Şeyh Said Hareketi: Tarihsel Arka Plan ve Anlamı
Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu
1. Giriş
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle birlikte, Kürtlerin bağımsızlık ve özerklik talepleri tarihsel bir zeminde gelişmiştir. Bu talepler, bölgedeki siyasi ve toplumsal değişimlerle
birlikte 1925'te Şeyh Said'in liderliğinde patlak veren isyanla doruğa ulaşmıştır. Bu isyanın kökenlerini anlamak ve içeriğini değerlendirmek, Osmanlı döneminden Cumhuriyet'in kuruluşuna uzanan
dönemdeki tarihsel, dini ve siyasi etkileşimleri göz önünde bulundurmayı gerektirir.
6
Ocak 1925 tarihi, Şeyh Said'in liderliğinde gerçekleşen istişare toplantısıyla, tarihin unutulmaz sayfalarına kazınan bir dönemin başlangıcıydı. Bu tarihsel an, Kürtlerin bağımsızlık talepleri ve
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra ortaya çıkan siyasi ve manevi dinamiklerin bir yansımasıdır. Şeyh Said Hareketi'nin kökenleri ve gelişimi, belirsizliklerle dolu dönemlerin izlerini
taşırken, tarihî kaynaklardaki kısıtlamalar ve belgelerin ulaşılabilirliği gibi engeller, bu olayın tam anlamıyla kavranmasını zorlaştırmaktadır.
Şeyh
Said İsyanının dış etkenleri, Lozan Barış Antlaşması dönemindeki politik durumla sıkı bir bağ içinde değerlendirilmelidir. Bu olay, Türkiye'nin Musul konusundaki ısrarlı talepleri ve uluslararası
arenada yaşanan tartışmaların bir yansımasıdır. Aynı dönemde Ermeni ve Nesturî gruplarının bölgedeki etkisi, isyanın arka planını şekillendiren faktörlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Ancak, Şeyh
Said İsyanının doğrudan bir İngiliz etkisiyle mi gerçekleştiği konusunda net bir kanıt bulunmamaktadır.
Şeyh
Said liderliğindeki isyan, Kürt toplumunun sosyal, dini ve politik dinamiklerinin bir sonucuydu. Bu isyanın temelinde, dini referanslarla yapılan konuşmalar ve bölgedeki dini bağlılığın etkisi
büyüktü. Aynı zamanda, Türkiye'deki yeni Cumhuriyet rejiminin getirdiği sosyal ve politik değişimler, bölgedeki geleneksel yapıları sorgulama ve direnç oluşturma eğilimine yol açtı. İsyanın iç
nedenlerinde, din ile devlet arasındaki ilişkinin ve yeni devlet reformlarının yarattığı gerilimin önemli bir etkisi olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, Şeyh Said'in isyanın dini temelini
oluşturmasına rağmen, isyana katılanların farklı etnik ve siyasi amaçlar taşıdığı anlaşılmıştır.
Şeyh
Said Efendi'nin defnedildiği yerin modern zamanların getirdiği değişimlerle nasıl etkilendiği, tarihi önemine rağmen modern detaylar altında kaldı. Bu durum, tarihin büyüklüğünü ve derinliğini
hatırlatan, sessizlik içinde yatan bir manzara oluşturdu. Bu ziyaret, geçmişin ruhunu hissetmek ve tarihin izlerini taşıyan bir alanda duygusal bir an yaşamak için önemliydi. Şeyh Said Efendi,
tarihte önemli bir figür olarak kendine yer bulmuş, dini ve manevi liderliğiyle insanları etkileyen bir önderdi. Öğretileri ve yaşamıyla manevi zenginlikler sunarken, adalet, sevgi ve hoşgörü gibi
değerleri topluma yayma gayreti içindeydi. Ayrıca bilginin ve eğitimin önemini vurgulayarak insanları doğru yolu bulma çabasına teşvik etti. Şeyh Said Efendi'nin etkisi sadece dini liderlikle sınırlı
kalmadı; aynı zamanda fedakarlığı, bilgeliği ve insan sevgisiyle insanların gönüllerinde yer etti. Öğretileri, çağlar boyunca insanlara ilham kaynağı oldu ve günümüzde bile insanların hayatlarını
yönlendirmeye devam ediyor.
İstiklal Mahkemeleri, Türkiye'nin hukuk tarihinde tartışmalı ve eleştirilen bir dönemi temsil eder. Bu mahkemelerin yapısı ve işleyişi, adil yargılama prensiplerinden oldukça uzaktı
ve o dönemdeki yargılama süreçlerinde ciddi şüphelere neden oldu. Aynı şekilde, 1960 askeri darbesi de Türkiye'nin siyasi haritasını derinden etkileyen ve hukukun çifte standartlarının sorgulanmasına
sebep olan önemli bir dönüm noktasıdır. Bu yazıda, İstiklal Mahkemeleri'nin yapısal sorunları ve 1960 darbesinin adalet üzerindeki etkileri incelenecek ve adalet anlayışının tartışılması
sağlanacaktır.
