Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -
      Europäische Institut für Menschenrechte - Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu -

Yahudileri öldürmek özgürlük mücadelesi değildir.

Yahudileri öldürmek özgürlük mücadelesi değildir.

Prof. Dr. Dr. Ümit Yazıcıoğlu

 

"FKÖ'nün lideri ve Filistin devriminin öncüsü olarak, resmi yetkimle burada ifade etmek istiyorum ki, Filistin'in yarınına dair umutlarımızı paylaşırken, burada yaşayan tüm Yahudileri, gelecekteki bir devlet vizyonumuza dahil etmek istiyoruz. Filistin, barış içinde ve herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadan birlikte yaşamak istiyor."

Yaser Arafat

"Bir lider, halkını savaşa göndermeden önce iki kez düşünmeli; aksi takdirde liderlik ona uygun değildir."

Golda Meir

Giriş

El Ahli Hastanesi'ne yapılan saldırı, Gazze'deki son çatışmanın yıkıcı yüzünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Orta Doğu'nun karmaşık ve uzun süredir süregelen bu sorunun çözümü hala belirsizliğini korurken, sivil nüfusun yaşadığı acılar ve tahribat, bu sorunun ne kadar derin ve insan hayatını ne kadar etkileyebileceğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Bu makalede, Gazze'deki El Ahli Hastanesi'ne yapılan saldırının ardından yaşanan olayları ve bunun bölgedeki daha geniş çatışmanın bir yansıması olduğunu ele alacağız. Aynı zamanda, taraflar arasındaki farklı perspektifleri ve çatışmanın barışa olan etkilerini inceleyeceğiz. Sivillere yönelik saldırıların uluslararası hukuk ve insan haklarına aykırı olduğu gerçeğini vurgulayacak ve bu tür ihlallerin sona erdirilmesi gerekliliğini vurgulayacağız. Gazze'deki son çatışma, tüm dünyanın dikkatini çekmiş ve birçok insanın bu krize bir çözüm bulma konusundaki isteğini yeniden canlandırmıştır. İsrail ve Filistin arasındaki uzun süredir devam eden çatışmanın çözümü zorlu bir görev olsa da, barışa ve istikrara ulaşma umudu hala yaşamaktadır. Bu makalede, Gazze'deki son olayların ardından bu umudu canlı tutma gerekliliğini ve çözüm arayışlarını ele alacağız.

 

Yahudileri öldürmek özgürlük mücadelesi değildir.

Ortadoğu'da meydana gelen son çatışma, Filistin lideri Yaser Arafat'ın geçmişte Filistin'in geleceği konusundaki umutlarını paylaşırken ve İsrail Başbakanı Golda Meir'in liderliğin sorumluluğuna dikkat çekerken ifade ettiği sözlerin ötesine geçen bir acı gerçeklik sunmaktadır. Her iki liderin barışa yönelik farklı perspektiflere sahip olmalarına rağmen, çatışmanın acımasız doğası ve sivil nüfusun yaşadığı acılar, bu sözlerde vurgulandığı gibi çok önemli bir konudur. Ayrıca, bu çatışmanın Filistin ve İsrail sınırlarını aşma potansiyeli taşıdığı ve uluslararası bir krize yol açabileceği göz ardı edilmemelidir. Taraflar arasındaki kışkırtıcı şiddet ve bu şiddetin yıkıcı sonuçlarına odaklanarak, çatışmanın daha fazla tırmanmasını önlemeye yönelik çabaların büyük bir önem arz ettiği de açıktır

 

Gazze'ye yönelik mevcut saldırının bir an önce sona ermesi ve hayatların kurtarılması gerekiyor. Ateşkes ilan edilip yürürlüğe girdikten sonra hepimizin aklını meşgul eden basit soruya cevap ortada kalıyor. Birisi Filistinlilere 75 yıllık mülteci krizini, Batı Şeria ve Filistin'deki 56 yıllık işgali, 16 yıldır Gazze kuşatmasını sona erdirecek sağlam ve inandırıcı bir yol gösterebilir mi? Bu sorunun İsraillilere ve ABD Başkanı Biden dahil uluslararası topluma sorulması gerekiyor. İki devletli çözüm konusunda küresel bir fikir birliği varsa, onlarca yıldır süren katliama son vermek ve bölge halklarının barış içinde yaşamasını sağlamak için artık bir yol haritasına ihtiyaç var. SAVAŞA SON VERİN

