İnsanlığın geleceği küçük kasabalarda saklı
Bireysellik ve çeşitlilik peşinde koşan bir 'göçebe' hayatını hepimiz biliriz. Kendi yaşam tarzlarını takip eden 'dijital göçebe' trendi ile Erzurum, Vancouver, Portland ve Austin gibi orta büyüklükteki şehirlerin rekabet gücüne odaklanmaya devam etmeleri zor. Korona 'Büyük Şehirleri hızlandırarak Metropollerde yoğunlaşmayı kaçınılmaz gören 'büyükşehir efsanesini' aşmanın kaçınılmaz olduğunu gösterdi.
Bölgesel kalkınmayı düşünen insanların aşması gereken entelektüel engel, bir metropol efsanesidir. Bir noktadan sonra, Türkiye toplumu kaçınılmaz olarak büyük şehirlerin, özellikle de metropollerin yoğunlaşmasını kabul ediyor. Bölgeye akıtılan devasa bütçenin amacının, bölgenin sağlığına kavuşturulmasından çok, bölgenin ömrünü uzatmak olduğu doğru bir değerlendirme olacaktır. Mevcut durum, küçük kasabaların entelektüel olarak terk edilmesi gibidir.
Büyük şehir efsanesinin kökeni neresidir?
Pek çok faktör var. İlle velakin bence Amerikan şehir ekonomisinin etkisi de çok büyük. Edward Glaser'ın 'Şehrin Zaferi', popüler bir şehir ekonomisi kitabı bunun okunan temsili bir örneğidir. Görünüşte 'şehrin zaferi' iddiasında bulunsa da, gerçekte 'metropolün Zaferi’ni yaymaktadır.
Şehirler insani gelişmeye öncülük eder, ancak. Glaser'in, şehirlerin insani gelişmeyi yönlendirdiği şeklindeki temel iddiasına kimse itiraz edemez. 5.000 yıl önce Mezopotamya'da medeniyet başladığından beri, şehirler yetenek ve yenilik birikimi yoluyla kültür, bilim ve ekonominin gelişmesine öncülük ettiler. Ancak bu ölçeğin yetenekleri çekerek yenilik yapmak için ne kadar yeterli olduğunu tartışmak lazım. Şehirler bir yerde de dünyanın bazı coğrafyalarında yalnız bir milyon veya daha fazla nüfusu olan büyük şehirler için minimum standart olarak ima edilmektedir. Ancak Glaser'in başarı öyküsü olarak sunduğu antik Atina, ortaçağda Floransa ve Venedik, modern Birmingham ve Boston, modern New York, Paris, Londra, Tokyo, Vancouver, Minneapolis , İstanbul ve Singapur gibi şehirler çeşitli büyüklükte şehirlerdir. Modern bir şehir içinde bile, büyüklük açısından büyük bir fark vardır. 630.000 nüfuslu Vancouver, 14 milyon nüfuslu Tokyo gibi başarılı olabiliyorsa, neden daha küçük bir şehir olmasın? Buna karşılık, 3,3 milyonluk nüfusuyla Busan neden yetenekleri cezbetmekte zorlanıyor?
Glazer ayrıca küçük ve orta ölçekli şehirlerin rekabet gücünü de göz ardı ediyor. Almanya, Japonya ve İsviçre gibi birçok ülkede küçük ve orta ölçekli şehirler büyük şehirlerle rekabette geride değiller. Amerika Birleşik Devletleri'nde Portland, Austin ve Boulder gibi orta büyüklükteki şehirler yaratıcı şehirler olarak hala yaşıyor. Mevcut metropoller ilk başta hemen bir metropol olarak kurulmaya başlamadılar. Onun New York, Tokyo, San Francisco, Seattle, Minneapolis gibi muzaffer şehirler olarak tanıttığı şehirler de bir dönem küçük kasabalardılar.
'Büyük Şehir Zafer Teorisi'nin kör noktaları var.