2. Genel tarihi durum
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Kürtler bağımsızlık ve özerklik taleplerini çeşitli zamanlarda dile getirmişlerdir. Bu talepler, Osmanlı İmparatorluğu'nun zor dönemlerinde,
özellikle 1828-1829 Türk-Rus Savaşı, 1834 Bulgar bağımsızlık isyanı ve 1880'lerde bağımsızlık arayışları gibi zamanlarda daha belirgin hale gelmiştir. I. Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı'nın
dağılmasının ardından bazı Kürt grupları bağımsızlık hareketlerine girişmiştir. Bu süreçte, Kürt Teali Cemiyeti gibi örgütlerin, bağımsızlık hareketlerine destek verdiği ve İngilizlerle ilişki içinde
olduğu iddiaları ortaya atılmıştır. Ancak bu tür iddiaların kesin bir kanıtı bulunmamaktadır.
Şeyh
Said isyanının kökenlerini ve gelişimini anlamak, bölgedeki tarihsel ve siyasi değişimlerle Türkiye Cumhuriyeti'nin oluşumu arasındaki ilişkiyi doğru analiz etmeyi gerektirir. Bu bağlamda, Osmanlı
Devleti'nin merkeziyetçiliğini destekleyen Nakşibendi tarikatının Kādirî tarikatının yerini alması önemli bir faktördü. Bu değişim, bölgedeki tarikat liderlerinin hükümet üzerinde artan etkisini
gösterirken, aynı zamanda milliyetçi eğilimlerin de 1920'lerde varlığını sürdürdüğünü ortaya koydu. Rahmetli Şeyh Said Efendi, Kürt halkının kendi köklü toprakları üzerinde siyasi bir irade
oluşturarak kendi geleceğini özgürce belirlemesi amacıyla 1925 Kürt ulusal ayaklanmasının liderliğini yapmıştır. Temel hedefi bir "Kürt Devleti" kurmaktı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelik çabalar ve modernleşme hareketleri hem destekçiler hem de muhalifler arasında farklı tepkilere yol
açtı. Yerel yapılar, kaybettikleri eski imtiyazlarını endişeyle karşılarken, Hilafetin kaldırılması gibi kararlar bölgede, özellikle Doğu Anadolu'da olumsuz bir etki yarattı.
1925'te başlayan Şeyh Said isyanı, karmaşık iç ve dış problemlerle eş zamanlı olarak meydana geldi. Bu sebeplerin gerçek mahiyeti, günümüze kadar tam olarak aydınlatılamamıştır.
Bazıları bu isyanı dini, siyasi, milli ve ekonomik nedenlere bağlarken, diğerleri doğrudan dış etkenlerin, özellikle de İngilizlerin etkisi altında gerçekleştiğini savunmaktadır.
Şeyh
Said isyanıyla ilgili temel anlatımlardan biri, I. Dünya Savaşı'nda Türklere karşı savaşmış bazı Nesturîlerin, savaştan sonra geri dönmek istediklerinde Ankara hükümeti tarafından engellenmeleri ve
bu durumun askeri bir çatışmaya dönüşmesidir. Diğer bir görüşe göre ise Şeyh Said, 1912'de Kürt uyanışını hedefleyen Âzâdî adlı bir hareketin bir parçası olarak ortaya çıktı ve isyanı bu hareketle
ilişkilendirildi.
Bu
farklı anlatımlar, Şeyh Said isyanının sebepleri ve gelişimi konusunda birçok farklı yorum ve anlam içermektedir. Devletin hedef alındığı bir isyan olarak yorumlayanlar olduğu gibi kahramanlık
destanı olarak nitelendirenler de bulunmaktadır. İsyanın çıkışı ve seyrine dair tam bir anlayış oluşturmak için bu farklı bakış açılarının dikkate alınması önemlidir.
Şeyh
Said'in biyografisi, Doğu Anadolu'nun Palu ilçesinde 1865 yılında Şeyh Mahmut Feyzi'nin oğlu olarak başlamıştır. Ailesi Nakşibendi tarikatının Doğu Anadolu'daki önde gelen isimlerinden biri olan
dedesi Şeyh Ali Septi'nin Diyarbakır'ın Septi köyünden gelmektedir. Şeyh Ali Septi, uzun bir süre önce Palu'nun Kasımiye mahallesine gelmiş ve şeyhliğini burada sürdürmüş, ancak daha sonra nüfuz
sorunları sebebiyle Hınıs ilçesine taşınmak zorunda kalmıştır.
