Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Kürdistan devletine giden siyasi yol.

 

Kürdistan devletine giden siyasi yol

Ümit Yazıcıoğlu

 

Kürtler, dünyada devleti olmayan en büyük ve mazlum bir halktır. Bugün gelmiş̧ bulunduğumuz bu aşamaya kadar Kürtler, neredeyse tarihin her döneminde, temel hakları için mücadele vermiştir. Söz konusu mücadele temel olarak devlet yetkisini kullanan veya yönetimi elinde bulunduranlara karşı verilmiştir.  Örneğin Cenab-i Allah beni Kürt anne ve babadan doğurmuş, ben Türk de, Amerikalı da Arap da, Ermeni' de olabilirdim. Ama Kürt doğmuşum. Şimdi benim elimde olmadan, Allah'ın isteğiyle olan bir şeyden, Kürt kimliğinden niye vazgeçeyim. Türklerle önce Müslüman, sonra akrabayız. Birlikte savaşıp bu ülkeyi kurduk. Kürt Sorunu ise bölgemizin açık bir yarasıdır. Maalesef Türkler, İranlılar, Araplar ve Kürtler olarak kendi ortak yaramıza merhem bulmak yerine, pek çok defalar kendimizi emperyalizmin çare adı altında sunduğu tuzaklara teslim olma yanlışına düştük. İğneyi kendimize batırmakta da yarar var. 

 

Türkiye'nin 19. yüzyıl başlarından bugünlere uzanan bir "Kürt sorunu" var; ama aynı zamanda belirtiğim "Kürt sorunu" bir "Orta Doğu sorunu"; dolayısıyla günümüzde uluslararası bir sorun. Ülke olarak 1923 ten bugüne kadar bu sorunun kendisini doğrudan doğruya ilgilendiren kısmıyla başa çıkmakta doğru politikalar üretemedik. Dolayısıyla çözüm yerine çözümsüzlük yarattık, sorunu büyüttük.  Yüz yılı aşkın bir süredir ağırlaşarak devam eden Kürt ulusal sorunu bir türlü çözülemiyor. Devlet bu bölgenin en eğitimsiz, asi ve naif halkını bastırdığını, sesini, soluğunu kestiğini düşünüyor, Kürt probleminin olmadığını zannediyordu. İşte burada devlet yanılıyordu ve halende bu sorunu inkar etmekle yanılıyor. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 'in başbakan olarak 1992'de "Kürt realitesini tanıyoruz'' sözü Cumhuriyet tarihinin bir dönüm noktasıydı [1]    29 Ekim 1923 ten ta 1992 ye kadar geçen bu süre içerisinde devlet Kürt yok dedi. Kürtçeyi inkâr etti, yasakladı. Sonra ne oldu? Kimi eline silah alarak, kimi benim gibi eline kalem alarak kendi kimliğinin, kendi dilinin varlığını savunmaya başladı. Kürt sorunu böyle doğdu, PKK böyle sahneye çıktı. Bugün artık Kürt de, Kürtçe de inkâr edilmiyor. Ama bugün de Kürt dilinde eğitim reddediliyor. Bu bağlamda AK-Parti hükümeti kendini zamanında toparlayarak Kürtlerle barışmalı ve bazı meseleleri halletmelidir. 

 

1991’de, Irak’a karşı, ABD öncülüğünde düzenlenen “Çöl Fırtınası Harekâtıyla beraber, Irak topraklarının 36. paralelinin kuzeyi, uçuşa yasak bölge ilan edildi. Bu alanda faal olan Barzani ve Talabani’ye bağlı olan Peşmerğe güçleri, ABD ve İsrail’in denetiminde devletleşmeye dönük ilk adımlarını attı. Bu süreçte “de facto” olarak kurulan Kürdistan, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali sonrası, Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi adı altında yapılandı. Bu bağlamda ayrıca burada belirtmekte yarar var ABD’lerinin Kürt politikasının özünde yukarıda ‘da belirttiğim gibi bağımsız Kürdistan’ın kurulması ve Kurulacak olan bu bağımsız Kürdistan’ın Akdeniz’e açılması politikası mevcuttur.

