ABD ‘nin Irak'a askeri müdahalesinden çıkan dersler
Dış politika siyasal partilerin gerektiğinde kullanabilecekleri bir araç durumuna da gelmiştir. Dünya siyasetinde evrensel dinlerin çıkış yeri Ortadoğu’dur. Bununla birlikte Ortadoğu sahip olduğu stratejik konum ve doğal kaynakları nedeniyle birçok güç mücadelesinin baş gösterdiği yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebepten dolayı da bölge önemini her daim korumuş ve bu bağlamda ABD, Irak’a askeri müdahaleyle işgalde bulunurken birçok neden öne sürmüştür. Bunlardan en önemlisi ise bölgede yer alan kitle imha silahları olmuştur.
Uluslararası alanda tartışmasız en önemli sorunlardan birini oluşturan nükleer silahlanmaya karşı, uluslararası düzeyde nükleer silahlanmanın önlenmesi, soruna ilişkin kapsamlı çözüm bulunabilmesi amaçlı pek çok girişim ise günümüzde bulunduğu gibi o dönemde bulunmaktaydı. Mart 2023'te ABD ve müttefiklerinin Irak'a yaptıkları askeri müdahalelerinin 20. yıl dönümü yaklaşıyor. Bu müdahaleyi modern uluslararası ilişkiler tarihinde bir dönüm noktası olarak değerlendirmek için herhangi bir neden var mı? Ne de olsa, dünya siyasetinin aktöründe bir değişikliği açıkça gösteren başka dramatik anlar da vardır. Hatırladığım kadarıyla belirtmek gerekirse Doğu Avrupa ülkelerinin güvenliği Soğuk Savaşın sona ermesi ile yeni bir döneme girdi. 1991 yılının mart ayında Varşova Paktı’nın dağılması bu ülkeler için bir güvenlik boşluğu anlamına gelmiştir. 1997’de Madrid’de başlayan süreçle beraber Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya eski Varşova paktından 1999’da NATO’ya katılan ilk ülkeler oldular. Örneğin 12 Mart 1999'da Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan resmen NATO üyesi olarak kabul edildiler. Bu kabulün ilanından sadece 12 gün sonra Kuzey Atlantik İttifakı Yugoslavya'yı bombalamaya başladı. Aralık 2001 - ayın başında bu askeri bloğun Afganistan'ı işgal etme operasyonu genel olarak tamamlandı. Bundan başka 13 Aralık'ta Başkan George W. Bush, ABD'nin 1972 yılında Sovyetler Birliği ile ABD’nin yapmış oldukları (Anti-Balistik Füze) Antlaşması'ndan tek taraflı olarak çekildiğini duyurdu. Prag’da 2002 yılının kasım ayında yapılan NATO zirvesinde, yeni bölge ülkeleri ortaklığa katılmaya davet edilmiştiler; 29 Mart 2004 tarihinde de Estonya, Litvanya, Latviya, Slovenya, Bulgaristan, Romanya ve Slovakya NATO’ya resmen katıldılar.
Ancak Irak'taki savaş, tüm bu kader olayların arka planında bile göze çarpıyor. Fazla abartmadan, 21. yüzyılın başında adil ve demokratik bir dünya düzeni yaratma umutlarını nihayet yok eden kişinin emperyalizmin kendisi olduğu söylenebilir. Birçok yönden, Irak'taki savaş, ABD'nin "tek kutuplu bir Dünya’yı’’ sağlamlaştırmayı amaçlayan önceki tüm eylemlerinin ötesine geçen, benzeri görülmemiş bir kriz olduğunu kanıtladı. Özellikle NATO ve AB’nin bölge ülkelerinin dış ve iç siyaset süreçlerine önemli derecede etkileri olmaktadır. Uluslararası kurumların bu etkileri ülke davranışlarını sınırlandırarak, hem de ülkelerin çıkar ve kimliklerini yeniden tanımlayarak gerçekleşmektedir. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD Ortadoğu da yer alan Irak’a büyük bir ambargo uyguladı. ABD’nin Irak ambargosu içerisinde temel ihtiyaçlar dışında hiçbir şeye izin vermiyordu. Bunun yanında sınırlı paneller dışında uçuşa yasak olmasından dolayı hiçbir yere giriş izni verilmiyordu. BM Güvenlik konseyi bu süre içerisinde Saddam Hüseyin’in başta kalmasına izin vermişti. Fakat BM tek bir şartı söz konusuydu. Bu şartta Irak’ın elindeki bütün kitle imha silahlarını ortadan kaldırıp yok etmesiydi.
