmesinin bir yansıması olduğu gibi, kimi zaman da bölge ülkelerine yönelik politikalarının bir parçasıdır ve bu ilgi her durumda taktikseldir. Bununla birlikte ABD'nin Kürt politikasında yeni bir aşamaya geçildi. Bu süreç sadece Irak'la sınırlı değil. Irak'ta IKBY lideri Mesud Barzani başkanlığında bağımsız bir Kürt devleti, Suriye'de ise ilk aşamada PYD-YPG kontrolünde 'otonom bir Kürt yönetimi'. Bu, ABD'nin uzun vadeli stratejisinin üçüncü aşamasına geçilmesi demekti(r).

 

Bu nedenle bir yandan ABD ve AB “Kürt kozu” nu ellerinde bulundurmak isterken öte yandan ‘da Türkiye’yi de küstürmek istemiyorlar, çünkü Suriye’de ve Irak’taki iç karışıklıklar Türkiye'yi olumsuz etkileyecek, problemlere yol açabilecek, yeni gelişmelere neden olabilir tespitinin bilincindeler.  Dolayısıyla NATO üyesi Türkiye’nin kendi sınırındaki sınır güvenliği gerekçesini ileri sürerek, Fırat Kalkanı Operasyonunun ardından 20 Ocak 2018 tarihin de Zeytin dalı Operasyonu ile Suriye topraklarında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yapılanmasıyla birlikte askeri bir harekât başlattı. Buna nazaran ABD’nin günümüzde Afrin hakkında yaptığı açıklamalar Zeytin Dalı Harekatı'nın nedenlerini, hedeflerini ve mahiyetini hala ya anlamamış ya da anlamak istemediğini de göstermektedir.

 

Türkiye'nin "Zeytin Dalı" ve "Barış Pınarı" operasyonlarında Suriye'nin kuzeyinde bir tampon bölge kurmasından bu yana, Kürtler giderek Kürt bölgeleri üzerindeki kontrollerini genişleten Esad birlikleriyle iş birliğine giderek daha bağımlı hale geldi. Bu nedenle, tek taraflı bir bağımsızlık ilanı veya önemli ölçüde özerklik pek umut verici görünmüyor.

 

Ortadoğu’daki sorunları, Ortadoğu ülkeleri kendi aralarında tüm aktörlerin içinde yer alacağı bir Konferansta her şeyi hürce tartışarak çözmelidir. Aksi Ortadoğu’ya huzur getirmez. Daha ilk günden beri bölgedeki çatışmaların sona ermesini, sona erdirilmesini ve burada yaşanan sorunların askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, güvenlik tedbirleriyle nihai netice alınamayacağını hep söyledik. Siyasi çözümün son derece önemli olduğunu. Gerek Cenevre süreci gerekse Birleşmiş Milletler bu noktada arzu edilen neticeyi ortaya çıkaramadı, uzadı. Soçi, Astana sürecinde esasında siyasi çözümü hızlandıran adımlar da ortaya kondu. Uluslararası toplum bugüne kadar, uluslararası hukuk, uluslararası sözleşmeler, BM Güvenlik Konseyinin kararları çiğnendikçe adeta sanki bunlar yokmuş gibi davranmaya devam etti ve bugünlere gelindi.

 

Bölgede İsrail’in en önemli hasımı ise İran’dır. İran’ın da en büyük dostu Suriye’dir. Amerika Suriye’de iki büyük hata yaptı. Washington’un en büyük hatalarından biri DAEŞ’e çok fazla odaklanması, Suriye’deki çatışmayı görmezden gelmesi. İkincisi de alanda PYD gibi yerel militanlara çok ama çok dayanması. Türkiye-Amerika ilişkilerinin bozulmasının bu hale gelmesinin asıl sebebi budur. Buna nazaran yakın zamanda Suriye’de önemli bir değişiklik olmaz.

 

Ortadoğu’nun en önemli siyasi ve askeri oyunculardan diğer birisi ise İsrail’dir, çünkü İsrail’in stratejik menfaatleri onun Ortadoğu'da etkili bir devlet olmasını zorunlukılıyor. Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren aslında ABD’nin bölgedeki yanlış politikaları ve İran’ın Hizbullah’a ve Hamas’a gönderdiği silahlardır.  İran’ın gönderdiği bu silahlar Hizbullah ve Hamas’ın eline Suriye’den geçerek ulaşıyor. Bundan dolayı İsrail kendi devlet çıkarları ve güvenliği nedeniyle, Suriye’yi de İran gibi düşman sayar. Fakat bu arada tekrar vurgulamakta yarar var. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İsrail değil bilakis emperyalistlerdir. Ayrıca İran Ortadoğu’da hegemonik bir güç olmak istiyor. Bunun için Suriye’deki savaşı kazanması şart. Zaten ambargolar dolayısıyla çok sıkıştı, içeride de sorunları var. Yani İran ciddi tehlikelerle karşı karşıya. Suriye’deki savaşı kazanırsa, bunları aşabileceğini hesaplıyor. İran’ın geleceği, Suriye’deki bu savaşın gelişimine bağlıdır. Burada kaybederse, bırakın hegemon güç olmayı, şu anki varlığını bile sürdüremez. Bu nedenle Suriye’deki savaştan kazançlı çıkmak için, her yöntemi deniyor. En başta da bütün Kürtleri yanına almaya çalışıyor. Kürtleri yanına alamazsa kazanamayacağını biliyor. Bütün çabası bunun içindir.