 

Kürtler  dört ayrı ülkeye dağılmış 45-50 milyona yakın nüfusları olan bir halk.  Eskiden beri bağımsız Kürdistan istikametinde yollarına devam edeceklerini düşünüyorum. Bu  büyük halkın bağımsız bir devlet olma hayali var. Bu bağlamda Self-determinasyon hakkındaki hukuki ve siyasi görüşleri dile getirmekte de fayda var kanaatindeyim. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, bir ulusun ulus olmaktan kaynaklı en temel hakkıdır. Bir ulus eğer isterse başka bir ulusla aynı coğrafyayı paylaşarak, aynı sınırlar içerisinde kendi kimlik dil ve kültürüyle kardeşçe beraber yaşayabilir, isterse de ayrı devlet kurma ve sınır koyma şeklinde de yaşayabilir. Hukuki ve siyasi gerçekler karşısında self-determinasyon ilkesi, uluslararası hukukun genel bir ilkesi olarak kabul edilmektedir. Kürtlerin bağımsız devletlerini kurmak istemeleri de son derece meşrudur. Bundan böyle Türkiye artık Kürt sorununu kendi iç meselesi olarak göremez, Türkiye'nin çözümü sadece kendisi için değil Irak'taki Kürtler be bölgedeki Kürtler , için de olmalıdır.

 

19. yüzyıldan hızla gelişmeye başlayan milliyetçilikle birlikte kendi geleceğini belirleme hakkı birleşmelere ve büyük devletlerin oluşmasına hizmet etti ancak 20. Yüzyıl başlangıcından itibaren mikro milliyetçiliğin artmasıyla kendi geleceğini belirleme büyük imparatorlukları çökertme enstrümanlarından biri olarak kullanıldı ve imparatorlukların çökmesiyle birçok topluluk, bağımsız devlet olarak yoluna devam etme isteğiyle, sahneye çıkmıştır. Kendi geleceğini belirleme hakkı ilk ortaya çıktığı dönemden, ikinci dünya savaşına kadar, uluslararası hukukta var olmayan, siyasi bir ilke olarak yer almıştı. Birleşmiş̧ Milletlerin Antlaşmasında yer almasıyla birlikte ilke uluslararası hukuk alanına geçiş̧ yapmıştır.  1960’lı yıllara gelindiğinde kendi geleceğini belirleme hakkı siyasi literatürde sık kullanılan terimlerden olmuştur. Bunun nedeni ise sömürge yönetimi altında bulunan ülkelerde başlayan bağımsızlık hareketleri ve bağımsızlıklarına henüz kavuşmuş̧ olan yeni devletlerin söz konusu taleplerin dinlenilmesi ve hayata geçmesi için Birleşmiş̧ Milletlerde verdikleri mücadeledir. Kendi geleceğini belirleme hakkı sömürgelerin özgürlüklerine kavuşmasını sağladığında söz konusu hakka pozitif olarak yaklaşılmış̧ ancak bağımsız ülkelerdeki farklı grupların egemenlik iddialarına ve bağımsızlık taleplerine kaynaklık ettiğinde ise hakka negatif olarak yaklaşılmasına yol açmıştır.

 

Bu bağlamda Başkan Barzani’nin hedeflediği “bağımsızlık referandumunu” Türkiye olarak onaylamalıydık. Irak Kürtleri bağımsızlıklarını ilan etmeliydiler Devamında da Irak Kürdistan’ının bağımsızlığının güçlenip, derinleşmesi için elimizden geleni yapmalıydık. Günümüzde Türkiye ‘yede bu gelişmenin herhangi bir zararı olmazdı. Devlet siyasetimizi bu bağlamda yürütseydik bu gelişim “Kürt kartını” kullanmayı seven ama “Kürt siyasi kimliğinin güçlenmesinden nefret eden” emperyalistler için sonun başlangıcı olurdu. Ama ülkemizi idare eden siyasilerimiz meseleye başka biz gözle baktılar, tarih kendilerinin bu konuda yanıldıklarını onlara bir gün gösterecektir. Eğer Irak Kürtleri referandum kararını Uluslararası Adalet Divan’ına taşımış olsalardı Divan IKBYnin almış olduğu referandum kararı ve referandumun sonuçlarının uluslararası hukuku ihlal etmediği sonucuna varırdı. Bağımsız Kürdistan’da ilan edilirdi.