Şeyh
Sait, genç yaşta Hınıs'a yerleşmiş ve ilk eğitimini babası ve dedesi tarafından tasavvuf üzerine almıştır. Ardından Arapça, Farsça, Kürtçe ve Zaza’ca gibi dillerde eğitim alarak dini ilimlerin yanı
sıra filoloji, sosyoloji, matematik, astronomi ve felsefe konularında da bilgi sahibi olmuştur. Üç kez evlenmiş ve ilk eşi Emine Hanım'dan yedi çocuğu olmuş; daha sonra Miralay Halit Bey'in kız
kardeşi Fatma Hanım ve Nazif’e Hanım'dan da çocukları olmuştur.
Toplumda itibarlı bir konuma sahip olan Şeyh Sait, birçok aşiretin lideri ve varlıklı bir tüccardı. Nakşibendi tarikatının liderlerinden biri olarak uzaktan gelen müritleri
tarafından ziyaret edilmiştir. İsyanı başlattığı dönemde altmış yaşının üzerinde, bilgili ve zengin biriydi. Bu durum, isyanın nedenlerini merak uyandırıcı kılmıştır. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Yusuf
Mazhar'ın mektubuna göre, Şeyh Sait'in zenginliği ve nüfuzu, isyanın lideri olarak görülmesine neden olmuştur. Ancak, onu tanıyanlar, Şeyh Sait'in isyan öncesinde din, mezhep, siyaset ve hükümetle
ilişkilerinin olağan olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durumda, Şeyh Sait'in bu rahat ve bolluk içinde isyana katılma motivasyonu uzun bir süreç içinde aranabilir.
Genel olarak, Şeyh Sait'in kişiliği, devlet aleyhine isyana eğilimli olmadığını göstermektedir. Bu nedenle isyanın kökenlerini iç ve dış etkenlere bağlamak daha faydalı
olabilir.
3. İlk istişare toplantısı 6 Ocak 1925
6
Ocak 1925'te Şeyh Said, Kırıkhan köyünde Kürdistan'ın önemli temsilcileriyle bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıda, Şeyh Said'in yakın korumalarından biri olan Cami Öztürk de hazır bulunmuştur.
Şahsen Cami Öztürk'le bir araya geldim ve kendisi Şeyh Said'in eylemlerini ve Hınıs'taki hapis dönemini anlatmıştır.
Anlatılanlara göre, Şeyh Said'in Kırıkhan köyündeki konuşmasında şu ifadeler yer almıştır: "Artık şeriat ve hilafet, Türklerle birleşmemizi sağlayan bağlar olarak etkili değil.
Türkler, şeriatı reddetmiş ve hilafeti kaldırmıştır; bu durumda bizi bir araya getiren hiçbir bağ kalmamıştır. Bundan dolayı Kürtlerin bağımsızlık haklarını yarın tartışma konusu yapmayacağız. İlahi
adalet, uluslararası hukuk, vicdan ve insanlık onuru bunu gerektirir. Şimdi bir Kürt Devleti kurulmalıdır." Ancak, Şeyh Said'in Kırıkhan’daki toplantıda kurmak istediği devletin idari yapısı hakkında
net bir görüş belirtmediği bilinmektedir. Bu sebeple, Şeyh Said'in dini konumu ve rolüne odaklanıp hareketin ulusal boyutunu göz ardı etmek, genel resmi eksik değerlendirmek anlamına
gelebilir.
Saatler, tarihler ve hafızalardan silinmeyecek bir an, Şeyh Said Efendi'nin yürekleri tutuşturduğu gün… 6 Ocak 1925, Tekman'ın sakin Kırıkhan köyünde gerçekleşen o toplantı, adeta
tarihin o muhteşem defterlerine kazınan bir destanın başlangıcıydı. Toplantıya katılanlar arasında, isimleri gelecek nesillerin hafızasına kazınacak isimlerden biri olan Mele Ömer Seyda’yi Drej de
yer alıyordu.
O
gün, Şeyh Said Efendi'nin ilham veren bakışları altında adeta yeni bir yolculuk başlamıştı. Dedem, o anılarla dolu günde, Şeyh Said Efendi'nin meşalesi altında aydınlanmış bir ruhla harekete geçti.
İkisi, kutsal bir dava etrafında kenetlenmişti. Şeyh Said Efendi'nin liderliğinde şekillenen siyasi ve manevi hamle, Melle Ömer Seydayi Drej ile birlikte yeni ufuklara açıldı. Ancak tarihin yazgısı,
o ulvî çabanın sonunu hazırladı. Şeyh Said Efendi'nin şehadetiyle hareket duruldu, fakat ideal durmadı. Dedem, bu sefer Şeyh Said Efendi'nin mirasını ve devamını sürdürmek adına yürüdü. O, Şeyh Said
Efendi'nin ışığını sırtında taşıdı ve onun başlattığı umudu geleceğe taşıma sorumluluğunu üstlendi. Onun kutsal izinde yürüdü ve bu mücadeleyi yılmadan Dersimde şehit düşünceye kadar
sürdürdü.