 

Sivillere yönelik saldırılar uluslararası hukukun açık bir ihlali ve insan haklarına aykırıdır. Gazze'deki El Ahli Hastanesi'ne yapılan saldırılar da bu tür bir ihlaldir. Muhtemelen bu F 16’dan atılan MK 84 (930 kg) bomba, tapası değiştirilerek akıllı mühimmata değiştirilmiş, bu akıllı mühimmat eğer araziye düşerse evet bir krater açar, ama çok katlı bir binaya atıldıysa ilk katta önce tahrip başlığı, zemine ulaşmadan da ana imla hakkı patlamış Olabilir. Ancak otoparktaki araçların yandığını düşünürsek, buraya birden fazla bu mühimmattan atıldığını varsayabiliriz. Ayrıca F16 dan bunun atılması için, Gazze üzerinde uçmaya da gerek yok, çok daha uzaktan da atılmış olabilir. Sivillerin, hastane çalışanlarının ve hastaların güvenliği ve sağlık hizmetlerine erişim hakları korunmalıdır. Bu tür olayları durdurmak ve sivillere yönelik saldırıları sona erdirmek için uluslararası toplumun, Birleşmiş Milletler ve diğer ilgili kuruluşların devreye girmesi önemlidir. Ayrıca, bu tür ihlalleri işleyenlerin soruşturulması ve sorumluların adalet önüne çıkarılması gereklidir. İnsanlık bu tür ihlallerin sona erdirilmesini talep etmeye devam etmeli. Ayrıca, sivil toplum, aktiviteleri ve hükümetler bu tür olaylara karşı seslerini yükseltmelidir. Savaş ve çatışma bölgelerinde sivillere yönelik saldırılara son verilmelidir. 

 

İsrail ise bu saldırıyla ilgile bunun Gazze'den gelen ve İsrail'den ateşlenmeyen bir roket olduğuna dair açıklama yaptı. Dolayısıyla bu açıklamayla ilgili İsraillin ezici kanıtları basitçe göz ardı edilemez. Daha çok bir yangına benzeyen patlamanın özellikleri, iki Hamas üyesi arasında füzenin ateşlendiğine dair konuşma içeriğin tespit edilmesi. Uydu kayıtları, fırlatıldıktan kısa bir süre sonra düştüğünü ve İslami Cihat grubuna ait olduğunu işaret ediyor. Öfkeyle dolu dar görüşlü insanlar görmek ve duymak istediklerini görür ve duyarlar. Şu anda neredeyse hiç kimse gerçekleri duymak istemiyor. Sosyal medyanın algoritma odaklı mantığında neyin doğru neyin yanlış olduğuna saniyeler, dakikalar içinde karar veriliyor. Bu sadece, savaşın sisli ortamında duraksaması veya 'Henüz bilmiyoruz' demesi eskisinden çok daha az zaman alan geleneksel medyayı harekete geçirmiyor. Devlet daireleri, partiler ve STK'ları da yanlış tarafta olduklarından şüphe edilmemek için giderek daha fazla hızlı düzeltmelere başvuruyor. Orta Doğu'daki savaş, sosyal medyanın medyayı ve siyasi faaliyetleri yönlendirdiğini bir kez daha gösteriyor.

 

Mevcut durum

Resmi rakamlara göre İsrail'de Hamas'ın saldırısından bu yana 1.400 civarında kişi öldürüldü. Gazze'deki yetkililere göre İsrail'in hava saldırılarında 3 bin 300 civarında Filistinli hayatını kaybetti. Uluslararası hukuka göre İsrail'in kendisini savunmasına izin veriliyor ancak sivillere saldırmasına izin verilmiyor. Hamas, altyapısı için özellikle sivil tesisleri kullanıyor ve oradan İsrail'e roketlerle saldırıyor. Gazze nüfusunun yaklaşık yarısı, barınma ve yiyecek sıkıntısının yaşandığı GazzeŞeridi'nin güney kısmına kaçıyor. Kahire, Mısır sınırını kapalı tutuyor. Mısır tarafında yardım malzemelerini taşıyan 100'den fazla kamyon Gazze Şeridi'ne doğru yola devam etmek için izin bekliyor.

