Ümit Yazıcıoğlu
ABD Başkanı Joe Biden, Tahran ile nükleer anlaşmaya dönmek istiyor. Ancak iki önemli oyuncu uzlaşmaz bir şekilde karşı karşıya gelmiş durumdalar. Hiçbir uluslararası mesele, İran'la müzakerelerde olduğu kadar utanmazca kandırılmamış ve abartılmamıştır. Hadiseyle ilgili herkesin gizli bir gündemi var. İç siyasi düşünceler belirleyici oyuncuları felç ediyor. Üç büyük oyuncunun hiçbiri - ABD, İran ve İsrail - dışarıdan olduğu kadar meseleyle objektif olarak ilgilenmedikleri gibi, sorunun çözümüne de egemen olan reçetelere sahip değiller.
Daha yeni seçilen Amerikan Başkanı Joe Biden, Donald Trump'ın 2018'de terk ettiği İran'la yapılan nükleer anlaşmayı kurtarmak istediğini seçim kampanyasında sıkça dile getirmişti. Ancak göreve başlamasından yalnızca 31 gün sonra Biden, geçen hafta, İran'ın desteklediği Suriye'deki Şii milislerin üzerlerine ilk bombaları attırdı. Başından beri "İran anlaşmasına" karşı olduğunu açıklayan Biden‘ in rakibi olan Donald Trump, da ilk hava saldırısından önce 77 gün geçmesine izin vermişti.
Acaba Biden, diplomasi şansını çoktan bozup yırtıp attı mı? İran, Avrupa Birliği'nin yeni müzakerelere aracılık etme teklifini derhal reddetti. Geçen hafta ABD operasyonundan önce Irak'taki Amerikan kışlalarına roketlerle saldırı düzenlendi. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Tahran, hadisenin arkasında parmağı olduğunu reddediyor. Ve yine de mesaj iletiliyor: bir anlaşmaya ihtiyacımız yok, kendimizi müzakere masasında bombalamanıza izin vermiyoruz.
İran’ın bu tavrı son söz olmak zorunda değil. Ancak yenilenen müzakereler muhtemelen aldatıcı, gürültülü ve kirli olacaktır. Taraflar birbirlerini şeytanlaştırmaya devam ediyor. İHA'lar, hedefli cinayetler ve karşılıklı lanetlerle ilan edilmemiş savaş şimdilik devam ediyorlar ve bu durum şimdiye kadar çok iyi biliniyor. Ancak bu durumun deja vu etkisi aldatıcıdır.
Riyad, Kudüs ve Tahran arasında hiçbir şey Washington'un iyi ya da kötü diye son sözü söylediği günlere benzemez. Önümüzdeki haftalardaki diplomatik dramlar ABD, İran ve İsrail dışında tüm katılımcılar ki bunlar Ruslar, Çinliler ve Avrupalılar var ve hepsi kendi çıkarlarının peşinde koşuyorlar. Ve bir anlaşma istediklerine kutsal bir şekilde yemin edenler, genellikle anlaşmaya uyumsuz bir her şeyi ifade edecekler.
Açıktır ki, Amerika acısından dış politikasını tekrar etme, Ortadoğu'yu zorla düzenlemeye çalışma ve böylece yeni bir düzensizlik üretme zorunluluğundan kaçmak artık kolay değildir. Irak savaşına verdiği destekten alenen pişmanlık duyan Biden, aslında bu kalıptan çıkmak istiyor. Anlaşmaya dönüşün açıklanmasıyla birlikte birkaç ana nedeni var.
İlk ki, önce daha çok konuşun, daha az ateş edin. Biden, İran'ın nükleer programını kontrol altına almak ve ardından ek anlaşmalar yoluyla Tahran'ın Irak, Suriye ve Yemen'deki saldırganlığını geri püskürtmek istiyor. İkincisi: Trump'ın dış politikasının çözülmesi. Sözleşmeyi ihlal etme ve "azami baskı" stratejisi İran'ı ekonomik olarak zayıflattı, ancak nükleer programın stratejik mantığını doğruladı: Düşmanlarla dolu bir dünyada, İran'ın akla gelebilecek her türlü savunmaya ihtiyacı var. Üçüncüsü, Amerikan dış politikasının yeni öncelikleri. Biden hükümeti (seleflerinin kışkırttığı) bitmeyen savaşlardan ve çatışmalardan bıkmış durumda ve daha önemli şeylere konsantre olmak istiyor. Yeni Dışişleri Bakanı Tony Blinken geçen hafta yaptığı ilk konuşmada sekiz öncelik belirledi. Ortadoğu dışarıda, Uzak Doğu içeride. Corona, iklim ve Çin ABD hükümetinin gündeminde. Bu sorunların yarattığı baş ağrısını gidermek için İran'la meselenin halledilmesi gerekiyor.