  

Türkiye’nin Ortadoğu’da hem Irak’taki ve hem de Suriye’deki olaylara etkisinin belli bir sınırı vardır. Irak’ta ne olacağına ise Iraklılar karar verir. Eğer Iraklılar kuzeyde bağımsız bir Kürt bölgesi olmasına karar verirse. Türkiye’nin o Kürt bölgesiyle, yani bağımsız bir Kürt devleti ile, dostane ilişkiler sürdürmesi lazım. Bu bağlamda günümüzdeki siyasi ortamı değerlendirecek olursak. Ortadoğu’da Kürdistan‘ın bağımsızlık ilan edebilmesi için onu paylaşan devletlerden birinin izlediği Kürt politikasından vazgeçmesini gerekir. Örneğin KBY'inin bağımsızlık ilan edebilmesi için Kürdistanı paylaşan devletlerden en az birinin Kürtlerin millet-devlet olma hakkını tanıması gerekir.

 

Ayrıca Ortadoğu'da Kürdistan‘ın bağımsız olabilmesi için onu paylaşan devletlere rağmen Kürdistan’ın denizle irtibatlandırılmasının sağlanması gerek. Bunların yerine getirilmemesi nedeniyle Kürdistan’ın bağımsızlığının ilan edilebilmesi oldukça zordur (veya artık mümkün değil, elli yıl geri ertelendi) kanaatindeyim.

 

Değerli Başkan Mesut Barzani'ye bu ana kadar danışmanlık yapanlar bu gerçekleri görmedikleri için hem kendileri yanıldılar, Barzani'yi yanıltılar ve hem de aziz Kürt milletini yanıltılar.

 

Değerli Başkan Mesud Barzani'nin etrafını dalkavuklar, emperyalistler, işbirlikçi ve ihanetçiler sarmıştı. Elbette Kürtlere çok yazık oldu. Bana göre biz Kürtler bağımsızlık referandumunda uluslararası emperyalist desteğe güvenerek yanlış hesap yaptık. Maalesef bana danışmadılar.  Eğer konuyla ilgili  benim düşüncemi alınmış olsaydılar, bu  konuların tek taraflı çözülmesinin zor olduğunu, Türkiye ve Rusya’nın resmi desteklerini almalarının zaruri olduğunu en azından detaylı olarak kendilerine belirtirdim.

  

Diğer taraftan Ortadoğu’da bölge devletlerinin zayıflanması ve bölünmesi ABD ve İsrail’in çıkarlarına uyuyor. Bağımsız bir Kürt devletinin oluşmasını ise İran ve Türkiye acısından bölgede baş ağrısı yapabilir kanaatinde olanalar var. Büyük bir ihtimalle Kürdistan’ın oluşması sadece Irak Kürdistan bölgesiyle sınırlı kalmayacak.  Dolayısıyla Bülent Arınç, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığından yana oldukları açıklamasına dikkat çekerek ‘Dış mihraklar Irak'tan elini çeksin’ ifadesini kullandı’’.

 

Kürt milleti bağımsız devletlerini kurmak için kimseden izin isteyecek değil.  Kürt halkının bir referandum yoluyla kendi kaderini tayin etmesinin zamanı gelmişti. Ortadoğu’da ve dünyada siyasi ortam buna müsait(ti). Referandum ise bağımsızlık ilanı anlamına gelmemekte. Daha ziyade Kürt halkının bağımsızlık konusundaki irade ve düşüncesinin ne yönde olduğunun bilinmesi ve Kürt siyasi liderliğinin uygun zaman ve koşullar altında halkın iradesini yerine getirmesi için yapılan bir seçimdi. Bu nedenle Sayın Barzani 25.9.2017 tarihinde Kürt halkına sordu.Bağımsız bir devlet istiyormusunuz? Kürt milletinin %92si bu soruya evetdiyerek yanıt verdi. Bu sonuçtan Türkiye ülke olarak  gocunmamalı. Ayrıca hepimizin bildiği gibi Güney Kürdistan dünyanın en değerli toprağıdır. Kürtlerde Türklerin hem dostları ve aynı zamanda da Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarıdırlar.