 

Netanyahu'nun Mısır'dan Gazze'ye yardım sevkiyatını engellememe sözünü vermesi Ortadoğu'daki şiddet dinamikleri açısından değerlendirildiğinde biz insan hakları savunucuları açısından büyük bir başarıdır. İntikam ne bir strateji ne de taktiktir. İsrail hükümetinin vatandaşlarını korumanın sadece hakkı değil, görevi de var. Bu konuda başarısız oldu. Bu kritik saatlerde rehinelerin derhal serbest bırakılması için diplomatik kanallar vasıtasıyla çalışmalıdır. İsrail acilen Kayıp kişilerin yerini tespit etmek ve sivilleri savaş bölgesinden güvenli bir yere getirmek için mümkün olan her şeyi yapmalıdır. Gazze'ye tank göndermek veya insani amaçlarla gerekli olan altyapıyı yok etmek ve Gazze'deki sivil nüfusu bombalamak İsrail için bir çözüm değildir, zaten felaket olan durumu daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla bu Gazze’ye tank gönderme düşüncesinden derhal vaz geçin.

 

Almanya güvenlik açısından tehdit altındadır.

Hamas (Harakat Al-Muqawama Al-Islamia), İslami Direniş Hareketi anlamına gelir. İslamcı bir örgüttür. 1987 yılında Müslüman Kardeşler'in Filistin kolu olarak kuruldu ve başlangıçta kendisini sosyal hizmetlere ve dini propagandaya adadı. 2006 yılında Gazze Şeridi'nde seçimleri kazandı ve o zamandan beri iktidarda. Barış girişimlerini reddediyor ve siyasi muhalefeti ve ifade özgürlüğünü bastırıyor. Hamas uluslararası alanda terör örgütü olarak sınıflandırılmakta, İran, Suriye ve Lübnan tarafından desteklenmektedir.

 

Hamas'ın Tüzüğü 1988'de Hamas'ın imajını ve siyasi hedeflerini özetleyen bir metin yayınlandı. Bu metinde İsrail'in var olma hakkı Hamas tarafından reddediliyor. Hamas'a göre Filistin'in Gazze Şeridi, Batı Şeria ve İsrail bölgelerini içermesi gerekiyor. Hamas Tüzüğü Anti-Semitik ve anti-Siyonist bir metin, tüm Yahudilere karşı şiddete ve cihada çağrı yapıyor. Hamas'ın tüzüğü bir Filistin devleti kurulması çağrısında bulunuyor ve bu amaca ulaşmak için açıkça Yahudilerin öldürülmesi çağrısında bulunuyor. Yahudi düşmanlığı pek çok söylemi de şekillendiriyor. İslam'ın temel eserleri ve “Müslüman Kardeşler”in beyanları Hamas'ın geçmişteki tarihi referans noktalarıdır. Dahası, "Hamas" tüzüğünde, "Siyon Büyüklerinin Protokolleri"ne açıkça atıfta bulunulmasından kaynaklanan, Avrupa'daki Yahudi düşmanlığının ajitasyon cephaneliğinden yararlanıyor. Metinde yer alan Yahudi karşıtlığı ve Siyonizm karşıtlığının somut sonuçlarına gelince, Ortadoğu'da patlak veren bu yeni çatışma, vahşi bir şekilde sürüyor.

 

Almanya'nın Orta Doğu'daki bu savaş nedeniyle tehdit altında olduğunu düşüncesindeyim. Zira Hamas-İsrail arasındaki bu kirli çatışmaların uyuyan hücreler tarafından Almanya’ya taşınılmaya çalışıldığının işaretleri var. Uyuyan terör hücrelerinin Alman güvenlik güçlerine, Alman kurtarma görevlilerine ve aynı zamanda gazetecilere ve sivillere karşı çok ciddi tehditler oluşturduğu malum. Bu terör hücrelerinin tehditlerinin aşırı şiddet ile devam edeceği kelimenin tam anlamıyla görülüyor.