Glaser'in metropolün zaferleri argümanı gelecekte de geçerli olabilir mi? Sorusuna tarafımdan cevap vermek gerekirse. Büyük şehir zafer teorisine katılmamamın dört nedeni var. Birincisi, yaşam tarzı çeşitliliğidir. Glazer'in şehrin rekabet gücünü şehrin büyüklüğü, yoğunluğu, altyapısı gibi maddi faktörlerde bulan kitabında, yaşam kalitesi ve yaşam tarzı arayışı içinde küçük kasabalara taşınan insanların hikayesi yok. Maddi bir bakış açısından, bir metropolün zaferi kaçınılmaz görünebilir. Ancak çeşitlilik açısından bakıldığında, bir şehrin rekabet gücü, ölçeği değil, yaşam tarzının özgünlüğüdür. Bireysellik, çeşitlilik, yaşam kalitesi ve sosyal etik gibi postmateryalizme değer veren insanların, merkezi kültürün egemen olduğu büyük bir şehirden ziyade, küçük bir şehirde kendilerine uygun bir yaşam tarzı bulmaları daha olasıdır.
İkincisi, metropol konsantrasyonunun sürdürülebilirliği. Glaser'in metropol ekonomisi vizyonunun sürdürülebilir olması için, Glaser'in istediği gibi birçok küçük kasaba büyük şehirlere göç etmek zorunda kalacak. Ama gerçek dünya farklı. Abhijit Banerjee ve Esther Duflo'nun 'Zor Zamanlar İçin İyi Ekonomi' çalışmalarında defalarca vurguladıkları gibi, gerçek dünyadaki işçiler ekonomik fırsatlar aramak için büyük şehirlere göç etmezler. Çeşitli nedenlerle uzun süredir yaşadığı memleketinden ayrılmak istemezler. Hareket etmeyi reddeden bölgelerdeki işçiler sessizce ortadan kaybolmazlar. Trump'ın korumacılığını destekleyen orta sınıf Amerikan işçileri gibi büyük şehirleri tehdit eden eylemlerle buna direnilebilir.
Zaten ortaya çıkan 'dijital göçebe' bir durumda mevcut.
Üçüncüsü, teknolojinin gelişmesidir. Modern teknolojik gelişmenin yönü, bireysel kurtuluş ve ademi merkeziyetçiliktir. PC'de başlayan kişisel özgürleşme teknolojisi blok zinciri ile tamamlandığında, bireylerin merkezi bir organizasyon olmadan rekabet ettiği ve başarılı olduğu bir serbest ekonomi gelecektir. 1960'lardan bu yana yaşam tarzı yenilikçilerinin hayalini kurduğu dünya, yani doğanın ve insanın bir arada yaşadığı, herkesin bağımsız ve insani işler yapabileceği sürdürülebilir bir ekonomik yapı, teknolojik olarak mümkün hale geldi. Merkez teşkilatından kurtulan bireyler, tek bir yere yerleşmek yerine çeşitli deneyimler için hareket ettikleri bir göçebe yaşam tarzını tercih edeceklerdir. MZ nesli zaten bir markaya sadakatsiz ve zaman zaman marka değiştirme eğiliminde.
Dördüncüsü, korona sonrası dönem, büyük şehirlerin bir olgusudur. Uzaktan çalışma genişledikçe, gelişmiş ülkelerdeki büyük şehirlerdeki birçok işçi, büyük şehirlerin merkezinden banliyölere veya küçük kasabalara taşınıyorlar. Türkiye'de de hayatın yarıçapı daraldıkça, mahalle merkezli yaşam doğal olarak günlük bir rutin haline geldi. Çevrimiçi sistemler telekomünikasyondan sağlık hizmetlerine, okullara ve alışverişe kadar genişledikçe, metropollerin ve metropol merkezlerinin faydaları zayıflayacaktır.
Şehirlerin geleceğini teknoloji ve yaşam tarzı belirleyecek. Pek çok insan büyük şehrin zaferini tahmin ediyor, ama ben küçük şehrin zaferini daha çok tahmin ediyorum. Çünkü kişisel özgürleşme ve gevşek dayanışma olarak özetlenebilecek mega trend, küçük kasabaları tercih ediyor.
20 Ekim 2022, Lüksemburg