Deniz
Taşımacılığındaki Husi Tehditleri ve İran: Çatışma ve Çifte Standartlara Karşı Çözüm Yolları
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
Şii Hilali projesi, İran'ın bölgedeki Şii toplulukları destekleyerek ve etkileyerek bölgesel bir Şii eksen oluşturma çabasını temsil ediyor. İran, askeri müdahaleler, maddi destek,
siyasi etkileme ve mezhepsel bağlantılar kurma gibi çeşitli yöntemlerle bu hedefe ulaşmaya çalışıyor. Özellikle Irak'taki Şii nüfusu üzerinde etkili bir rol oynayarak ve Suriye'deki iç savaş
sırasında Beşşar Esad rejimini destekleyerek, Şii nüfusunu etkilemeye yönelik çabalarını artırmıştır.
Ayrıca, Lübnan'daki Hizbullah gibi milis grupları da İran'ın bölgesel etkisini artırmak için kullanmaktadır. Ancak, Şii Hilali projesinin uygulanması, bölgedeki diğer aktörlerle
çatışmalara ve bölgesel güç mücadelelerine neden olmuştur. Değerlendirmeler genellikle bölgesel gerilimleri artırabileceğini ve mezhepsel gerginliklere yol açabileceğini belirtiyor. Bu etkiler,
İran'ın bölgesel politikalarının eleştiri ve endişeye neden olmasına yol açmaktadır. Ancak, bu terimin bazen aşırı genelleme veya basitleştirme riski taşıdığına dair farklı görüşler
bulunmaktadır.
Yeni yılda, Gazze'deki çatışmanın genişlemesi tehlikesi arttı. İran bağlantılı milislerin tehditleri, bölgede, Bağdat'tan Beyrut'a ve Kızıldeniz'e kadar yoğunlaştı. İsrail ile Hamas
arasındaki savaşın ardından geçen üç ayda, milisler ve İsrail tarafından gerilim arttı. Biden yönetimi genellikle milis provokasyonlarına karşı sınırlı bir yanıt gösterdi. Ancak bölgesel gerilimlerde
şiddetli bir artış yaşandı. Irak ve Lübnan'daki İran destekli milisler temkinli davranırken, Husi milisleri Yemen'de agresif bir tutum sergiledi. ABD'nin ölçülü yaklaşımı, savaşın bir süreliğine
kontrol altında tutulmasına katkı sağlamış olabilir, ancak Irak, Lübnan ve Kızıldeniz bölgelerinde hala gerilim devam ediyor.
İran'ın parçalanması veya bölünmesi, karmaşık siyasi, etnik, dini ve tarihsel faktörlere dayanmaktadır. Bu durumu öngörmek zor olup, çeşitli senaryolar mümkündür. Ayrıca, böyle bir
durumun gerçekleşmesi, iç ve dış faktörlerin karmaşık etkileşimini içermektedir. İran, etnik ve dini açıdan zengin bir nüfusa sahiptir, Farslar, Azeriler, Kürtler, Araplar, Balochlar gibi birçok
etnik grup büyük bir çeşitlilik sunmaktadır. İran'daki etnik gruplar arasındaki ilişkiler, ülkedeki siyasi dinamiklere ve hükümet politikalarına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Ancak, İran'ın
parçalanması durumunda kaç ayrı bölgeye bölüneceği konusunda kesin bir sayı vermek mümkün değildir.
Etnik, dini ve kültürel faktörlerin etkileşimi, İran'ın bölgesel bölünme senaryolarını belirleyecektir. Bu senaryolar, içsel ayrışma, dış müdahale, yerel liderlik ve halkın talepleri
gibi bir dizi faktöre bağlı olacaktır. Bu tür bir durum genellikle istikrarsızlık, güvenlik sorunları ve bölgesel çatışmalara neden olabilir. Uluslararası toplum genellikle barışçıl çözümleri
destekler ve böyle bir durumu önlemek için diplomasi, müzakere ve diyalog yöntemlerini teşvik eder.
İran'ın güvenlik politikaları, geniş kapsamlı stratejiler içeren karmaşık bir dizi faktörden etkilenir. İran, bölgesel ve uluslararası düzeyde güvenliği sağlama ve ulusal çıkarlarını
koruma amacıyla çeşitli politikalar izler. İran'ın bölgesel güç olarak kabul edilmesi, çeşitli stratejiler izleyerek bölgesel etkisini artırmayı içerir. Bu, İran destekli milis gruplarını
destekleyerek, müttefiklerle işbirliği yaparak ve bölgesel konularda etkileme çabalarını içerir.
Nükleer programı, İran'ın ulusal güvenlik politikalarının önemli bir parçasını oluşturur. İran, sivil nükleer enerji üretme hakkını savunurken, uluslararası toplum tarafından nükleer
silah geliştirmekle suçlanmış ve bu konuda uluslararası yaptırımlarla karşılaşmıştır. İran, bölgedeki çeşitli ülkelerdeki milis grupları ve vekiller aracılığıyla etkileme çabalarını artırmıştır.