 

İsrail'in Hamas ile “İslam Devleti” (İD) arasındaki ilişkinin var olduğuna dair açıkladığı açıklamalara ilişkin, dinci terörist DAEŞ'in bitmediğini, hâlâ onun hareket etmesini sağlayacak yapılara sahip olduğunu tüm terörizm konusunda çalışma yapan uzmanlar dile getiriyorlar. Hamas ile DAEŞ arasında doğrudan bir bağlantının olduğunu görmüyorum ancak “ruhsal eşitlik” görüyorum. Filistinlileri Hamas'la aynı terazide tartmak doğru değildir. Hamas yanlış eylemleriyle kendi halkına aslında fark etmeden zarar veriyor. Hamas'ın İsrail'deki saldırıları, Berlin'deki kundaklama saldırısının da gösterdiği gibi, Almanya'daki Yahudileri de tehdit ediyor. Devlet onların güvenliğini sağlamak için her şeyi yapmalıdır.

 

Bundan tam 23 yıl önce Charlotte Knobloch bir röportajında "Yahudilerin paketlenmiş bavulların üzerinde oturduğu dönem sona erdi ve bavullar bir daha asla dışarı çıkarılmayacak" dedi. Münih ve Yukarı Bavyera Yahudi Cemaati başkanının bu iyimser açıklaması milenyumun başlangıcından kısa bir süre sonra geldi. Bu, neo-Nazi çetesi NSU'nun gerçekleştirdiği bir dizi cinayetin ortaya çıkmasından, Halle ‘deki sinagoga yapılan saldırıdan, Nazi dönemini önemsizleştiren AfD figürlerinin siyasi yükselişinden ve artan Yahudi karşıtı suç dalgasından önceydi. İkincisi, aşırı sağcılar ve İslamcıların ideolojik ittifakına bağlılar. İsrail'de 1.500'den fazla insanın Hamas teröristleri tarafından öldürülmesinden bu yana Alman meydanlarında ve sokaklarında yaşananlar, şimdi daha da kötü korkulara yol açıyor.

 

Almanya’da yaşayan Hamas destekçilerinin bir Alman ile veya bir Alman olmadan açıkça yaptıkları dizginsiz Yahudi nefreti var. Şeker dağıtılarak kutlanan, bebeklerin vahşice öldürülmesinin sevinci, Yahudi düşmanlığıdır. Yahudilerin yaşadığı evlerin cepheleri, saldırıların hedefi olarak SA ve SS tarzında Davud Yıldızları ile işaretlenmiştir. Hamasın yaptığı katliamdan bir hafta sonra Berlin'de bir Yahudi cemaatine kundaklama saldırısı düzenlenmesi ne yazık ki şaşırtıcı değil. Alman devleti söz verdiği gibi Yahudi vatandaşlarının güvenliğini sağlayabilecek mi? Her halükârda onların çantalarını toplamalarını engellemek için elinden geleni yapması gerekiyor. Alman devleti söz verdiği gibi Yahudi vatandaşlarının güvenliğini acilen sağlamalıdır.

 

Savaşın acımasızlığı

Savaşın acımasızlığı ve sivillerin maruz kaldığı ölümcül güç kullanımı, insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır. Savaşın, her iki tarafın da radikal bir şekilde saldırı modunda olduğu bir dönemde patlak verdiği göz önüne alındığında, daha fazla kayıp ve yıkımın kaçınılmaz olduğunu düşünmek zorundayız. Bu bağlamda Avrupa’nın göbeğindeki Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşa değinmek gerekir. Ukrayna'da Rusya özellikle Kuzey Askeri Bölgesi'nde başarı elde etmek için büyük bir öneme sahip olsa da Filistin ve İsrail'deki çatışmanın tüm dünyayı endişelendirmesi gereken nedenlerinin bulunduğunu unutmaması gerekir.