Tarihin tek boyutlu bir olaylar dizisi olarak değil, daha derin bir analizle incelenerek anlaşılması gerekliliği açıktır. Ancak resmî ideolojilerin tarih üzerindeki baskısı, bu
analizi zorlaştırabilir. Belirli dönemlere ait belgelere ulaşımın kısıtlanması veya denetim altında tutulması, tarihsel gerçeklerin tam anlamıyla anlaşılmasını engelleyebilir.
Özellikle Şeyh Said olayı gibi belgelerin ulaşılmasının zor olduğu veya bu belgelere erişimin sınırlı olduğu dönemlerde, bilgi eksikliği tarihî olayları kapsamlı bir biçimde
yorumlamayı güçleştirmektedir. Örneğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivinde "Tasnif Dışı" olarak nitelendirilen dosyaların yanı sıra Genelkurmay belgelerine ulaşmanın zorluğu, tarihî
araştırmaların önünde engel oluşturabilir. Ancak mevcut belge ve verilere dayanarak Şeyh Said olayı gibi konuları objektif bir bakış açısıyla inceleyen kişiler, tarihsel olaylar hakkında daha
derinlemesine bir anlayış geliştirebilirler. Bu, belgelerin değerlendirilmesi gerçeklerin tespit edilmesi açısından da önemlidir.
Tarihsel olayların objektif bir bakış açısıyla değerlendirilmesi ve gerçeklerle yüzleşilmesi, adil bir perspektifle mümkündür. Bu, tarihsel olayları ve dönemleri daha kapsamlı bir
şekilde anlamamıza yardımcı olabilir. Özellikle Şeyh Said hareketi gibi olaylar, dönemsel belirsizlikler ve tarihî olayların arka planına ışık tutan önemli örnekler sunabilir.
Şeyh
Said'in liderliğindeki hareketin ortaya çıkışıyla ilgili olarak net bir planlamanın eksikliği, olayların doğal bir seyir içinde gerçekleştiği izlenimini vermektedir. Bu hareketin yabancı bir müdahale
olmadan ve doğal bir provokasyon süreciyle başlayıp sonlandığı malumdur. Şeyh Said'in duruşu, aslında sadece bir Kürt ayrımcısı olmadığını, Doğu'nun Müslüman kimliğini koruma çabasının bir yansıması
olduğunu göstermektedir.
Hareketin gelişimi, Şeyh Said'in yakalanmasıyla ve kendi isteklerinin dışında hareketin sonlanmasına doğru sürüklenmesiyle şekillenmiştir. Bu sürecin ayrıntıları, İstiklal
Mahkemesi'ndeki yargılamalar ve sonuçları, olayın durdurulma süreci gibi konular daha derinlemesine incelenmeyi beklemektedir.
4.Şeyh Said İsyanı ve Dış Etkiler: Lozan'dan Milletler
Cemiyeti'ne
Şeyh
Said İsyanının dış etkenlerini değerlendirirken, Lozan Barış Antlaşması dönemindeki politik durumu göz önünde bulundurmak önemlidir. Bu antlaşma, Türkiye'nin çözümlenemeyen meselelerini tartışmaya
açmış, özellikle Misak-ı Milli ilkelerine dayanarak Musul'un Türkiye'ye iadesini hedeflemiştir. Ancak İngiltere, bu konuda Türkiye'ye fırsat tanımamış ve anlaşmada ısrarcı olmuştur.
Türkiye, Musul'un etnik ve dini bağlantıları nedeniyle kendine ait olduğunu savunmuş, bunu ispatlamak amacıyla bir komisyonun oluşturulmasını talep etmiştir. Milletler Cemiyeti ise
farklı fikirlerin tartışılması sonucunda bu meseleyi uluslararası bir komisyon gözetiminde halk oylamasıyla çözmeye karar vermiştir.
Ermeni ve Nesturî gruplarının bölgedeki etkisi, Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan devleti kurma arzusuyla Kürtleri ve bölgedeki Ermeni komitelerini isyana teşvik etmeleriyle
değerlendirilmiştir. İsyanın bölgede bulunan deliller, bu düşüncenin doğruluk payı olduğunu göstermektedir.
Önemli bir vurgu yapmak gerekirse, Şeyh Said'in İsyanının arkasında kesin bir İngiliz etkisi olmadığı ve bu girişimin Türk polisi tarafından önceden fark edildiği yönündedir. Bu
durum, isyanın gerçekleşmesinde dış etkenlerin rolünü vurgularken, İngilizlerin doğrudan bir ilişkisinin olmadığını belirtir.
