Ortadoğu eksenli ABD’lerinin Kürt politikası
Ümit Yazıcıoğlu
ABD’nin bugünkü politikaları, az sayıda gelişmiş kapitalist ülkenin, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu sömürge bağımlılığı altına almak üzere mali, diplomatik, politik ve askeri güç dayatmaya başvurması kapsamında gelişmektedir. Günümüzde Ortadoğu, dünyanın en sıcak gelişmelerinin yaşandığı noktalardan biri haline geldi. Bu bölge bir yandan, başta ABD olmak üzere tüm emperyalist ülke ve blokların saldırı odağı, diğer yandan da emperyalizme karşı güçlü mücadelelerin yürütüldüğü bir alandır. ABD emperyalizmi, tüm askeri, ekonomik ve politik ağırlığıyla, Ortadoğu bölgesinin yeniden paylaşımına girişmiştir ve amaçına ulaşabilmek için, başta askeri gücü olmak üzere, elindeki tüm imkanları kullanmaktadır.
Ortadoğu eksenli ABD’lerinin Kürt politikasının özünde bağımsız Kürdistan’ın kurulması ve Kurulacak olan bu bağımsız Kürdistan’ın Akdeniz’e açılım politikası mevcuttur. Aslında Türkiye’yle Amerika arasında dolaylı bir sıcak çatışma var. ABD’nin askeri olarak eğittiği ve silahlandırdığı bir kaç gurup Türkiye’yle savaşıyorlar, çünkü PKK’nın Suriye kolu olan YPG‘yi ABD destekledi ve halen destekliyor. ABD bu politikasıyla Türkiye’nin çıkarlarını bölgede tehdit edeceğini görmemezlikten geldi. Dolayısıyla bu politika, Amerika’yı kısa ve uzun dönemde Türkiye açısından hileci, sözüne güvenilmez bir duruma soktu. Bu sorun her iki ülke arasındaki ilişkileri zedeledi ve bundan sonra düzelmesi epey zor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında ‘’Türkiye’ye stratejik ortağımız" diyeceksiniz, sonra teröristlerle iş birliği yapacaksınız. Bizimle stratejik ortaksan bizimle birlikte yürüyeceksiniz. Bizi aldatmaya kalktınız. Öyle bir aldatmaca ki, 5 bin TIR buraya silah soktunuz. O açılan tüneller, tünellerin içindeki silah mühimmat depoları, silah mühimmat evleri. Bunların hepsini yıkıyoruz. Onlar kaçıyor biz kovalıyoruz. Bütün mühimmat da yavaş yavaş bizim elimize geçiyor, geçecek.” açıklamasını yaptı.[1]
ABD ise bölgedeki Kürt kartını oynarken Türkiye’yi ve Arapları rahatsız etmek istemediği görünümünü vermek istiyor, ama kimse ABD’nin ajitasyonlarına inanmıyor. Çünkü ABD ve İngiliz yönetimi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Winston Churchill’in taktiklerine benzer taktiklerle Türkiye’yi Ortadoğu “batağına çekmeye; işgal ordularının öncü kolu olarak kullanmaya çalışıyor. ABD kendisinin siyasi ve ekonomik çıkarlarından rahatsız olan Türkiye ve diğer birkaç bölge ülkesini rahatsız eder kuşkusuna kapılarak, bölgedeki çıkarlarındanda vazgeçmiyor. Emperyalist İngiltere’nin bölgedeki mirasını da devralan ABD’nin Kürtlere olan ilgisi Rusya ile çekişmesinin bir yansıması olduğu gibi, kimi zaman da, bölge ülkelerine yönelik politikalarının bir parçasıdır ve bu ilgi her durumda taktikseldir. Bununla birlikte ABD'nin Kürt politikasında yeni bir aşamaya geçildi. Bu süreç sadece Irak'la sınırlı değil. Irak'ta IKBY lideri Mesud Barzani başkanlığında bağımsız bir Kürt devleti, Suriye'de ise ilk aşamada PYD-YPG kontrolünde 'otonom bir Kürt yönetimi'. Bu, ABD'nin uzun vadeli stratejisinin üçüncü aşamasına geçilmesi demekti(r).
Bu nedenle bir yandan ABD ve AB “Kürt kozu“nu ellerinde bulundurmak isterken öte yandan‘da Türkiye’yi de küstürmek istemiyorlar, çünkü Suriye’de ve Irak’taki iç karışıklıklar Türkiye'yi olumsuz etkileyecek, problemlere yol açabilecek, yeni gelişmelere neden olabilir tespitinin bilincindeler. Dolayısıyla NATO üyesi Türkiye’nin kendi sınırındaki sınır güvenliği gerekçesini ileri sürerek, Fırat Kalkanı Operasyonunun ardından 20 Ocak 2018 tarihin de Zeytin dalı Operasyonu ile Suriye topraklarında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yapılanmasıyla birlikte askeri bir harekatı başlattı. Buna nazaran ABD’nin günümüzde Afrin hakkında yaptığı açıklamalar Zeytin Dalı Harekatı'nın nedenlerini, hedeflerini ve mahiyetini hala ya anlamamış ya da anlamak istemediğini de göstermektedir.
