Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Türkiye’nin Balkanlar’daki diplomasisi

Türkiye’nin Balkanlar’daki diplomasisi

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

Dünyanın, çok renkli ve yoğun uluslar-kültürler mozaiğine benzetilen bölgelerinden biri olan Balkanlar’da bu mozaik, imparatorlukların çöktüğü I. Dünya Savaşı’nın ve de o savaşın ardından – özellikle Avrupa’da- kitlesel taraftarlar bulan faşist ideolojilerin ‘hükümet haline geldiği II. Paylaşım Savaşı’nın etkilerine rağmen hiç kırılmadı, sadece yıprandı. Dayton Barış Anlaşmaları ile Bosna-Hersek'teki savaşın sona ermesinin üzerinden 27 yıl geçti. Ama yine de ülkedeki siyasi olaylara etnik gerilimler iç siyasi reformları engelliyorlar. Balkan devletinin AB ve NATO entegrasyonunda ilerleme yavaş yürüyor. Demokratikleşme süreci durgun. Bosna-Hersek dış politikada iki farklı görüş üzerine yol almaya çalışıyor. Resmi olarak bu  ülke hem AB ve  hem de NATO üyeliği için mücadele veriyor. Ancak içerideki bazı güçler bu gelişmeye muhalefet ediyorlar. Batı, Bosna'nın demokratikleşmesini sağlamalı daha kararlı bir şekilde desteklemeli, böylece bu ülkeyle olan  ilişkilerini istikrarlı bir temele oturtabilir. Son on yıl, uygun "istisnaların" yalnızca sorunları ertelediğini göstermiştir. Balkanlar, coğrafi ve tarihsel nedenlerle Türkiye’nin etki alanına girmektedir. Bundan sonra Balkan topraklarının savaş sahnesi yerine barış ve istikrar sahası olabilmesi için Türkiye’nin anahtar rolüne büyük ihtiyaç vardır. AB’yle balkan ülkelerinin mübadeleleri sürdürülmelidir. AB aslında Bosna toplumuyla arasını düzeltmek istiyor. Bu bağlamda demokratik reformları teşvik ediyor. AB ancak Türkiye’nin inisiyatifiyle Bosna-Hersek merkezli  uzun vadeli bir barış perspektifi  geliştirmeyi sağlayabilir.

 

Bana göre Balkanlar, Balkan Yarımadası ya da Güneydoğu Avrupa denilen bu bölge, arz ettiği yüksek jeo-ekonomik değer bakımından ‘Batı’nın Çin Seddi’ olarak anılmaktadır. Bunun bilincinde olan değerli Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 6-8 Eylül 2022 tarihleri ​​arasında eski Yugoslavya ülkelerine resmi bir ziyarette bulundu. Başkan Erdoğan Bosna-Hersek, Sırbistan ve ayrıca Hırvatistan'ı ziyaret etti. Aslında Yugoslavya'nın dağılmasıyla ve günümüze kadar Türkiye Balkanlar'a dönüyor. Ortak bir kültürel ve dini faktörün etkin  olduğu bu bölgede , bu gelişme  elbette Türkiye için ciddi bir diplomatik başarıdır.  Genel olarak bakıldığında Türkiye, “genç” Balkan devletleriyle birlikte ortak geçmiş tarihini gözden geçirmek için gerçek bir diplomasi ve bilgi mücadelesi yürütüyor: Elbette onların Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olmalarından bahsediyorum. Fikir basit: “eksi”yi “artı” ile değiştirin ve ulusal kurtuluş hareketine kökten yeni bir bakış atın. Türkiye'nin bu süreçlere bakış açısı şu şekilde: Osmanlı İmparatorluğu'nda tüm halklar eşit derecede, eşit şartlarda ve ayrım yapmadan yaşadılar. Çöküşe gelince, Türk görüşüne göre, Osmanlı ayrılıkçılığının ve müteakip çıkarlarının sponsoru olan İngiltere, Fransa ve Rusya dahil olmak üzere emperyalist güçlerin etkisi altında gerçekleşti. Türkiye'nin kısmen bu çekinceden kurtulmayı başardığını belirtmek gerekir.