 

Bu tür çatışmalar, genellikle benzer nedenlere dayanır ve çatışmaların sonlandırılması için insanların iletişim kurma ihtiyacını vurgular. Filistinliler ve İsrailliler arasındaki yeni çatışmanın, bölgesel bir savaşa dönüşme potansiyeli taşıdığı göz ardı edilemez. Bu çok kötü bir senaryo, eğer gerçekleşirse, bu durum küresel bir krize yol açabilir. Her gün, bu çatışmanın yarattığı dehşetin sonuçlarını izliyoruz. Özellikle Gazze Şeridi'nde bir Baptist hastanesine düzenlenen roket saldırısı, yüzlerce insanın ölümüne yol açtı. Birçok insan ağır yaralandı ve hayatlarının geri kalanında sakatlıkla mücadele etmek zorunda kalabilirler. Bu tür barbarca eylemler, insancıl hukuka aykırıdır ve şiddetle kınaması gerekir. Ancak ne yazık ki, bu tür dehşetler bölgede art arda yaşanan olayların sadece sonuncusu değil ve sonuncusu olarak bile görünmüyor.

 

Silah tedarikinden Kimin sorumlu olduğu sorusu

Ortadoğu'da patlak veren bu yeni bir çatışmanın ardında kimin sorumlu olduğu sorusu akla gelmektedir. Bu çatışmanın kökenleri uzun bir geçmişe sahiptir, ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin rolü, her dönemde daha büyük bir etken olmuştur. Tarihsel olarak, ABD, 1947 yılında BM Genel Kurulu'nda kabul edilen bir kararda, İsrail'in ve Arap devletlerinin kurulmasını desteklemiştir. 1960'lardan itibaren ise Amerika Birleşik Devletleri, Arap-İsrail savaşlarında bir tarafı desteklemiş ve silah tedarik etmiştir. Bu, Washington'un Orta Doğu'ya silah tedarikinin Amerikan şirketlerine büyük ve sürekli kar getirdiği bir stratejik tercihi yansıtmaktadır. Bölgenin stratejik önemi ve sürekli istikrarsızlık Washington için kritik olmuştur ve bu istikrarsızlığı sürdürmenin en iyi yolunun ne olduğunu bulmuşlardır.

 

Amerika Birleşik Devletleri, 20. yüzyılın ikinci yarısında uluslararası düzeyde bu tür stratejileri uygulamıştır. İnsanları bölmüş, farklı grupları silahlandırmış, bir kısmını iktidara getirmiş ve sonra bu grupları atarak, kendileri için daha avantajlı bir durum yaratmışlardır. Bu sadece Orta Doğu'da değil, Kore, Vietnam, Angola gibi farklı ülkelerde de görülmüştür. Bu, kanla yazılmış bir tarih listesi haline gelmiştir. Yeni milenyumla birlikte bu strateji daha da güncel hale gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin liderleri, bu tür yöntemlerle elde ettikleri nüfuzlarını koruma konusundaki şüpheleri aşarak, sürekli olarak bu tür politikaları uygulamaya devam etmektedirler.

 

Amerika Birleşik Devletleri ve NATO ülkeleri aynı zamanda, Ukrayna'daki rejime destek sağlamış ve büyük miktarda silah göndermiştir. Ayrıca Afganistan'dan yapılan tahliyeler sırasında birçok insan geride bırakılmıştır. Bu, vasal ülkelerin silahlarının çalınması ve çeşitli terörist grupların eline geçmesine yol açmıştır, ancak bu durum pek dikkate alınmamıştır.

 

Netice olarak, Amerikan yapımı silahlar İsrail de dahil artık farklı bölgelerde kullanılmakta ve ölümlere neden olmaktadır. Şaşırtıcı bir şekilde, ABD Kongresi, Hamas'ın bu silahları nereden edindiğini araştırmak için acil bir çağrı yapmaktadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri'nin bu tür tedariklerin yanı sıra silah ticaretine olan katkısı pek sık gündeme gelmez. Bu ikiyüzlülüğü yansıtan bir durum olarak görülmektedir.