1925
yılında gerçekleşen Şeyh Said Kıyamında doğrudan bir İngiliz parmağı olduğuna dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır. İsyanın çıkışında İngilizlerin doğrudan rol aldığına dair belgeler ya da kanıtlar
bulunmamaktadır. Ancak, isyanın çıkış nedenleri ve süreci içinde İngilizlerin, bölge halkları ve siyasi yapılar üzerinde etkili olduğuna dair çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Bununla birlikte, bu
iddialar net bir şekilde doğrulanmış değildir ve Şeyh Said İsyanının arkasında doğrudan İngilizlerin olduğunu kanıtlayacak somut deliller bulunmamaktadır. Bu nedenle, isyanın İngilizlerle doğrudan
ilişkilendirilmesi kesin olmamakla birlikte, dönemin siyasi ve jeopolitik dinamiklerinin bu olayda etkisi olduğu düşünülmektedir.
5.Şeyh Said İsyanı ve İç Nedenler: Din, Siyaset ve Öz Yönetim
Arayışı
Şeyh
Said liderliğindeki isyan, bölgedeki etnik ve dini hassasiyetlerin bir sonucuydu. Kürt toplumu içindeki sosyal, kültürel ve dini unsurlar, isyanın kışkırtılmasında belirgin bir rol oynamıştı. Şeyh
Said, bölgede dini otorite olarak büyük bir etkiye sahipti ve isyana katılım çağrıları, dini temellere dayanmaktaydı. Onun dini referanslarla yaptığı konuşmalar ve toplumda mevcut dini bağlılık,
isyana katılımı artırmış ve destek sağlamıştır. Bu durum, isyanın temel motivasyonunun dini hassasiyetler olduğunu göstermektedir.
Türkiye'de yeni kurulan Cumhuriyet rejimi, bölgedeki sosyal ve politik dengeleri etkiledi. Devletin reformist politikalarıyla birlikte, bazı kesimlerde bu değişikliklere yönelik
tepki ve eleştiriler arttı. İsyan, bu sosyal ve politik gerginliklerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yeni yapılanma sürecindeki değişiklikler ve modernleşme çabaları, bölgedeki geleneksel yapıları
ve değerleri sorgulama ve dönüştürme isteğiyle bağlantılı olarak bazı kesimlerde rahatsızlık ve direnç oluşturdu. Bu durum, isyanın arka planında sosyal ve politik dönüşümlerin yarattığı gerilimin
etkili olduğunu göstermektedir.
Bazı
bireyler ve gruplar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nden farklı beklentilere sahipti. Özellikle dini liderler, devletin laikleşme politikalarına karşı çıkmış ve dinin siyasette daha belirgin bir
rol oynamasını savunmuşlardı. Bu kesimler, Cumhuriyet'in getirdiği laikleşme adımlarına karşı çıkarak, dinin toplumsal ve siyasi yaşamda daha etkin olmasını talep ettiler. Bu durum, dinî liderler ve
onların takipçileri arasında, devletin laiklik politikalarıyla çatışmaya neden oldu ve bazı kesimlerin isyana katılmasına zemin hazırladı.
İsyan öncesinde, isyancı gruplar arasında kara propagandalar yayılmıştı. Şeyh Said'in din ile devletin birbirinden ayrılması gerektiğine dair söylemleri, özellikle isyana katılanları
etkilemiş ve onları harekete geçirmişti. Şeyh Said'in ifadeleri, isyanın ideolojik temellerini oluşturarak, dinin devlet işlerinde daha belirgin bir rol oynaması gerektiği düşüncesini
güçlendirmiştir. Bu propagandalar, isyanın gerekçeleri arasında dini argümanların ve ideolojik unsurların öne çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Şeyh
Said İsyanı sırasında, dönemin Başbakanı Fethi Bey'in Meclis'te paylaştığı bilgilere göre, isyancılar arasında yapılan propagandada Türkiye Cumhuriyeti hükümeti aleyhine çeşitli kara propagandaların
yayıldığı anlaşılmıştır. İsyanın iç nedenlerinden biri olarak din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına karşı çıkan Şeyh Said'in din temelli söylemleri öne çıkmıştır. Bu isyanın bir diğer iç
nedeni olarak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin yaptığı reformlara karşı olma ve hilafetin geri getirilmesi talepleri gösterilmiştir. Şeyh Said'in ifadelerine rağmen, isyana dini bir temel
vermesine rağmen, isyana katılanların çeşitli etnik ve siyasi amaçlar taşıdığı anlaşılmıştır.
Mahkeme sürecinde, Şeyh Said'in isyanın gerçekleşmesinde etkili olmadığı iddialarına rağmen, isyana katılanlar tarafından bu iddialar kabul edilmemiştir. Şeyh Said'in isyana dini bir
amaçla çıktığını iddia etmesine rağmen, isyana katılanların bazılarının siyasi hedefleri olduğu ve isyanın bir siyasi boyut taşıdığı ortaya çıkmıştır.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde ise isyanın, kolluk kuvvetlerinin yetersizliğinden dolayı büyüdüğü ve bölgede on beş bin civarında isyancının faaliyet yürüttüğü ifade edilmiştir.