 

SETA’nın yayınladığı Temmuz 2014 tarihli bültene göre; “IKBY Başkanı Mesud Barzani, 1 Temmuz 2014’te BBC’ye verdiği bir röportajında, ilk kez dünya kamuoyuna Kürdistan bölgesi için bağımsızlık düşüncesinde olduklarını ve bunu artık gizlemelerine gerek olmadığını açıkça ifade etmişti. Bu açıklamaya en sert tepki ise, İran’dan gelmişti. İran, bağımsız Kürdistan’ın kurulmasının bölgede yeni bir kanser uru olacağını belirterek buna karşı çıkmıştı. İsrail başbakanı ise Kürtlerin siyasal bağımsızlığı hak ettiklerini, bundan dolayı bağımsızlık özlemlerinin desteklenmesi gerektiğini belirterek arka çıkmıştı. Türkiye ise (aynen bugün olduğu gibi) bu konuda büyük ölçüde sessiz kalarak nötr bir tutum takınmıştı.                            

 

Bu konuda sadece dönemin AK -Parti eski Genel Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin Çelik konuşmuş ve Financial Times gazetesine verdiği röportajda ‘Irak bölünürse Kürtlerin de kendi geleceklerine karar verme hakkı vardır’ demişti. Bağımsızlık Kürt Milletinin ‘de en tabi hakkıdır. Kürtlerin bu meşru hakkına ve Kürdistan bayrağına karşı çıkanlar, Kürt düşmanıdır. Türkiye Irak Kürtlerinin bağımsızlığını kabullenmelidir. Kürdistan halkı, kendi kaderini tayin hakkını başkalarının bir hediye olarak kendilerine sunmasını bekliyorsa, bağımsızlığı hiçbir zaman için elde edemeyecektir. Halbuki bu hak mevcuttur ve Kürdistan halkı kendi kaderini tayin hakkını  talep ederek  Birleşmiş Milletler Cemiyetini harekete geçirmelidir. Bilhassa de Irak devletinin etnik temizlik amacıyla güttüğü politikaları, sivil halka karşı aşırı güç kullanımı, Kürt halkını yıldırma ve siyasal karar alma mekanizmalarından uzaklaştırma uygulamaları dikkate alınmalıdır. Uluslararası hukuk tarafından garanti edilen siyasi statüyü belirleme veya doğal kaynakları kullanma hakkı bir halk yok edilecekse hiçbir anlam taşımayacağı açıktır. Kürt halkının varlığının korunması öncelikle bireylerin yaşamları, sırf belirli bir aidiyetleri yüzünden tehlikeye düşmemesi ve bu gerekçeyle ortadan kaldırılmamasını gerektirir. Keza dilini ve kültürünü koruyabilmesini de gerektirmektedir. Irak’ın içsel Kendi Geleceğini Belirleme Hakkına saygı yükümlülüğünü yerine getirmediği nispette egemenlik ve ülkesel bütünlük prensibine istinat etmesi zora girmektedir. Yaşanan olaylar bütüncül olarak değerlendirildiğinde Kürt halkından devlete sadakat  yükümlülüklerini yerine getirmelerini ve Irak‘ın bütünlüğünü tehlikeye atmamalarını istemek güç olsa gerek.

 

Tüm Ortadoğu Uzmanları, Irak’ta yaşanan son olayların ülkenin etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünmesine yol açabileceği görüşünde birleşiyorlar. Bağımsız Kürdistan devleti gözümüzün önünde oluşuyor. Tabii ki bu süreç hızla ilerlemez, yıllarca sürebilir.

 

İsrail’in Irak Kürdistanı’ndaki gelişmeler ile ilgili tutumu ise zaten önceden belliydi. Türkiye ile stratejik ilişkilerin kesilmesi, Arap komşuları tarafından resmen tecrit edilmesi ve İran’ın ona karşı tavır alması İsrail’i yeni bölgesel ortaklarla ilişkiler kurmaya mecbur bırakıyor.