 

Barış görüşmeleri

Ortadoğu'daki barış görüşmeleri sıklıkla Washington'un katılımıyla gerçekleşir, ancak genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail ile olan yakın müttefik ilişkileri nedeniyle başlangıçta Washington'un elinde olan bir durum olsa da, genellikle hayal kırıklığına yol açar. Bu konuda tipik bir örnek, eski Başkan Trump'ın dönemidir. Başkanlık zaferinin ardından, Filistin-İsrail çatışmasını çözme ve tarafları barışa kavuşturma sözü verdi. Ancak kısa bir süre sonra Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınmasını emretti, bu da ciddi bir krize yol açtı. Önceki yönetimler ise Kudüs sorununu daha fazla gerilimi önlemek amacıyla sık sık ertelemişti.

 

Trump yönetimi, Kudüs'ün İsrail'e ait olduğunu tanıdı ve İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki haklarını kabul etti. Ayrıca, uluslararası hukuka aykırı olarak Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki İsrail yerleşimlerini onayladı. Ayrıca, uzun süredir devam eden Filistin-İsrail sorununu çözmek için sunulan "yüzyılın anlaşması" adlı plan, Filistinlileri toprak haklarından mahrum bırakacak şekilde tasarlandı. Tüm bunlar, Arap dünyasında büyük öfkeye ve şiddetin tırmanmasına yol açtı. Bu gelişme Uluslararası kuruluşların, Filistin ve İsrail temsilcileri ile arabuluculuk yapmak üzere toplantılara katılan devletlerin de yardımıyla yürütülen müzakere sürecini zorlaştırdı.

 

Sonuç olarak, Washington'un bu tür müdahaleleri sık sık çözüm yerine daha fazla karmaşıklığa ve şiddete yol açıyor gibi görünüyor.

 

En önemli barış girişimlerinin ve bariz başarıların askıya alınması gerektiği, ki bu Washington'un politikasıyla tutarlıdır. Ne yazık ki, hiçbir ABD yönetimi Orta Doğu'da tarihi bir çözüm veya 29 Kasım 1947 tarihli BM Genel Kurulu kararının uygulanması konusunda ciddi bir ilgi göstermedi. Bu sadece İsrail'in Filistin devletinin kurulmasına yönelik tutumuyla ilgili değil. Esas mesele, Amerika Birleşik Devletleri için istikrarsız, silahlarla dolu ve patlayıcı bir bölgenin son derece faydalı olduğunun anlaşılmış olmasıdır. Sorunlar olduğunda, Amerikalıların yardımına ihtiyaç vardır. Onlar olmadan hiçbir yerde meseleler hal olmaz. Mevcut değilse, Amerika'nın etkisi ve büyük getirisi ciddi bir şekilde azalır. Dolayısıyla, kontrollü istikrarsızlık Amerika'nın önemsediği bir şeydir.

 

Amerika bölgede güç kullanma yoluna gitmektedir

Şu anda Amerika, bölgede liderlik etkisini göstermeye çalışırken güç kullanma yoluna gitmektedir. Diplomasi yerine silahlar ve askeri destek sunarak, çatışmanın ciddiyetini artırmaktadır. Bu, İsrail'e daha fazla silah tedarik etmek için Kongre'ye sunulan 2 milyar doları aşkın bir yardım paketi gibi somut adımlarla kendini göstermektedir. Ayrıca, İsrail, Ukrayna ve Tayvan'a yapılacak yardımları birleştirme ve meşrulaştırma girişimleri de sıradanlaşmıştır. Bu, Amerika'nın devam eden çıkarlarını korumak için klasik ve kanıtlanmış yaklaşımları kullanması olarak değerlendirilebilir.

 

Sonunda, Washington'un kuklası haline gelen Avrupalı liderler, Filistin-İsrail çatışmasının şiddetlenmesinde çaresizlik içinde ve başarısızlıkla bir "Rus izi" aradılar. Bu tür zorlamaların öngörülebilir olduğu bir gerçektir. Açık ve somut gerçekleri görmezden gelirler ve çatışmanın her iki tarafındaki kan ve ölümü güzel boş sözlerle örtmeye çalışırlar. Kiev de, gelecekte daha fazla destek ve silah yardımı alamama ihtimalinden kaygılanan, kuklacıların arkasında durmuyor. Ayrıca İsrail, umutsuz bir şekilde kıskançlıkla izlenirken ve desteğini talep ederken önemli bir rol oynuyor.