Hizbullah Lübnan'da, Şii milisler Irak'ta ve Husi isyancılar Yemen'de İran'ın etki alanındaki gruplardan sadece birkaçıdır.
İran'ın ABD ve Batılı güçlerle ilişkileri genellikle gerilimlidir, özellikle 1979 İslam Devrimi sonrasında. İran, Orta Doğu'daki çeşitli krizlere müdahale eden bir dizi güvenlik
inisiyatifi yürütmektedir, örneğin Suriye İç Savaşı'nda Beşşar Esad rejimine destek ve Irak'taki güvenlik meselelerine müdahale gibi. İran'ın güvenlik politikaları, Şii İslamcılığı ideolojisi
etrafında şekillenir, bölgedeki Şii Müslümanları destekleyerek ve kendi İslam devrimci modelini yayarak bölgesel liderlik iddiasında bulunur. İran'ın güvenlik politikaları, bölgesel ve küresel
dinamiklerle sürekli olarak şekillenir, çeşitli aktörler ve çıkarlar etrafında gelişen karmaşık bir sistemdir.
Husilerin deniz taşımacılığına yönelik saldırıları, 9 Ocak Salı günü gerçekleşen olayın ardından ortaya çıkan karmaşık durumu anlamak için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Husiler,
Kızıldeniz'in güneyinde uluslararası nakliye rotalarına karşı oldukça sofistike bir saldırı düzenleyerek, İran yapımı veya tasarımı olduğuna inanılan füzelerle insansız hava araçları, güdümlü füzeler
ve balistik gemi savar füzeleri kullanmışlardır.
ABD ve İngiliz kuvvetleri, CENTCOM'un açıklamasına göre, bu saldırıya karşı başarılı bir şekilde 18 insansız hava aracı, iki güdümlü füze ve bir balistik gemi savar füzesini etkisiz
hale getirmişlerdir. Ancak uluslararası toplumun tepkisi, Güvenlik Konseyi'nin Husilere yönelik ticari gemilere yönelik saldırıları kınaması ve durdurma çağrısında bulunması şeklinde olmuştur. Ancak
bu kararın alınmasındaki hız, özellikle İsrail-Gazze çatışması bağlamında Güvenlik Konseyi'nin çifte standartlarına işaret etmektedir.
Husilerin sivil ticari gemilere yönelik saldırıları, uluslararası hukuk ilkelerinin açık bir ihlali olmasına rağmen, Güvenlik Konseyi'nin bu konudaki karar alma hızının eleştirilmesi
kaçınılmazdır. İsrail'in Gazze'deki savaşında Güvenlik Konseyi'nin çifte standart uygulaması, uluslararası kuruluşların güvenilirliğini ve hukuka olan güveni zayıflatabilir.
Husilerin, İsrail'e karşı yürüttüğü füze ve insansız hava aracı saldırılarıyla kazandığı meşruiyet, siyasi açıdan Husilerin lehine işlemekte ve uluslararası toplumun tepkilerine
meydan okumaktadır. Bu durum, Husilerin her saldırıyla popülerlik kazandığı bir döngü oluşturabilir.
Uluslararası çabaların devam ettiği bir ortamda, uzun vadeli bir perspektife odaklanmak önemlidir. Bu çerçevede, Yemen'deki krize siyasi bir çözüm bulma çabalarına destek vermek ve
Kızıldeniz'deki bölgesel güvenliği artırmak gereklidir. BM, Suudi Arabistan ve Umman gibi aktörlerin Yemen'deki arabuluculuk çabalarını güçlendirmeli ve kalıcı bir ateşkes için çaba
harcamalıdır.
Ayrıca, Güvenlik Konseyi'nin 2216 sayılı kararındaki silah ambargosunun etkin bir şekilde uygulanması önemlidir. Uluslararası askeri gücün Yemen kıyıları açıklarındaki varlığı,
füzelerin taşınmasını önleyebilir ve ateşkese yönelik ihlalleri izleyebilir. Deniz mayınlarından arındırma çalışmaları ve Yemen Sahil Güvenlik güçlerinin kapasitesinin artırılması da bölgesel
güvenliği sağlamak adına önemli adımlardır.
Sonuç olarak, Husilerin deniz taşımacılığına yönelik saldırılarına karşı etkili bir strateji, hem uluslararası işbirliğini artırmak hem de Yemen'deki siyasi çözüme odaklanmak üzerine
kurulmalıdır. Bu, deniz nakliyatına yönelik tehditleri kontrol altına alabilir ve bölgedeki istikrarı sağlamaya katkıda bulunabilir. Bu önlemlerin uygulanmaması, bugünkü krizin derinleşmesine katkıda
bulunmuş olabilir.
16 Ocak 2024, Davos