 

Diğer taraftan Kürtler açısından bilinmesi gereken gerçek şudur: Gönlünden geçenleri anlatmak için Mem u Zîn adlı mesneviyi kaleme alan Xanî, Kürt edebiyatının en büyük şairi olmakla beraber gerek çağdaşı olan ve gerekse daha sonra yetişen Kürt şairlerden farklı olarak makam ve mevki peşine düşmemiş, Kürt toplumunun içinde bulunduğu siyasal ve sosyal sorunlara kafa yorarak bu sorunlara çözüm yolları aramıştır. Kürt mirliklerinin sahip olduğu siyasi ayrıcalığın iki ülkenin politikaları yüzünden aşınmasına ve bu aşınmaya bağlı olarak bölgede yaşanan savaşlara, isyanlara, sefalete ve kıyımlara şahit olan Xanî, bu sorunları aşmanın tek çaresini Kürtlerin ulusal bir devlet kurmasında bulmuştur. Bu amaçla Kürtlerin devletleşmeleri önündeki engelleri sayarak bir nevi kendi aralarındaki bu sorunları hallederek bir devlet kurmalarını istemiştir. Xanî, Kürtlerin ulusal bir devlet kurmaları halinde diğer milletlerle aynı seviyeye geleceklerini, insan gibi yaşama koşullarına sahip olacağını söyleyerek ulusal bir devletin kurulması için Kürtleri teşvik etmiştir. Ne var ki Kürdistan’ın dört tarafı içten ve dıştan hainlerle çevrilidir. Kürdistan lakin ve lakin metre kare başına en fazla ajan ile hain barındıran bir coğrafyadadır. Dolayısıyla Paranoyak ve deli olmak için haklı nedenlerimiz var. Örneğin Pavel Kürt milletine ihanet etmiştir. İhanetin telafisi, kahpeliğin bahanesi olmaz. Tarihte Kürt hareketlerinin ortak hatası kendi öz güçlerine güvensizlik, Emperyalist veya Sosyalist ülkelere bel bağlama olmuştur. Bu durum Kürtlerin bağımsız devlet olmalarını hep engellemiştir. 25.9.2017 tarihli Referandumun sonuçları Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının tapusudur. Değerli Başkan Mesut Barzani ‘de büyük bir devrimcidir. Talabani’nin çocukları ise işbirlikçidir. Bu bağlamda bilinmelidir ki Kerkük’te yaşanan dört sömürgeci devletin ordu, polis ve özel kuvvetlerinin ortaklığına dayanan ve terörist çetelerin, Kürd karşıtı dünya sistemi ile Kürdistan’da ki iç ihanetin  katkıları sayesinde Kürdistan’da olgunlaşan bağımsız devlet fikrinin yok edilme çabasıdır. Kerkük hadisesi Kürd sağının veya Kürt vatanperverlerinin yenilgisi değildir.

 

Konun  görünümü Balcının anlatımına göre şu. İç düşmanlığı körüklemek bazı Kürtlerin var olma sebebi! 25 Eylül Referandumu Güney’den çok Kuzey’de bazı Kürtler tarafından hatırlanıyor. Bekara karı boşamak kolay gibi bir şey. Kürdün kendi kaderini tayin hakkı tabii ki kutsaldır. Bu kutsal hakkı ayaklar altına alan bir o kadar da düşman var. Böylesi bir girişime karşı çıkmak referandum öncesi linç edilmek için sorun yoktu. Dört sömürgeci devlet tarafından çevrili ve hepsi ile çatışma içinde olan Kürdistan’da bağımsızlık referandumu festivallerle, tiyatrolarla veya konserlerle yapmak kolay idi, ama sonuçları ne olur konusunda ve saldırı durumunda ne yaparız konusunda ortada hiçbir hazırlık yoktu. Kürtler sanki savaşmış masada müzakere etmiş ve müzakere sonucu bağımsızlık referandumunu uluslararası gözetiminde yapıyorlarmış gibi davrandılar.