Türkiye yine kannatimce, Bulgaristan yönünde de başarılar gösteriyor. Yunanistan ve Ermenistan, "geçmişten" gelen nedenlerden dolayı başlıca Türk iyeye karşı sevimsiz tavırlar sergilemeye devam ediyorlar.  Halbuki tarihi hadiseleri, acıları tarihçilerin araştırması gerekir. Dolaysıyla bu iki ülkede ileriye bakmalı, tarihte yaşanan acıları unutmaları gerekir. Ancak ülkemiz bu her iki ülkeyle de ilişkilerinin "normalleşmesi" çerçevesinde diplomasi yapıyor.  Yunanistan'a özelden değinmek gerekirse  hâlihazırda Türk-Yunan ilişkilerinde bir  gerilim dalgası çok belirgin.

 

Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle ilişki düzeyini belirleyen etmenler ekonomik ve ekonomi dışı bileşenler olarak ifade edilebilir. Bu bileşenler geçmişin günümüze taşıdığı siyasal alanı da önemli derecede ve karşılıklı olarak etkilemektedir. Pek çok açıdan, Cumhurbaşkanımızın rolü ve diplomasisi devam eden yeniden düşünmede büyük rol oynuyor. Ülkenin ana "propaganda" yapısından bilgi desteği ile - Fahrettin Altun liderliğindeki Türkiye cumhurbaşkanlığı yönetimindeki İletişim Dairesi çalışmalarını çok makul yürütüyor. Ülkemiz Cumhurbaşkanı'nın internet sitesinde Başkan Erdoğan'ın gezisine adanmış 5 Eylül 2022 tarihli basın açıklamasınd; ‘’Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, meslektaşlarının daveti üzerine 6-8 Eylül 2022 tarihlerinde sırasıyla Bosna Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan'a resmi ziyaretlerde bulunacak. Önümüzdeki toplantılar, yukarıda belirtilen ülkelerle ikili ilişkileri tüm yönleriyle gözden geçirmeli ve ortak altyapı ve yatırım projeleri başta olmak üzere çeşitli alanlarda mevcut işbirliğinin daha da geliştirilmesini analiz etmelidir. Balkanlar'daki gelişmeler ve uluslararası meseleler hakkında görüş alışverişinde bulunulması da öngörülmektedir. Her üç ülkede de iş forumları düzenlenecek. Cumhurbaşkanımız Hırvatistan'ın Sisak kentindeki İslam Kültür Merkezi'nin açılış törenine de katılacak. Kamuoyunun dikkatine saygıyla sunarız." Bu medeni ve cesurane diplomatik açılı destekleyen Türkiye'nin önde gelen siyaset bilimcilerinden, Türkiye Siyasal, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SETAV) genel koordinatörü Burhanettin Duran bu ziyaretle ilgili kaleme almış olduğu  8 Eylül' 2022‘de tarihinde Sabah ve Daily Sabah gazetelerinde "Erdoğan'ın Balkanlar'daki liderliği ve Avrupa'nın çıkarları" başlıklı  makalesinde “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a son üç gündür Balkanlar gezisinde eşlik ettim. Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan'daki toplantılarda Türk lider, istikrar, güvenlik ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesine odaklandı. Erdoğan, bir dizi ikili anlaşma, iş forumları ve liderler arasındaki toplantıları içeren zamanında yaptığı gezi sırasında, dünyanın çatışmaya meyilli bölgesinde, gerilimi azaltarak ve barışı koruyarak önde gelen bir rol üstlendi, cümlelerine yer verdi.

 

2 Ekim 2022 'de seçime gidecek olan Bosna Hersek, 1995 yılında Dayton Anlaşmaları'nın yarattığı karmaşık ve işlevsiz siyasi yapıların yarattığı bir krizle  günümüzde karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.  Türkiye, her üç toplumla da yakın ilişkiler sürdürerek ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı'nın bir Sırp üyesi olan - kolektif federal devlet başkanı Milorad Dodik'in minnettarlığı göz önüne alındığında, Türk politikasının başarılı olduğu sonucuna varılabilir. Şüphesiz Türkiye, bu ülkenin Bosna toplumunun güvenliğini ve geleceğini güvence altına almakla kalmayıp, Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar arasında şiddetli çatışmaların önlenmesinde de aktif bir arabulucu görevi görmektedir. Başka bir deyişle Ankara, Bosna Hersek'in manevi garantörüdür.

