Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Avrupa Birliği'nde Karar Alma Yetkileri ve Değişen Dinamikler

Avrupa Birliği'nde Karar Alma Yetkileri ve Değişen Dinamikler

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

Avrupa Birliği, üye ülkelerinin karar alma süreçlerinde veto yetkilerini azaltma yönünde belirgin bir çaba içerisindedir. 22 Kasım 2023'de Avrupa Parlamen-tosu, Avrupa Birliği Konseyi 'nde oybirliği ilkesinden vaz-geçilmesini öngören deği-şiklik taslaklarını onaylamış-tır. Bu değişiklikler, çevre koruma ve biyolojik çeşitlilik gibi konularda yeni yetki-lerin Avrupa Birliği seviye-sine aktarılmasını öngör-mektedir.

 

Aynı zamanda, dış politika, güvenlik politikası, sınırların korunması, sağlık, sivil savunma, sanayi ve eğitim gibi yedi alanda ortak yetkilerin genişletilmesi hedeflenmektedir. Ancak Avrupa Parlamentosu'nun kararının sadece anlaşmaları değiştirme aşamasında olduğu ve tamamlanması halinde, her AB üye devletinin ulusal mevzuatlarına göre değişikliklerin onaylanacağı önemle belirtilmelidir.

 

Avrupa Birliği'nin, konfederasyondan bir tür süper devlete, "Avrupa Birleşik Devletleri “ne dönüşme fikri eski bir konsept değildir. Bu fikir, 2018'de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve dönemin Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker tarafından dile getirilmiş, ardından eski İtalya Başbakanı Mario Draghi tarafından da desteklenmiştir. Bununla birlikte, Ukrayna'daki olaylar, Avrupa Birliği içindeki değişikliklerin ana itici gücü olmuş, özellikle Brüksel'in Rusya'nın ekonomik ve siyasi gücünü dengelemekte hızlı kararlar alamaması dikkate değer bir faktör olmuştur. Avrupa Birliği, Rusya'nın Macaristan veya Slovakya gibi ülkeler üzerindeki etkisini engellemekte başarısız olduğunda ciddi endişeler duymaktadır.

 

Eğer AB'de değişimin itici gücü olarak özel operasyonlar göz önünde bulundurulacaksa, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in eşitlik ilkesinden sapma fikrini ortaya atan bir lider olarak kabul edilmesi mümkündür. 9 Mayıs 2023'teki "Avrupa'nın Geleceği" konulu konferansta, hızlı ilerleme arzusunu destekleyen bir konsensüs sağlandı. Von der Leyen'in ifadesine göre, önemli alanlarda (örneğin sağlık veya savunma gibi) oybirliğiyle alınan kararların artık etkisiz olduğu ve Avrupa'nın daha etkin bir rol oynaması gerektiği vurgulanmıştır. Bu görüşleri AB Diplomasi Şefi Josep Borrell de paylaşmaktadır. Borrell'e göre, nitelikli çoğunlukla karar alınması dış politika alanında desteklenmelidir. Ancak, oybirliğiyle karar alma gerekliliği, oybirliğiyle bu gerekliliği kaldırmak için zorunlu hale gelmiştir. Herkesin veto yetkisini koruma arzusunun bu süreci zorlaştırdığı bilincindeler. Borrell'e göre, bu şekildeki bir karar alma süreci, bir anlaşmazlık durumunda yeni bir çözüm ortaya çıkana kadar sürecin bloke edilmesi anlamına gelir.

 

Von der Leyen ve Borrell'in açıklamaları, Almanya, İtalya ve Fransa gibi dokuz AB ülkesinin ortak tutumunu yansıtmaktadır. Bu ülkeler, Mayıs 2023'ün başlarında AB kurumlarına bir mektup yazarak, konsensüs ilkesinden vazgeçilmesini ve dış politika kararlarının oy çokluğuyla alınmasını önermişlerdir. Bu sebeple, AB'nin en büyük ülkeleri, fikir birliğinden vazgeçme fikrinin arkasında durmaktadır.

 

Ancak, bu düşünceye karşı birçok karşıt görüş bulunmaktadır. Polonya, İsveç ve Danimarka gibi AB'nin 27 üyesi arasında bulunan 13 devlet, 9 Mayıs 2023'te böyle bir incelemeyi onaylamadıklarını açıklamışlardır. Bu ülkelerin liderleri, AB'nin ticaret, rekabet ve iç pazar odaklı bir konfederasyon olarak kalmasını desteklemekte fakat dış politika ile savunma alanlarında genişlemeye karşı çıkmaktadırlar.