Bu arada Cumhuriyetçiler, Biden'ı mollalara hediyeler veren ve İsrail'e ihanet eden bir yatıştırma politikacısı olarak damgalamayı bekliyorlar. Kongredeki Demokratlar arasında bile orijinal anlaşmanın pek çok muhalifi var. Suriye'deki bombalama resmi olarak İran destekli milislerin Irak'taki bir ABD üssüne yaptıkları önceki saldırıya misilleme olarak hizmet etti. Ama aynı zamanda Biden'ın Amerikan Kongresi'ndeki eleştirmenlerine de bir işaretti: Müzakere etmek istiyoruz, ancak yumuşak değiliz. Fakat aslında Orta Doğu'da evde sert görünmek için ikincil hedefleri bombalamak bir güç işareti değil.
Tıpkı Biden'ın güçlü kampanya açıklamalarıyla çelişen ABD'nin en utanç verici müşterisi Suudilerle yaptığı ilişkiler gibi. Başkan, istihbarat servislerinin değerlendirmesini, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın muhalif Cemal Kaşıkçı'nın 2018'de İstanbul'daki Suudi konsolosluğunda suikast emrini verdiğini kamuoyuna açıkladı. Ve yine de tahtın güçlü varisinin bundan paçayı sıyırmasına ABD yönetimi günümüzde izin veriyor. Sadece astlara karşı yaptırımlar var, yöneticiler bağışlandı.
Biden'ın Riyad'la ilgili herhangi bir strese ihtiyacı yok, çünkü krallık ABD ile Tahran'daki baş düşman arasındaki anlayışı bozabilir. Yani Biden, baskıyı nazikçe artırıyor: Yemen'deki Suudi liderliğindeki koalisyonun savaşına artık Amerikan desteği yok, bazı silah teslimatları askıya alındı. Tahtın varisine işaret verildi: Sizi tekrar kancadan kurtaracağız, ancak tırmanmaya hazırız. İran konusunda bize karşı çalışmak isteyip istemediğinizi düşünmek daha iyi.
Joe Biden, Tahran'ın ilk adımı atmasını ve 2015 anlaşmasının tüm koşullarını yeniden yerine getirmesini talep ediyor. İran Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani, bunun tam tersini, ABD'den önce harekete geçmesini ve tüm yaptırımları kaldırmasını talep ediyor.
Ruhani, Amerikalı meslektaşı ile aynı sıkışık noktadadır: O da anlayış karşıtlarının, muhafazakarların ve sertlerin çoğunluğa sahip olduğu bir parlamentoyla karşı karşıyadır. Meclis, daha fazla taviz verilmesini önlemek için yasalar çıkardı.
Ruhani, o dönemde yüce devrimci lider Hamaney'in kutsamasıyla, 2015'te bu güçlere karşı nükleer anlaşmayı uygulayabildi. Ancak detant politikasının İranlı düşmanları, Trump yıllarında iyi argümanlar toplayabildiler. Trump, nükleer programı kontrol altına alma karşılığında ABD'nin İran'ı ekonomik olarak yeniden dünyaya bağlama sözünden vazgeçti. İran başlangıçta anlaşmanın tüm şartlarını yerine getirmesine rağmen, yaptırımlar kaldırılmadı, aynı zamanda sıkılaştırıldı. Kendi bilgilerine göre, İslam Cumhuriyeti o zamandan beri 250 milyar dolar gelir kaybetti. Anlaşmayı destekleyenler, özellikle ülkenin en önemli generali ve en önde gelen nükleer bilim adamlarının Amerikalı ve İsrailli komandoları tarafından öldürülmesi nedeniyle, artık İran'ın çıkarlarının hainleri olarak görülüyor. Sözleşme sadakati buna değmez - şimdi başlayan İran seçim kampanyasında buna karşı çıkmak onlar acısından zor.
Haziran'da yeni bir cumhurbaşkanı seçilir (Ruhani iki dönem sonra aday olamaz). Seçim kampanyası nükleer anlaşma ve dolayısıyla İran'ın Batı ile ilişkisi etrafında dönecek. Sert bir oyuncunun kazanması beklenebilir.
Tahran hükümeti, Biden'in Tahran'da konuşmak isteyenlere, tercihen sonraki Pazar günü İran Newruz Bahar Şenliği'ne kadar, derhal bir başarı sağlamasını talep ediyor. Bundan sonra tatil var, ardından cumhurbaşkanlığı mücadelesi geliyor ve bir hükümet kurulmadan önce dış politikada atılımlar beklenmiyor.