Bununla beraber ABD, Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu ve üretmeye devam ettiğini sürekli gündemde tuttu. ABD bundan dolayı yeni plan ve projeler üretme konusunda harekete geçerek yollar izledi. Bush ise Irak yönetimini devralma çabası içerisindeydi. Zaten 11 Eylül saldırısından sonra ABD’de bulunan herkes savaş psikolojisine hazırlanmaya başlamıştı. ABD ne kadar tepki görürse görsün, bütün uluslararası camiaya karşı çıkarak Irak’a saldırdı. İlk önce Operasyona Ordu, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Deniz Piyadeleri, ABD Ulusal Muhafızları, Birleşik Krallık, Avustralya ve Polonya'dan askeri birlikler dahil olmak üzere yüzbinlerce asker katıldı ve diğer birçok müttefik ve Washington ortağından gelen askeri ve diğer desteklerden bahsetmeye bile gerek yok. Bu durum karşısında ABD uluslararası toplumdan büyük tepki ve eleştiriler gördü. Bu tepkiler karşısında ABD, Irak’ta bulunduğunu ileri sürdüğü kitle imha silahları tezini yenileyip durdu. Fakat bu tez boş bir nedendi. Çünkü Irak’ta kitle imha silahları yoktu. Bu durum sonucunda ABD’nin yapmış olduğu müdahale, hem BM statüsü ve prensiplerine uygun değildi ve hem de BM statüsü ve prensiplerine tümden aykırıydı. Hukuken meşru müdafaa söz konusu değildi.
Bu gerçekliğe rağmen belirtmek istediğim ikinci durum, operasyon hala Amerikan istihbaratının destansı başarısızlıklarıyla güçlü bir şekilde bağlantılıydı tahlilinde bulunmak yanlış olmaz. Başlatma bahanesi, Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair hiçbir zaman kanıtlanamayan boş iddialardı. Askeri operasyonun kendisi üç hafta içinde tamamlanmış olmasına rağmen, Irak'ta hızlı bir şekilde uygulanabilir Batı tarzı bir liberal demokrasiye dönüştürmeye yönelik eşlik eden planlar tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Üçüncüsü, Irak'a müdahale yalnızca bir bütün olarak uluslararası toplumu değil, aynı zamanda özel olarak Batı'yı da böldü. ABD, eylemleri için ne BM Güvenlik Konseyi'nde ve ne de NATO içinde destek kazanamadı. Fransa ve Almanya, Rusya ve Çin'den bahsetmiyorum bile bu ülkeler bu operasyona açıkça karşı çıktılar. Türkiye, topraklarını uluslararası koalisyonun emrine vermeyi reddetti ve savaş İngiltere'de siyasi bir krize yol açtı. Genellikle temkinli olan BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Washington'un BM Şartı'nı ihlal ettiğini açık açık iddia etti.
Dördüncüsü, Irak'ın işgali ardından başta önde gelen Arap ülkelerinde olmak üzere bu işgal tüm Orta Doğu bölgesi için uzun vadeli ve geniş kapsamlı değişik sonuçlara ve sorunlara yol açtı. Bu sorunların bir kısmının bugüne kadar bile üstesinden gelinemedi. Irak'ın yıkımı, Şiiler ve Sünniler arasında kurulan dengeyi sarstı, İslami köktendinciliğin ve uluslararası terörizmin hızlı yükselişine ivme kazandırdı, yedi yıl sonra Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki bazı ülkelerde zincirleme devlet krizleri başlattı. Arap Baharı dramına dönüştü.
Bugün ABD'de ve bir bütün olarak Batı dünyası, Mart 2003 olaylarını hatırlamaktan hoşlanmıyorlar. Zaten çok uzak olan o dönemin ana karakterleri ya başka bir dünyaya gittiler ya da ev ofislerinin sessizliğinde anılarını yazıyorlar. Başkan Joe Biden, yirmi yıl önce o zamanki Cumhuriyetçi başkanın militan tavrını aktif olarak destekleyen birkaç Demokrat senatörden biri olmasına rağmen, bugün müdahale başlatma kararından olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyor. Fransa ve Almanya'nın yeni liderleri, seleflerinin, kıdemli ortaklarının şaşmaz haklılığını sorgulamak için artık düşünülemez bir cüretkarlık sergiledikleri bir çatışmayı yeniden ele almak konusunda da isteksizler. Irak'taki savaş, anlamsız insanlığın inatla içine girmeye devam ettiği diğer çatışmalar ve diğer krizlerin gölgesinde kaldı.
Bununla birlikte, Irak savaşının ana dersi hala geçerlidir. Bir çatışmaya dahil olmak nispeten kolay olabilir, ancak ondan onurlu bir şekilde çıkmak genellikle çok zordur. Bu basit ders, Afganistan ve Suriye'de, Libya ve Yemen'de, Kosova ve Myanmar'da çeşitli biçimlerde defalarca doğrulandı. Pek çok modern çatışma yıllarca ve hatta on yıllarca sürüyor ve bir zamanlar çok yakın görünen nihai zafer, zaman yaklaştıkça her zaman geri çekilen bir tür belirsiz ufuk çizgisine dönüşüyor. Ve bu nedenle, başka bir çatışmaya girerken, yalnızca yaklaşan askerî harekâtın planını değil, aynı zamanda sonraki barış müzakerelerinin stratejisini de dikkatlice düşünmeniz gerekir, çünkü 21. yüzyılın çatışmalarında son söz çoğu zaman taraflara ait değildir, dolayısıyla barışı sağlamak generallerin, bilim insanlarının, politikacıların ve diplomatların görevidir. Doğu Avrupa’da demokrasinin yerleşmesi ve bir ülkeler topluluğunun oluşturulması NATO genişlemesi için ana neden olmuştur.
2 Şubat 2023, Lüksemburg