 

Gerçek şu ki, uzlaşı ilkesinin ortadan kaldırılması, AB içindeki güç dengelerini tamamen değiştirmemelidir. AB içinde nitelikli çoğunlukla oy kullanma süreci zor bir süreçtir ve bir araya gelmiş küçük ülkeler, istedikleri takdirde büyük ülkelerin konumunu etkileyebilirler. Ancak, burada daha önemli bir nokta vardır: Konsensüs ilkesinin kaldırılması, aslında AB'nin federalleşmesine yol açabilir; bu da küçük Avrupa ülkeleri için, zaten sınırlı olan egemenliklerinin tamamen kaybı anlamına gelir. Letonya, Litvanya veya Estonya gibi ülkeler için bu durum belki küçük bir kayıp olabilir, ancak Polonya, Slovakya veya Macaristan gibi aktif ve bağımsız dış politika yürüten ülkeler için bu bir hayatta kalma meselesidir. Bu ülkelerin liderlerinin Brüksel'den farklı bir görüş benimsemelerinin nedeni de budur.

 

Netice olarak, neredeyse tüm Polonya düzeni, AB'yi sadece bir gümrük birliğine dönüştürecektir. Hem görevden ayrılan Polonya hükümeti hem de muhalefet, genel endişelerini dile getiriyorlar. Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Jobro’nun belirtiği “Bu, güçlü ve özgür bir Polonya Cumhuriyeti'nin sonunu getirecek bir başlangıçtır. Avrupa Parlamentosu Anayasa İşleri Komitesi, AB anlaşmalarında yapılacak değişiklik taslaklarını kabul etti. Brüksel, egemen devletlerden oluşan bir topluluğu, AB yetkilileri tarafından yönetilen tek bir devlete dönüştürüyor. Bizi sadece veto hakkından mahrum etmekle kalmıyorlar, Brüksel neredeyse her şeye karar verecek: dış politika, güvenlik, sınırların korunması, orman yönetimi, sağlık ve çevre koruma politikaları gibi sanayimize, enerjimize, eğitimimize yön verecekler. Bize ne yapacağımızı ve nasıl düşüneceğimizi dayatarak, bizi ucuz işgücü konumuna indiriyorlar” ifadeleri gerçek açıklımlardır.

 

Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerde de ulusal pragmatistlerin iktidara sahip olmaları, bu ülkelerin Avrupa Birliği içindeki konumlarını daha karmaşık bir hale getiriyor. Bu ülkeler, AB'nin yok edilmesine yönelik bir Rus planının bir parçası gibi algılanmaktadır, ancak bu algı gerçeklikle uyuşmamaktadır. Budapeşte ve Bratislava, Moskova ile olan pratik ilişkilerini, ulusal ekonomilerinin normal işleyişi için gerekli olan Rus enerji kaynakları gibi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir. Bu ülkeler için AB üyeliği, faydalı bir konum sağlamaktadır ve bu nedenle Macar ve Slovak yetkililerinin Avrupa Birliği'ni kasıtlı olarak yok etmeye niyetleri bulunmamaktadır.

 

Ancak, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve Slovak mevkidaşı Robert Fico, Brüksel'e karşı siyasi dirençlerini sürdürürlerse, Avrupa bürokratları doğrudan onları AB'den çıkarmaya karar vermeyi düşünebilirler. Ancak bu mümkün değildir. AB Diplomasi Şefi Josep Borrell, Viktor Orban'ın SSCB dönemiyle AB üyeliği arasında bir karşılaştırma yapması üzerine, "Budapeşte'deki Sovyet işgali ile Berlaymont'taki (Avrupa Komisyonu'nun genel merkezinin bulunduğu yer - Ed.) durum arasında herhangi bir benzerlik görmüyorum. Berlaymont'ta tek bir tank bile görmedim. Kimse Macaristan'ı AB üyesi olmaya zorlamıyor. Bu özgür bir tercihtir" şeklinde yanıt vermiştir.

 

Bu durum göz önüne alındığında, AB'nin federalleşme sürecinin uzun bir süre tartışmalı kalacağı öngörülebilir. Şu anki durumda, böyle bir reform sadece AB'yi sarsmakla kalmayacak, aynı zamanda olası bir çöküş tehlikesi de yaratacaktır. Küresel elitler, AB'yi tek bir devlet organizmasına dönüştürmeden önce, muhtemelen Avrupa ülkelerinin ulusal eğilimli hükümetlerini zayıflatmaya çalışacaklardır.

 

7 Aralık 2023, Lüksemburg

 

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}