Ancak, gazetede isyanın etnik bir kimliğe atfedilmediği ve Şeyh Said'in isyancıların lideri olarak nitelendirildiği belirtilmiştir.
Şeyh
Said, o dönemde halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı olan bir bağımsız Kürt devleti kurma fikrini desteklemişti. "Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı", ulusların kendi gelecekleri ve
yönetim biçimlerini serbestçe belirleme hakkını içeren temel bir ilkedir. Bu prensip, uluslararası hukukta ve insan hakları düzenlemelerinde yer almaktadır.
Şeyh
Said'in amacı, Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkını kullanarak bağımsızlık talebini dile getirmekti. O, Kürtlerin bir ulusal kimliğe sahip olduğuna ve kendi öz yönetimlerini kurma hakkına
sahip olduğuna inanıyordu. Ancak bu düşünce o dönemdeki siyasi ve sosyal koşullar göz önünde bulundurulduğunda, resmi Türk devletinin egemenlik ve bütünlüğüne karşı geldiği için çeşitli zorluklarla
karşılaşmıştır.
Kürtlerin kendi kaderlerini belirleme hakkı, uluslararası hukukun önemli bir parçası olup, herkesin barış içinde ve özgürce kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğunu
vurgular. Bu kapsamda, Şeyh Said'in bağımsızlık düşüncesi, o dönemdeki etnik ve siyasi dinamiklerle şekillenen ancak uluslararası hukukun temel prensipleriyle uyumlu olan bir fikirdi.
6.Tarihin İzleri Altında: Şeyh Said Efendi'nin Modern Zamana
Yolculuğu
Diyarbakır'ın tarihi sokaklarından birinde Şeyh Said Efendi’nin defnedildiği yerin olduğu yere geldim. Gördüğüm manzara, bir mezar taşı ya da yapı yerine, jeneratörün altında yatan
bu önemli şahsiyetin naaşı'nın bulunduğu yerdi. Bu gerçekle ilk karşılaştığımda, şaşkınlık içinde kaldım. Çünkü tarihî kaynaklarda sıkça adı geçen biri olan Şeyh Said Efendi'nin naaşının bu şekilde,
modern zamanların getirdiği bir unsura ev sahipliği yaptığını görmek şaşırtıcıydı. Ancak, bu yer benim için tarihî bir anlam taşıyordu. Şeyh Said Efendi'nin naaşının bu topraklara defnedilmiş olması,
geçmişin büyüklüğünü ve derinliğini hatırlatıyordu. Ziyaret ettiğim yerdeki sessizlik, naaşın yattığı alanın huzurunu yansıtıyordu. Duygusal bir an yaşadım; ziyaret ettiğim yerin sessizliği, tarihin
izlerini taşıyordu ve benim için o an unutulmaz bir duygusal etki yaratmıştı.
Şeyh
Said Efendi'nin naaşının bu modern detayların altında yattığı gerçeği, tarihin derinliklerinde kaybolmuş hikayelerin ve insanların hatırlanmasını sağlıyordu. O an, tarihî geçmişin ruhunu hissetmek
adına benim için unutulmaz bir andı. O alanda duruşum, bu coğrafyanın geçmişini düşünmek ve geçmişin büyüklüğünü hatırlamak için benzersiz bir fırsat sunmuştu.
Şeyh
Said Efendi, tarihî süreç içinde önemli bir figür olarak kendine yer bulmuş, bilgisi ve etkisiyle pek çok insanı etkileyen bir önderdir. O, sadece dini öğretileriyle değil, aynı zamanda halk arasında
sevgi ve saygı gören bir liderdi.
Şeyh
Said Efendi, öğretileri ve örnek yaşamıyla insanlara manevi zenginlikler katan, dini değerleri ön planda tutan biriydi. Adaleti, sevgiyi ve hoşgörüyü savunurken, çevresine de bu değerleri yayma
gayreti içindeydi. Onun önderliğindeki insanlar, dürüstlük, sabır ve kardeşlik gibi erdemlerle yetiştiler.
Aynı
zamanda Şeyh Said Efendi, liderliği ve öğretileriyle insanları bilgiye teşvik etmiş, eğitimin ve öğrenmenin önemini vurgulamıştır. Onun etrafında toplanan insanlar, bilginin ışığında doğru yolu bulma
çabası içindeydiler. Onun manevi rehberliği, sadece dini açıdan değil, aynı zamanda insanların hayatlarını düzene koymak ve toplumda daha iyi bir gelecek inşa etmek için rehberlik
etmiştir.