Bu ABD'ye tatsız bir alternatif sunuyor: ılımlı bir halefin göreve gelmesine yardım etme umuduyla Ruhani ile tokalaşmak mı? Ya da beklemeyi ve sonra muhtemelen sert bir adamla uğraşmayı mı tercih edersiniz?
Bu arada santrifüjler dönüyor. İran, uluslararası müfettişlerin denetim olanaklarını kısıtlıyor. Ülkede halihazırda anlaşmada izin verilen zenginleştirilmiş materyal miktarının on iki katı var. Bu gerçeklik Nükleer anlaşmanın en etkili rakibi olan İsrail hükümetini de alarma geçiren bir provokasyon.
Kimse itiraf etmekten hoşlanmaz, ne kızgın Amerikalı ortaklar, ne aşağılanmış İranlılar, ne Avrupa, Rusya ve Çin'deki küçümseyen sözleşme tarafları. İsrail hükümeti bile bunu söylemiyor, çünkü Tahran'daki saldırganın kurbanı olarak kendini tasvir etmesine ters düşüyor: Ancak İsrail, İran'ın nükleer programıyla ilgili dramdaki en başarılı aktör. İsrail tehlikeyi erkenden fark etti ve Trump sayesinde nihayet kendi görüşüyle galip geldi. Benjamin Netanyahu, yeni ABD yönetiminde olduğu kadar kesin konuşmak gerekirse popüler değil. Kendisinin ve Cumhuriyetçilerin Obama-Biden yönetimine ve İran politikasına karşı nasıl açıkça komplo kurdukları unutulmayacak.
İsrail, İran'la gölge savaşına hükmediyor, örneğin İran'daki nükleer uzmanları hedef alarak öldürme, Suriye'deki Tahran milislerine karşı sayısız saldırı veya şüpheli bilgilendirme kampanyaları. İran'ın geniş kapsamlı tavizler vermesi en azından İsrail'in inandırıcı askeri saldırı tehdidi yüzünden değildi. Bu baskı olmasaydı, İsrail hükümetinin o zamandan beri çok gevşek olmakla eleştirdiği anlaşma gerçekleşmezdi. Arap komşular bu eleştiriyi paylaşıyor ve İran'ın Suriye'den Yemen'e karışma politikasına göre Yahudi devletinin safına geçiyorlar.
Geçen yıl İsrail, Suudi Arabistan'ın dostane hoşgörüsüyle Birleşik Emirlikleri, Bahreyn ve Sudan ile ilişkilerini anlaşmalarla normalleştirmeye başladı. Ortak düşman İran'a karşı bu ittifak, hamleyi tersine çevirdi: İsrail, bir kez nefret edilip izole edildiğinde, bölgesel bir ittifakın çekirdeğini oluşturuyor. Sözde İbrahim Anlaşmaları, ülkeye tarihinde daha önce hiç olmadığı kadar stratejik bir derinlik kazandırıyor. ABD hükümeti, İran'a her yaklaştığında birleşik bir Yahudi-Arap bloğunun direnişini hesaba katmalıdır.
Benjamin Netanyahu, 23 Mart'ta iki yıl aradan sonra dördüncü kez seçime aday olacak. Bu sefer onun secimlerde yenilmesi durumunda, ülkedeki birçok eleştirmenin desteklediği İran politikası yüzünden olmayacak.
Geriye bir sorun kalıyor: Ne İsrail ne de dünyanın geri kalanı bugün herkesin nükleer anlaşmayı sürdürdüğü kısa dönemden daha güvenli değil. O sırada bombaya giden yol kapatılmıştı çünkü İran zenginleştirilmiş uranyumunun yüzde 98'ini yurtdışına göndermişti ve santrifüjler uluslararası müfettişlerin gözünde sökülmüştü. İsrailli generaller de artık bunu kabul ediyor. İsrail Savunma Kuvvetleri eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yair Golan, geçtiğimiz günlerde Washington Post'ta kendisinin ve general arkadaşlarının "mükemmel değil ama yeterince iyi" buldukları bir anlaşma konusunda ne kadar rahatladıklarını hatırlattı.
Golan, İsrail'in dünyanın en yozlaşmış tiranları da dahil olmak üzere Arap yöneticilerle yeni ittifakları karşısında sahte bir güvenlik duygusuna kapılmasından korkuyor. İsrail'in İran'a karşı ittifakları bir anlaşmanın yerini alamaz. General, ülkesinin Tahran'la yeni görüşmeleri baltalamaması, daha çok artan gücüyle onları etkilemesi gerektiğini söylüyor. Müzakerelerin olmadığı her gün Tahran, bombaya adım adım yaklaşıyor.
Durum çok karmaşık: Müzakere masasına geri dönmek, katılan herkes için riskler taşızor. Ama aynı zamanda müzakereleri ertelemede risk dolu.
Güney Kore / Seoul 11. Mart 2021