 

Dış dünyada, herkes karşı ne askeri hazırlık ne diplomatik hazırlık ne de ekonomik hazırlık vardı. En önemlisi referandum sonrası üzerinde anlaşılmış bir plan yoktu. Zoraki veya notları bile olmayan toplantılar ve sözde birliktelik vardı, ama toplantılar sonrası birbirinin niyetini derinden sorgulayanlarda yine Kürtlerin kendileri idi. Bu idi birliği ruh hali!

 

Tek taraflı bir bağımsızlık referandumu nasıl yapılır? Yapıldığında ve bunun sonuçlarını hesaplamayan ve ona göre hazırlık içinde olmayan güçler. Burnunun ötesini görmeyen stratejiler. Geri adım atmak mı önemliydi yoksa %50 toprağın kontrolü mü önemli idi veya YNK’ye siyasi üstünlük plan mı önemli idi?

 

En yakın “dost Türkiye” bu sürecin bir numaralı karşıtı oldu ve gelişmeyi boğdu.

 

Referandum sonrası, ambargo ve saldırı hazırlıklarına karşı be gibi hazırlık yapıldı? hiç! Nasıl oldu da 24 saat direnmedi Kürtler ve kontrollerindeki toprakların %50sini kaybettiler?

Yalnız Kerkük’ten çekilinmedi! Şengal, Mahmur, Kerkük sırayla gitti kutsal topraklar. Mademki bir hafta bile direnme planın yoksa kime güvendiniz veya direnmeyene kim destek verecekti? Gelin benim yerime direnin diye bir şey olmaz. YNK güçlerini çekti, ama KDP’nin güçleri Kerkük’e 20 dakikalık alanda idiler. Kerkük Erbil 70 kilometre bile değil, iki saate 10.000 güç kaydırmak mümkün değil miydi? Niye güçlerini direnmeden çekti KDP? YNK çıktıktan sonra Kürtler şehri boşalttıktan sonra neden KDP 100.000 donanmış ve eğitilmiş gücü niye direnmedi? Yoktu, böylesi bir plan.

 

Referandum sonrası neden milyonlar sokaklarda Türkiye ve İran’ın ambargolarına karşı eylemde değildilerdi ? Bu bile yapılmadı!

 

Neden YNK ile böylesi çok ciddi bir konuda hazırlık yapılmadı veya bu konuda tam anlaşmadan neden böylesi kayıplara neden olabilecek bir girişime girildi? Ben şahsen YNK’nin büyük bir kısmının bu referanduma karşı olduğunu biliyordum. KDP niye bilmiyordu? Veya bilmiyor du?

 

Bunun siyasi sonuçları, KDP başta olmak herkes için çok ağır oldu. Şimdi bu sonuçların etkileri yoğun hissediliyor.

 

Olumlu hiç bir yönü yokumuydu? Ebetteki vardı! Kürtlerin %92'sinin bağımsız olma istemlerini ifade etmeleri önemli ve büyük bir katkı idi. Ama bu kart 24 saatte içerisinde tümden tersine döndü. Bu desteği kullanmak için hiçbir hazırlık yapılmamıştı.

 

Kuzeyli bazı Kürtlerin körlüğünü anlamak zor. Güneyli Kürtler her şeylerini kaybetmemiş olduklarına dua ederken, Kuzeyli bazı Kürtler KDP ve YNK düşmanlığını körüklüyorlar.

 

 

Rûsipîlere fırsat verilmedi.

 