Şeyh
Said Efendi'nin etkisi, öğretileri ve manevi liderliğiyle sınırlı kalmamıştır; aynı zamanda tarihi süreç içinde birçok insanın gönüllerinde taht kurmuş, onları doğru yolda ilerlemeye sevk etmiştir.
Onun adı, fedakarlığı, bilgeliği ve insan sevgisiyle anılmaya devam ediyor, onun öğretileri çağlar boyunca insanların ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
7.İstiklal Mahkemeleri ve 1960 Darbesindeki Adaletin
Sorgulanışı
İstiklal Mahkemeleri'nin yapısı ve işleyişi, adil yargılama kavramından oldukça uzak bir şekilde şekillenmiştir. Mahkemede görev yapan yargıçların
sadece bir kısmı hukuk eğitimi almıştır ve bunların da seçimi, tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Zira bu yargıçlar, otorite tarafından atanmış ve direktiflerle
yönlendirilmişlerdir. Liyakat prensibi göz ardı edilmiş, yeterli hukuki bilgiye sahip olmayan kişiler yargıçlık görevine getirilmiştir.
Mahkemelerde delil sunma ihtiyacı duyulmamış, yargıçların kişisel kanaatleriyle kararlar verilmiş ve bu kararlara karşı bir itiraz veya denetim mekanizması öngörülmemiştir. Hatta
yargıçlar, kanunların üstünde bir yetkiye sahip olduklarını düşünmüşlerdir. Bu durum, Lütfi Müfit'in “Bizim muayyen millî gayemiz vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız.”
sözleriyle özetlenmiştir.
Belgeler, tutanaklar ve tanıklıklar, bu mahkemelerin adil bir yargılama amacı gütmediğini, Cumhuriyet Rejiminin korunması adına birçok kişinin haksız yere yargılandığını ve masum
insanların idam cezasına çarptırıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal'in ifadeleri, Cumhuriyet'in ilan edilmesinden sonra inkılâp kanunlarına muhalefet edenlerin, özel bir yargılama
yöntemi olan İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla tutuklandığını göstermektedir. Bu sebeple, İstiklal Mahkemeleri tarihsel süreçte en tartışmalı ve eleştirilen kurumlardan biri olarak
anılmaktadır.
Evet, İstiklal Mahkemeleri'nin verdiği kararlar, hukuki ve adil bir değerden oldukça uzaktır. Bu mahkemelerin kararları, yargı süreçlerinde geçerli olan standartlara uygun şekilde
hazırlanmamış ve adalet ilkelerine uygun bir biçimde yürütülmemiştir. Bu durum, o dönemde alınan kararların şüpheye ve eleştiriye açık olduğunu, hukuken bu mahkemelerin vermiş olduğu karların değeri
Harbiyelerinin olmadığını göstermektedir.
1960
askeri darbesinin gerçekleştiği süreçte, Türk Silahlı Kuvvetleri, Demokrat Parti Hükümeti'ni devirerek ülke yönetimine el koymuştu. Darbenin gerçekleştiği bu süreçte, darbe yapan kesimlerin eylemleri
hukuki olarak, o dönemdeki kanunlar ve iç hukuk kuralları bağlamında değerlendirildiğinde, yönetimi ele geçirmek için yasalara aykırı yolları tercih etmiş oldukları ifade edilebilir. Bu nedenle,
askeri darbe yapanlar hukuki süreçte vatan haini olarak değerlendirilebilirler.
Türkiye'nin siyasi geçmişindeki 27 Mayıs 1960 darbesi, önemli bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Demokrat Parti Hükümeti'ne müdahalesi sadece
siyasi bir değişiklik getirmekle kalmadı, aynı zamanda toplumun tarih anlayışını ve adalet kavramını derinden etkiledi.
Darbe sonrası yaşanan hukuki süreç, özellikle Adnan Menderes ve beraberindeki bakanların idamı konusunda büyük tartışmalara sebep oldu. Benzer eylemleri gerçekleştiren kişilerin
farklı muamele görmesi, adaletin çifte standartlar içinde işlediğine dair bir izlenim yarattı. Örneğin, Şeyh Said'in Kıyamı teşebbüs aşamasında kalmışken, Muzaffer Özdağ'ın eylemi gerçekleşmişti. Bu
durum, benzer eylemleri yapan kişilere farklı şekilde yaklaşılmasının adalet sistemini nasıl sorgulattığını gözler önüne sermektedir.
Tarihin çeşitli dönemlerinde farklı yargılamaların yapılması, özellikle Kürt kimliğiyle ilgili durumlarda yaşanan ayrımcılık ve ayrı muameleler, adalet anlayışının derinlemesine
sorgulanmasını gerektirdi.