Ortadoğu’daki sorunları, Ortadoğu ülkeleri kendi aralarında tüm aktörlerin içinde yer alacağı bir Konferansta her şeyi hürce tartışarak çözmelidir. Aksi Ortadoğu’ya huzur getirmez. Daha ilk günden beri
bölgedeki çatışmaların sona ermesini, sona erdirilmesini ve burada yaşanan sorunların askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini, güvenlik tedbirleriyle nihai netice alınamayacağını hep söyledik. Siyasi çözümün son derece önemli olduğunu. Gerek Cenevre süreci gerekse Birleşmiş Milletler bu noktada arzu edilen neticeyi ortaya çıkaramadı, uzadı. Soçi, Astana sürecinde esasında siyasi çözümü hızlandıran adımlar da ortaya kondu. Uluslararası toplum bugüne kadar, uluslararası hukuk, uluslararası sözleşmeler, BM Güvenlik Konseyinin kararları çiğnendikçe adeta sanki bunlar yokmuş gibi davranmaya devam etti ve bugünlere gelindi.
Bölgede İsrail’in en önemli hasımı ise İran’dır. İran’ın da en büyük dostu Suriye’dir.
Amerika Suriye’de iki büyük hata yaptı. Washington’un en büyük hatalarından biri DAEŞ’e çok fazla odaklanması, Suriye’deki çatışmayı görmezden gelmesi. İkincisi de alanda PYD gibi yerel militanlara çok ama çok dayanması. Türkiye-Amerika ilişkilerinin bozulmasının bu hale gelmesinin asıl sebebi budur. Bunanazaran yakın zamanda Suriye’de önemli bir değişiklik olmaz.
Ortadoğu’nun en önemli siyasi ve askeri oyunculardan diğer birisi ise İsrail’dir, çünkü İsrail’in stratejik menfaatleri onun Ortadoğu'da etkili bir devlet olmasını zorunlu kılıyor. Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren aslında ABD’nin bölgedeki yanlış politikaları ve İran’ın Hizbullah’a ve Hamas’a gönderdiği silahlardır. İran’ın gönderdiği bu silahlar Hizbullah ve Hamas’ın eline Suriye’den geçerek ulaşıyor. Bundan dolayı İsrail kendi devlet çıkarları ve güvenliği nedeniyle, Suriye’yi de İran gibi düşman sayar. Fakat bu arada tekrar vurgulamakta yarar var. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İsrail değil bilakis emperyalistlerdir.
Ayrıca İran Ortadoğu’da hegemonik bir güç olmak istiyor. Bunun için Suriye’deki savaşı kazanması şart. Zaten ambargolar dolayısıyla çok sıkıştı, içeride de sorunları var. Yani İran ciddi tehlikelerle karşı karşıya. Suriye’deki savaşı kazanırsa, bunları aşabileceğini hesaplıyor. İran’ın geleceği, Suriye’deki bu savaşın gelişimine bağlıdır. Burada kaybederse, bırakın hegemon güç olmayı, şu anki varlığını bile sürdüremez. Bu nedenle Suriye’deki savaştan kazançlı çıkmak için, her yöntemi deniyor. En başta da bütün Kürtleri yanına almaya çalışıyor. Kürtleri yanına alamazsa kazanamayacağını biliyor. Bütün çabası bunun içindir.
Son yıllarda Orta Doğu ve bölgedeki durum günden güne kötüleşiyor. Türkiye ve İran açısından bakıldığında ABD’nin Irak yönetimini sıkıştırmak için Kürtleri kullanabileceği düşüncesi hâkim. Zira ABD Bölgede Irak sınırlarını koruyamıyor, dinci teröristlerle mücadele edemiyor. Bu durum değerlendirildiğinde Türkiye, sınırında devlet olmayan silahlı bir örgüt görmek istemediği gibi, bağımsız bir Kürdistan’ın oluşması yüzünden bölge sınırlarının yeniden çizilmesini de istemiyor. Türkiye’nin yıllardır Kürdistan'ın kurulmasına karşı çıkmasının temel sebebi, kurulacak bu olası Kürt devletinin irredantist bir politika izlemesi ve Türkiye’nin doğusunda bu sebeple büyük bir iç karışıklık çıkacağı öngörüsüdür. ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte devlet bu görüşünü 2002-2016 yılları arasında bir ara bir kenara bırakmış görünüyordu. Şimdi daha ziyade "Irak’ın kuzeyinde kurulacak olan bir Kürt devleti, federatif bir sistemle ya da, yarı özerk statüye benzer bir şekilde Türkiye’ye bağlı olmalıdır. Bu sayede Kürdistan’ın Türkiye’nin çıkarlarına aykırı hareket etmesi ve irredantist politikalara yönelmesi önlenebilir" şeklinde düşünüyorlar. Ama burda yanılıyorlar. Türkiye’nin, Ortadoğu’nun sığ sularında karaya vuran “stratejik derinlikli” dış politikası yalpalamaya, gel gitlerle iyice dip yapmaya başladı. İçte ve dışta Kürt fobisi üzerine kurgulanan Türkiye’nin dış politikaları, bu gidişle başarısızlığa mahkum olacaktır.
[1] Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Afrin'deki gelişmelerden kaygılıyız" diyen ABD'ye, “Kaygılarımızı sizlere ilettiğimiz zaman neredeydiniz. Bizi aldatmaya kalktınız" diyerek tepki verdi. http://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/200320182