 

Erdoğan'ın Sırbistan ziyareti, iki ülke arasında imzalanan yedi ikili anlaşmanın ötesinde de önemliydi. Sırp lider Aleksandar Vucic, ilişkilerde "Altın Çağ’ın başladığını söyledi ve Türk mevkidaşının liderliğini takdir ettiğini şöyle dile getirdi: “Erdoğan'ın yapıcı rolüne derin saygı duyuyoruz. Biz küçük bir milletiz ama o her zaman bu bölgeye büyük ilgi gösterdi. Bunun için minnettarız.” Vucic, Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili açıklamalarında Erdoğan'a saygısını da gösterdi. Türkiye Cumhurbaşkanı, zaman zaman ilgili hükümetlere gerekli mesajları göndererek, savaşan ülkeler arasında dengeli bir politika izlemektedir. Buna göre Sırp cumhurbaşkanı, Türk mevkidaşına Avrupa'nın hataları hakkında açıkça konuşabildiği ve Ankara'nın Moskova ile işbirliğini Avrupalıları rahatsız etmeden sürdürdüğü için minnettarlığını  dile getirdi. Türkiye Devlet Başkanı Erdoğan'ın hububat sevkiyatını mümkün kılmak için müzakereleri başlatması ve şimdi de müzakerelerde ateşkes için olasılıklar bulmaya çalışması, zatı alileri açısından diplomaside başarıdır.

 

Günümüzde halen AB'deki beceriksiz devlet başkanlarının savaşa destek vermeleri ise onlar açısından bu utanç vericidir.

 

Başkan Erdoğan, Rusya-Ukrayna savaşında aktif arabulucu rolünü kesinlikle iki katına çıkarmalı. Ne var ki çatışmanın yakın zamanda duracağına dair kesinlikle hiçbir işaret yok. Bununla birlikte, tahıl anlaşmasına aracılık eden Türkiye, nükleer bir soykırımı önlemede ve esir askerlerin değişimini kolaylaştırmada önemli bir rol oynadı halende ve bu rolünü halen diplomaside oynayabilir. NATO'nun doğuya doğru genişlemesiyle ABD'nin gerilim politikası yeniden başladığında, Yugoslavya savaşı yaşadık ve şimdi Ukrayna'da savaş var. Dolayısıyla cevap açık ve net: Elbette bunu önlemek istemeyen ABD'nin iradesine rağmen, yumuşama politikasını yeniden başlatmalıyız. Somut ve net bir ifadeyle belirtmek isterimki, bir barış planının sunulması ve ardından Moskova ve Washington ile görüşmelerde diplomatik kanallardan olasılıkların araştırılması gereklidir. Böyle bir barış planının, o zamanki Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroshenko'nun kendinin yeniden silahlanması için zaman kazanmak amacıyla kendi kabulüyle zaten engellediği 2014 Minsk Anlaşması'na dayanması gerekecekti.

 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Avrupa Birliği'nin Rusya'daki enerji fiyatlarını sınırlama kararından memnun değil, geçtiğimiz günlerde Ukrayna'nın tahıl ihracat destinasyonlarının sınırlandırılması çağrısında bulundu: “Muhtemelen tahıl ihracat destinasyonlarını sınırlamayı düşünmeliyiz ve bu planı geliştirdikleri için Erdoğan ile tartışacağım’’, dedi.

 

Başkan Putin, geçtiğimiz günlerde Rusya’yla  konuşan, güvenli diyalog sürdüren tek ülkenin Türkiye olmadığı konusunda ısrar eden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a yanıt veriyor gibi görünüyordu. Hiçbir Avrupalı ​​liderin Erdoğan ile Rus mevkidaşı arasında benzer bir diplomatik ilişki gösterebilecek durumda olmadığı açıktır. Yaptırımlar, ikili enerji ve gıda kriziyle birleştiğinde, Rusya'nın Ukrayna'yı “işgalini” tam bir Avrupa krizine dönüştürdü. Sonunda, Macron'un Avrupa'ya Rusları daha fazla yabancılaştırmaktan kaçınma çağrısı duymazdan gelindi.