Bu
çifte standartlar ve adaletsizlikler, toplumun tarih anlayışını köklü bir şekilde gözden geçirme gerekliliğini ortaya koydu. Adaletin, herkes için eşit bir biçimde işlemesi ve tarihsel olayların
objektif bir bakış açısıyla değerlendirilmesi, toplumsal adalete hizmet edecektir. Bu durumlar, tarihçilerin ve toplumun tarihsel olayları ve adalet sistemini daha derinlemesine anlaması gerektiğine
işaret etmektedir.
8.Sonuç
Şeyh Said liderliğinde gerçekleşen 1925 Ayaklanması, "kıyam" olarak adlandırılan bir hareket olarak tarihe geçmiştir. Bu terim, ayaklanma, başkaldırma ve mevcut düzene karşı çıkma
anlamlarını taşır. Bu isyanın temel dinamiklerini anlamak isteyenler, bu terimi kullanarak hareketi kavramsal bir çerçevede ele almayı tercih ediyorlar. Bu süreçte, ulusal Kürt mücadelesi ve İslami
düşüncelerin önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Bu nedenle, "Kıyam" teriminin bu hareket için uygun bir tanım olduğunu düşünebiliriz.
Bu isyan, Musul-Kerkük sorunundan kaynaklanmamıştır ve "irtica" hareketi ya da bölgedeki toprak ağalarının desteklediği bir oluşum da değildir. Şeyh Said'in amacı, bir "Kürt Devleti"
kurmaktı. Şeyh Said, Kürtlerin farklı sosyal kesimlerini bir araya getirerek hareket etmelerini sağlamıştır. Aynı zamanda, Kürdistan'daki kökenleri ve çeşitli dini inançları da bir arada görmüş ve
onları kardeş olarak kabul etmiştir.
1925 Ayaklanması, Kürt ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu isyan, Kürdistan bölgesinde bağımsızlık ve özerklik isteğiyle şekillenen bir
ulusal kimlik arayışının bir yansımasıydı. Şeyh Said, Kürtlerin kendi topraklarında bağımsız bir devlet kurma hakkını savunmuş ve bu fikri desteklemiştir. Kürt halkının ulusal kimliğini ve
özgürlüğünü koruma arzusu, isyanın temel itici gücü olmuştur.
Şeyh Said'in isyanı, o dönemdeki toplumsal yapılanma ve ulusal bilinçlenme hareketinin bir parçasıdır. Kürtler, kendi kimliklerini koruma ve kendi geleceklerini belirleme hakkını
talep etmişlerdir. Şeyh Said liderliğindeki isyan, Kürt halkının ulusal özgürlük arayışının bir ifadesi olarak önemli bir yer tutmaktadır.
Bu olay, farklı bakış açılarından incelenebilen karmaşık bir durumdur. İsyanın sebepleri ve gelişimi hakkında farklı teoriler bulunmakla birlikte, bölgedeki tarihsel, dini ve siyasi
dinamiklerin derinlemesine anlaşılması gerekmektedir. Şeyh Said'in kişiliği ve motivasyonu da bu olayın anlaşılmasında önemli bir role sahiptir. Bu nedenle, isyanın tam anlamıyla kavranabilmesi için
daha fazla araştırma ve analize ihtiyaç bulunmaktadır.
Şeyh Said Hareketi'nin tarihsel anlamı, sadece belirli bir dönemin siyasi figürleri ve olayların gelişimiyle sınırlı değildir. Bu hareket, Kürtlerin bağımsızlık arzusunun ve bölgesel
siyasi dinamiklerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak hareketin gelişimi ve sonlanışı, belirli bir plana dayanmaktan ziyade olayların doğal bir seyir içinde ilerlediği izlenimini
vermektedir.
İsyanın iç nedenleri, dini hassasiyetler, politik değişimler ve sosyal gerginliklerden kaynaklanmaktadır. Şeyh Said'in, Kürtlerin kendi kaderlerini belirleme hakkını savunması,
uluslararası hukukun temel prensiplerine uygun bir talep olarak öne çıkmaktadır. Ancak, isyanın içerdiği siyasi ve etnik çeşitlilik, o dönemdeki toplumsal dinamiklerin ve farklı beklentilerin bir
yansıması olmuştur. Şeyh Said İsyanı, tarihin derinliklerine gömülmüş ancak unutulmamış bir hatıra olarak varlığını sürdürmektedir. Onun mirası, sadece manevi liderliğiyle değil, aynı zamanda
değerleri ve insanlara ışık tutan bilgeliğiyle de yaşamını sürdürmektedir.
İstiklal Mahkemeleri'nin verdiği kararlar, o dönemdeki adalet anlayışının sorgulanmasına neden olmuş ve hukuki açıdan tartışmalı bir sürecin parçası olmuştur. Tarihsel olayların ve
adalet sisteminin objektif bir perspektiften değerlendirilmesi, toplumun adalete olan güvenini pekiştirecek ve dönemin karanlık noktalarını aydınlatacaktır.
Diyarbakır, 2023