 

Şu an kimin ne söylediğinin bir önemi yok

Sadece şu anda kimin ne söylediğinin bir önemi yok. Önemli olan ne yaptığıdır. Şu anda, dünya toplumu ve uluslararası kuruluşlar için gerçek sorun, Orta Doğu'da barış sürecinin yeniden başlamasını kolaylaştırmaktır, ancak bu son derece zor ve umutsuz bir görevdir. Sorunun kesin bir şekilde çözümü, tam anlamıyla kurulmuş bir Filistin devleti oluşturmak ve 1947'den bu yana alınan tüm temel siyasi kararların uygulaması zaruridir. Ancak bunu başarmak şu an için çok zayıftır ve çoğu kişi ve devletler askeri hedeflere odaklanmış durumdalar. Alternatifler ise daha da kötü: uzun yıllar sürecek bir savaş veya hatta nükleer güçlerin müdahale tehlikesi. Bu nedenle, tüm dünya devletleri Orta Doğu'da tam anlamıyla çözüme yönelik müzakerelere yeniden başlama arzusu taşımalı. Ancak, BM Güvenlik Konseyi'nin ateşkes ilanı ve müzakerelerin başlatılması yönündeki çağrısını reddeden Amerika ve müttefikleri ile başta Rusya ve Çin olmak üzere tüm dünya devletleri karşılaşıyorlar. Bu nedenle olayların herhangi bir şekilde gelişmesine bu iki güçlü devlette hazır, ne yazık ki bu hazırlık üzücü bir durum.


Sonuç:

Gazze'deki El Ahli Hastanesi'ne yönelik saldırı, Orta Doğu'daki çatışmanın karmaşıklığını ve yıkıcılığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu tür şiddet eylemleri, sivil nüfusun hayatını riske atmaktadır ve uluslararası hukuka aykırıdır. Sorunun çözümü için daha fazla insanlık dışı acıların yaşanmaması gerektiğini vurgulamak önemlidir. İsrail ve Filistin arasındaki bu uzun süredir devam eden çatışmanın barışçıl bir çözüme ihtiyacı vardır ve tüm tarafların bu konuda iş birliği yapmaları gerekmektedir. Gazze'deki son olaylar, barışa olan ihtiyacı ve çözüm arayışlarını bir kez daha gündeme getirmiştir. İnsanların yaşamlarının korunması ve bölgenin istikrarı için tüm tarafların çatışmayı sonlandırma ve barışçıl bir çözüm arayışına odaklanma zamanı gelmiştir.

 

Gazze'ye yönelik saldırıların artması, daha fazla insani acı, kayıp ve hüsran anlamına gelir. Çocukların, kadınların ve masum sivillerin hayatını kaybetmesine neden olan saldırılar, güvenliğin tesis edilmesine yardımcı olmaz, aksine engeller. İnsanlık dışı uygulamalarla barış ve istikrar sağlanamaz. Ne yazık ki, İsrail yönetimi uluslararası toplumu tatmin etmekten uzaklaşarak radikal eylemlerle tanınmıştır. Batılı ülkelerin teşvik ettiği ve bazı medya kuruluşlarının meşrulaştırmaya çalıştığı bu şiddet olaylarını sona erdirmek sorumluluğumuzdur.

 

Tüm ülkeleri ve uluslararası kuruluşları, Gazze'de insanların güvenliğini sağlamak için girişimlere destek olmaya davet ediyoruz. İsrail yönetiminden, sivillere zarar verme amacını genişletmemesi ve insan haklarına saygı göstermesini talep ediyoruz. Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar ve bu bölgede yaşayan herkesin güvence altına alınması için yeni mekanizmaların kurulmasıyla bölgenin kalıcı istikrara kavuşacağına inanıyoruz. Türkiye, masum insanların hayatını kaybetmemesi, daha fazla insani trajedi yaşanmaması ve Filistin sorununun barışçıl bir çözüme ulaşması için üzerine düşeni yapmaya devam edecektir.

 

20 Ekim 2023, Lüksemburg

Empfehlen Sie diese Seite auf:

Druckversion | Sitemap
{{custom_footer}}