 

Son yıllarda Orta Doğu ve bölgedeki durum günden güne kötüleşiyor. Türkiye ve İran açısından bakıldığında ABD’nin Irak yönetimini sıkıştırmak için Kürtleri kullanabileceği düşüncesi hâkim. Zira ABD’nin Bölgede Irak sınırlarını koruyamıyor, dinci teröristlerle mücadele edemiyor. Bu durum Türkiye, sınırında devlet olmayan silahlı bir örgüt görmek istemediği gibi, bağımsız bir Kürdistan’ın oluşması yüzünden bölge sınırlarının yeniden çizilmesini de istemiyor. 

 

Türkiye’nin yıllardır Kürdistan'ın kurulmasına karşı çıkmasının temel sebebi, kurulacak bu olası Kürt devletinin irredantist bir politika izlemesi ve Türkiye’nin doğusunda bu sebeple büyük bir iç karışıklık çıkacağı öngörüsüdür. ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte devlet bu görüşünü 2002-2016 yılları arasında bir ara bir kenara bırakmış görünüyordu. Şimdi daha ziyade "Irak’ın kuzeyinde kurulacak olan bir Kürt devleti, federatif bir sistemle ya da yarı özerk statüye benzer bir şekilde Türkiye’ye bağlı olmalıdır. Bu sayede Kürdistan’ın Türkiye’nin çıkarlarına aykırı hareket etmesi ve irredantist politikalara yönelmesi önlenebilir" şeklinde düşünüyorlar. Ama burada yanılıyorlar. 

 

6.)   Sonuç

Kürdistan romantik bir köşe değil, büyük, sert ama aynı zamanda potansiyel olarak zengin bir coğrafya. Örneğin, Irak petrolünün neredeyse yarısı Kürt topraklarından geliyor. Türkiye, Suriye ve Irak'ı besleyen Ortadoğu'nun en büyük nehirleri Fırat ve Dicle'nin kaynağı Kürdistan'dır. Her zaman Kürtlerin yaşadığı Kürdistan, Fransa kadar 500.000 kilometrekare ve bugün yeniden birleşmiş Almanya ve Avusturya'nın toplamından biraz daha büyük. Yani Kürtler ata topraklarında azınlık değil, çoğunluktur. Ama yine de böyle bir ülkenin adı hiçbir haritada bulunmuyor.

 

Kürtler hem geçmişte hem de günümüzde emperyalistlerin satranç tahtasındaki piyonları olmuşturlar. Tüm siyasi etkileşime rağmen, kültürlerini yüzyıllarca koruyabildiler, ancak devlet egemenliklerini önemli bir süre boyunca asla güvence altına alamadılar. Onlara bağımsızlık vaat eden sözleşmeler bozuldu ve her zaman ihanete uğradılar. Bunları kullananların listesi uzundur: son birkaç on yılda, her şeyden önce Iraklılar, İranlılar, Suriyeliler, İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve -birkaç kez de- Amerika oldu.

 

Türkiye’nin, Ortadoğu’nun sığ sularında karaya vuran “stratejik derinlikli” dış politikasında yalpalamaya, gel gitlerle iyice dip yapmaya başladı. İçte ve dışta Kürt fobisi üzerine kurgulanan Türkiye’nin dış politikaları, bu gidişle başarısızlığa mahkûm olacaktır.

 

Türkiye, kendi Kürtlerinin sorunlarını hukuk ve demokrasi içerisinde çözmeye çalışırken Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde yaşayan Kürtlerin istedikleri gibi yönetilme hakkına saygı duymalıdır. Her şeyden önce Kuzey Irak’taki özerk Kürt yönetimini, kendi bütünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak görmekten vazgeçmelidir.  Türkiye ve Kürdistan Bölge Yönetimi arasında kültürel, eğitsel, diplomatik, ekonomik, ticari ve turizm ilişkileri geliştirilmelidir. Dar bir militer çerçeveyle Kürdistan Bölge Yönetimi ile olan ilişkiler sığ bir güvenlik anlayışına indirgenmemelidir.  Kürdistan Bölge Yönetimin’ deki Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkına saygı duyulmalı, oraya müdahale edilmemesine özen gösterilmelidir.

 

Kürdistan Bölge Yönetiminde yapılan referandumun hukuki ve siyasi sonuçları nedeniyle Kürt treni, en azından biraz daha ileriye, kendi kaderini tayin etme, özerklik, Kürt halkının, adı ne olursa olsun bir Kürt devletinde gerçekleşmesi yönünde ilerleyebilecek bir esnek raya Kürdistan Bölge Yönetiminin denetimindeki coğrafyada oturtulmuştur. Her halükârda, Kürt sorununun uluslararası siyaset sahnesine çıktığına şüphe yoktur.

 

13 Kasım 2022, Lüxsenburg

 

 

 

[1] Doğu Perinçek (düz.), Mustafa Kemal: Eskişehir- İzmit Konuşmaları (1923) (İstanbul,1993), s.104.

[2] Nuran Tezcan (düz.), Atatürk’ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri (İstanbul, 1994), s.23

 

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}