 

Ancak, bu kış Avrupa Birliği'nde Başkan Erdoğan'ın bir sonraki açıklaması üzerine tartışmalara yol açabilecek bazı gelişmeler olabilir: "Rusya hafife alınacak bir ülke değil." Gerçekten de, Rus yaptırımlarının aslında Avrupa ekonomilerine zarar verdiği konusunda uyarıda bulunan yorumcular şimdiden sesini yükseltiyor. Tabii ki, Rus ekonomisi de bazı zorluklar yaşıyor. Yine de, Avrupa refah toplumlarının bu kötü koşullara direnmeye Ruslardan daha az eğilimli olduğuna inanmak için nedenleri var. Bu krizin arka planında, Başkan Erdoğan'ın Balkanlar gezisi, bölgenin iç olayları veya Ukrayna meselesi tarafından istikrarsızlaştırılmamasını sağlamak için kritik öneme sahipti.

 

Avrupa medyasında Türkiye'nin Afrika ve Balkanlar'daki artan varlığından endişe duyan yorumcuların sınırlamalardan mustarip olduğuna inanıyorum. Bu yeni belirsizlik çağında, büyük güçler arasındaki rekabet derinleşmeye devam ederken, Ukrayna krizi Avrupa'nın çok ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunun farkına varması için yeterli olmalıdır. Türkiye'nin kıtanın geleceği için elzem olduğunu anlamak için başka bir krize gerek yok. Buna göre Ankara'nın “Avrupa siyasi topluluğu” başta olmak üzere tüm platformlarda ve tüm girişimlerde aktif rol almasına izin vermek Avrupalıların çıkarınadır.

 

Yukarıdaki yayında kulağa gelen en temel şeye dikkat edelim. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisini sadece Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile konuşabilen değil, aynı zamanda onunla sorunları çözebilen bir lider olarak konumlandırıyor. Bununla birlikte yapılan “tahıl anlaşmasının’’ Rusya'nın yeni kabul ettiği Türk tarafının bir icadı ve girişimi olduğu fikrinin açıkça izini sürüyor. İster nükleer güvenlik ister gıda alanında olsun, diğer girişimler mantıklı olarak takip edilebilir. İkinci olarak, Burhanettin Duran'ın Balkanlar'da Türkiye'ye biçtiği rol ilginçtir - aynı Bosna-Hersek'in üç toplum arasındaki olası anlaşmazlıklarda bir "manevi lider", bir hakem rolü üslendiği gibi. Bu, Türkiye'nin Balkanlar'a yüz yılı aşkın bir aradan sonra "geri dönme" politikasıyla tamamen uyumludur. Üçüncüsü, Türkiye, tam teşekküllü bir Avrupa krizi bağlamında Balkanlar'ın güvenliğinin bir tür garantörü olan bir ülke olarak hareket ettiğine inanıyor. Bu anlamda bölgedeki misyonunu yerine getirmek için Türkiye Avrupa'ya yöneldi.

 

Balkanları uzun bir süre bir arada tutmayı başarmış olan ‘Osmanlı Barışı’nı ikame ettiği izlenimini veren fakat bu izlenimde pek net olmayan ‘Avrupa Barışı’nın bir ayağında Türkiye’nin var olduğu unutulmamalıdır.  Bunların oldukça güçlü tezler olduğuna dikkat edin. Özellikle Türkiye'nin, Kuzey Akım yoluyla arzın askıya alınmasından sonra önemi hızla artan Türk Akımı doğalgaz boru hattının “ana sahibi” olduğu düşünüldüğünde, Türkiye hala "tahıl anlaşmasına" taraftır. Hem enerji hem de tahıl, Balkan devletlerini endişelendiren unsurlardır.

 

21 Ekim 2022, Lüksemburg

 

 

 

 

 

 

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}