1960'lardan başlayarak tarafsız bir "RUSİPÎ" ler bîrimi kurulmuş olsa ve tarafsız davranmaları sağlansaydı belki de şimdi genç ve dinamik aydınların katkısıyla yol gösterici bir duruma gelinmiş olunurdu. Kürtçe bir tenbih var: Dostlardostlara hep şu tawsiyede bulunurlar:"-lawo lawo! bixweneleyz e." Ustad em pir bi xweleyîztin e. Em pir bi xwe dileyîzin.... Kürtler bütün dünya ya sadece şunu deseler kafidir:  "- Em Kurdin, Miletêkê qedînin, li ser axa xwe ya otentîk dixwazin serbixwe bijîn"... Kurdan serê ben hinda kirin e. Riya xwe winda kirin e. Rêberek weka Mesud Barzanî nabînin, hesudîyê jê dikin. Her Kurdek her partiyek dixwezin ku ew sereke bin.Wiha nabî Ustad,Waha nabû ezîzê min. Trên bilokomatifê dimeşê. Bar granbe 2 lokomatif, belki 3 lokomatif vagonan lipeyî xwe kaş dik e. Lê her Lokomafifek li pêş e. Kurd,Kurdek di ser xwe da napejirînê. Bunun kısacası; Kürtler köklerinden kopuk, derinliksiz, özünü geliştirip önemsemeyen bir kulvar da yüzyıllardır savrulmaktadırlar. Kürt siyasi ve toplumsal hareketlerine yön vermeye çalışan bazı ana aktörler bu anlamda yaşadıkları coğrafyalarda toplumun genel kanısında değer ve anlam bulan ideoloji ve değerleri, diğer bir değişle toplumda tutunup yer edinenleri değil de, tutunamayan macera peşinde koşan, toplumunun değerlerinden uzak halkın kültürü, inancı, değerleri ve etnisite’sinden bihaber ideolojilere bağlandıkları için hatalarını çoğaltıp çoğaltıp akılları sonradan başlarına gelmektedir. Yorgun ve yenilmiş insanlığı artlarında sürükleyerek.

 

Türkiye Kerkük'teki Musul’daki Türkmenleri silahla kurtaracağız diye işgale kalkarsa yanlış yapar. O zaman tüm dünya ülkeleri başta ABD, AB, Suriye, Irak, Iran, Rusya bu gelişmeye  karşı çıkarlar. Kerkük ve Musul Türkiye toprağımı diye sorarlar? Kürtleri ‘de yanınıza alamazsınız.

 

Kim ne derse desin ABD’leri Ortadoğu’daki kendi ulusal çıkarlarından vazgeçmez. Bilakis bu çıkarları nedeniyle Kürt gençlerinin ölüme gönderilmesine hem sebep olmuştur ve hem de göz yummuştur. Şöyle ki Kürt gençlerini NATO'nun en güçlü ordusunun önüne emperyalistlerin yani AB ve ABDnin direktifleri sonucu yem olarak atanlar  Efrin'de beş bin Kürdün ölümüne ve on binlerce Kürdün evsiz kalmasına sebep oldular. Hiç bir Kürt aydını bu realiteyi artık inkar edemez.

 

İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Türkiye ve Ortadoğu’da ki kaosun nedeni eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmasıdır. Mutluinsanlar; her şeyin en iyisine sahip olanlar değildir.

 

NATO üyesi Türkiye’nin kendi sınırındaki sınır güvenliği gerekçesini ileri sürerek, NATO, AB, ABD ve Rusya’nın onayıyla, Fırat Kalkanı Operasyonunun ardından 20 Ocak 2018 tarihin de Zeytin dalı Operasyonu ile Suriye topraklarında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yapılanmasıyla birlikte askeri bir harekata başlattı. Bana göre Türkiye’yi sosyal emperyalistler ve emperyalistler büyük bir tuzağın içine çektiler. Televizyon ve Radyolarda ellerinde sopalar ile konuşanların büyük bir kısmı halkı yanlış bilgilendiriyor ve yanlış yönlendiriyor. Türkiye acık açık Suriye'de aslında ABD ile çatışıyor. Bu savaş çok uzun sürebilir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti İkna edilmeli, bu savaş acilen durdurulmalı. Bu doğru tespitime çağımız Türkiye’sinde siyaset siyasi bir çözüm bulmalıdır.

 

Artık Türkiye’de geçici bir barışın değil, kalıcı bir barışın ve halklarımız arasında barış kültürünün yerleşmesi lazım. Bu bağlamda tekrar bilinmelidir ki Türkiye Kürtlerle mücadele ederek değil, Kürtlerle birlik ve beraberlik sağlayarak refaha ve selamete kavuşabilir. Anadolu’yu Şubat 1925 bir alev aldı hala yanıyor. Türkiye kendi içinde kanayan Kürt soruna kalıcı çözüm bulamıyor. Sorunun çözümü için oyunun kurallarını silahlar belirliyor. Öfke öfkeyi, ateş, ateşi, silah silahı çekiyor. Ne var ki şiddet bu yol ve yöntemle bastırılamıyor.

 

Türkiye sadece Türklere ait değildir, Kürtler de en az Türkler kadar bu ülkenin sahibidirler. PKK'nin, şiddet merkezli anlayışlarının tekelini kıran ve kırabilecek tek araç ülkemizde siyasettir. Eğer ülkemizde Kürt sorunu olmasaydı PKK denen örgüt de olmayacaktı.

 

Ülkemizde Kürt halkından belli oranda destek alan HDP'e kuru sıkı yüklenmemek gerekiyor. Eyalet veya Federasyon sorunun kalıcı çözümü için bir metodudur. Bu çözüm Kürt halkını Türkiye'nin asli unsuru olarak kabul etmek demektir. Kürtçenin anadil olmasını beraberinde getirir. Şubat 1925 den günümüze kadar Türkiye'de toplumsal barış açısından ciddi olan sorunumuz var. Adına ister Kürt sorunu, ister terör sorunu deyin, bu sorun toplumsal uzlaşmayla çözülür. Eğer ülkemizde kan ve gözyaşının durmasını istiyorsak hamaset yerine fikir üretmeliyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, başbakan olarak 1992'de söylediği "Kürt realitesini tanıyoruz" sözü ile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "Kürt sorunu vardır" sözü aynı anlamda mıdır? Değilse aradaki fark nedir? Demirel, "Kürt realitesini tanıyoruz" derken neyi kastettiğini açıklarken şöyle dedi: "Ben 'Kürt realitesi' derken, Kürt diye bir insan vardır, bunu kabul ediyoruz dedim. Ne demek bu? Yani Kürt vardır ama Türk vatandaşıdır, demek. Türk olmak için illa Türk ırkından gelmek gerekmez. Türk ırkına mensup olarak da Türk vardır ama Türk sözü ırki anlamının üzerinde anlam taşır. Bir milletin adıdır. Bu millet tanımı ise ırka dayanmaz. Türk milleti, kavramı budur. Türk milletinin içinde başka ırktan gelenler de olabilir. Irki olarak Türk olması diye bir koşul yoktur. Siz ırki olarak Kürt'üm diyebilirsiniz ama bu millete mensupsunuz, bu devletin vatandaşısınız. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iseniz Türk milletine mensupsunuz, o anlamda Türk'sünüz. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da böyle diyor. Türklüğü böyle tarif ediyor. 66. maddesinde Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk'tür der. Bu da Türklüğün bir üst kimlik olarak görüldüğünü gösterir. Irki olarak kendinizi Türk, Kürt veya başka bir soydan sayabilirsiniz ama üst kimlik olarak Türk'sünüz, millet olarak Türk'sünüz. İşte fark buradadır. Ama Kürt realitesi yerine 'Kürt sorunu' dediğiniz zaman başka yerlere gidersiniz. Millet sorunu, siyasi bir sorun kabul etmiş olursunuz. Bu bakımdan benim söylediğim şeyle Erdoğan'ın söylediği aynı şey değildir." "Millet başka, ırk başka" Demirel, "Kürt realitesini tanıyoruz" sözünün önemini ise şöyle açıkladı:"1990 öncesinde benim izah ettiğim gibi ırk farklılığı da tanıyorduk. Herkesi ırki olarak da Türk sayıyorduk. 1990 öncesinde Türkiye'deki resmi kabul buydu. Ben bunu değiştirmiş oldum. Başbakan olarak Kürt realitesini tanıyoruz dedim. Yani, Türk milleti içinde başka ırktan gelenler de vardır, bunu tanımak, kabul etmek gerekir demiş oldum. Sözün önemi buradan gelir. Ama bunu bir millet sorunu olarak görmedim. Türk milletinin içinde farklı ırktan gelenler bulunduğunu söyledim." "90 öncesinde tanımıyorduk" 

 

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}